HABERDAR ANALİZ | Seçkin MİLAS
Özellikle Gezi Sürecinde başlayıp Yolsuzluk Operasyonları sonrası ivme kazanan Türkiye’de siyasi erkin insan haklarını hiçe sayan linç operasyonları, 15 Temmuz sonrası zirveye tırmanmış ve yapılan hukuksuzluklar tüm dünyada yankı bulmuştur.
Yanısıra son yıllarda AKP hükümetinin muhalif basına ve siyasilere yönelik operasyonları, G.Doğu’da PKK’ya karşı şehirlerde yürütülen mücadelede sivil halkın zarar görmesi, masum insanların öldürülmesi, evlerin yıkılması, mahallerin talan edilmesi, insan hakları ihlalleri, idam söylemleri, faili meçhuller, suikastler, devlet gücüyle adam kaçırmalar, OHAL altında yönetilen bir ülke ve KHK terörü, şaibeli seçimler, hukuk sisteminin çökmesi ve daha nice kanunsuzluklar…
Bunlar daha düne kadar Batı medeniyeti ve refahına hızlı ve kararlı adımlarla yaklaşan Türkiye’yi batıdan uzaklaştırmış, 3 . Dünya ülkesi haline getirmiştir.
Doğal olarak düne kadar her alanda partnerimiz olan Avrupa, AB, ABD gibi oluşumlar ve ülkeler Türkiye’de olanlara odaklanmış, bununla da kalmayıp demokrasi adına müdahil olmaya çalışmışlardır. Ancak Erdoğan’ın başını çektiği siyasi erk, hasmane tavır sergileyerek içe kapanmış, yönlendirilen tüm eleştirileri hiçe sayarak saldırgan bir tavır sergilemiştir. Bu hareket tarzının altında yatan gerçek, Erdoğan’ın ve yakın ekibinin yürüttüğü yolsuzluk, rüşvet, DEAŞ gibi terör örgütlerine destek, hırsızlık vb illegal işlerin batılı istihbarat birimlerince biliniyor olmasıdır.
Erdoğan içinde bulunduğu durumun farkında olarak, batıdan ve batı demokrasisinden uzak durarak, ülke içerisinde de her türlü muhalif kişi veya oluşumu bertaraf ederek, kendini ve işbirlikçilerini korumaya almıştır. Bu nedenle gelecek dönemlerde de farklı davranmayacak ve AB ilişkilerinde tamamen irtibatı koparmaya çalışacaktır.
Anayasa referandumu sürecinde Erdoğan’ın Avrupa’ya yönelik Nazi söylemi, Hollanda ve Almanya başta olmak üzere çıkarılan suni krizler, MİT’in Avrupa’da yürüttüğü casusluk faaliyetlerinin deşifre olması bardağı taşıran son damla olmuş ve AB’yi Türkiye aleyhine harekete geçirmiştir.
Özellikle referandum sonrası AGIT raporu ve Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi siyasi denetime alma kararı ile AB’de bazı yetkililer, Türkiye’ye yönelik bir dizi yaptırım kararının alınmasına yönelik beyanlarda bulunmuşlardır. Bu açıklamalarda dikkati çeken husus ise yaptırımlarla halkın cezalandırılmayarak, bilakis sosyal yaşamın desteklenmesi gerektiği olmuştur. Bu gereklilik AB yaptırımlarının zaten doğasında bulunan “hükümetlerin yaptırımlarla hizaya getirilmesi, halkın ise minimum etkilenmesi” tavrından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda yaptırımlardan amaç, ilgili ülkenin sivil ve siyasi kesimin cezalandırılıp, devlet sisteminin bozularak hükümetlerin değiştirilmesi değil, yaptırımlarla hükümetler üzerinde özellikle dahilde baskı kurularak ülke yönetiminin demokratik sınırlara çekilmesi ve dünya ile entegre hale getirilmesidir.
Yaptırımların Etkisi
AB’nin ülkemize yaptırım uygulaması ekonomik açıdan her iki tarafı da ciddi anlamda etkileyecektir. Türkiye AB’nin 4. büyük ihracat pazarı ve 5. en büyük ithalat sağlayıcısıdır. AB bugüne kadar Türkiye’nin bir numaralı ithalat ve ihracat ortağıdır. 2016 itibarı ile Türkiye’de kayıtlı yaklaşık 50 bin yabancı şirketten 23 bini Avrupa menşelidir, yani Türkiye’de ticari faaliyet gösteren yabancı şirketlerin neredeyse yarısı Avrupa Birliği üyesi ülkelerden biri orijinlidir. Türkiye’de doğrudan yatırımların %64’ü bu şirketler tarafından yapılmıştır.
Anlaşılması gereken husus şudur ki AB ve Türkiye birbirine ekonomik olarak bağımlı, ama şu da bir gerçek ki buna rağmen yaptırım kararı alınırsa bu AB için ekonomik ve sosyal sıkıntı oluşturacakken, Türkiye için mevcut ekonomik problemlerin üzerine kısa süre içerisinde işsizlik ve enflasyonu artıracak, çok büyük bedeller ödetecektir.
Erdoğan’ın kendisine oy veren kitle üzerindeki kisisel etkisi düşünüldüğünde, yaptırımların AKP’nin iktidarı kaybetmesine neden olmayacağı, bilakis iktidar medyası dışında beslenme imkanı bulunmayan parti tabanını daha da kenetleyeceği söylenebilir. Erdoğan yaptırımların kısa dönem baskısını azaltma adına, uzun dönemli kalkınma ve gelişme endeksli politikalardan vazgeçecek, popülist sosyal politikalara ağırlık verecek, milli varlıkları yabancılara satışa çıkararak ve Körfez desteği alarak bir müddet daha yoluna devam edecektir.
Yaptırımlardan istenen sonucun alınamayacağı öngörülebilir. Aslında yaptırımın söylentisi bile yatırımlar, döviz kuru, üretim vs.. üzerinden ekonomiyi yeterince hırpalayacaktır. Ayrıca Uluslararası Derecelendirme Kuruluşları düşük notlarla zaten ekonomi üzerinde gizliden gizliye yaptırım uygulamaya başlamıştır. Körfez ülkelerinin desteğini ve Erdoğan’ın AB’ye karşı tavrını, Zarrap ve M.Hakan ATİLLA davaları nedeniyle ABD’nin Erdoğan’a yaklaşımından bağımsız ele almamak gerekir. Dolayısıyla ABD yakın zamanda dengeleri değiştirebilir.
Mülteci Kozu ve Erdoğan’ın Blöfü
AB açısından yaptırımlar hususunda asıl tedirgin olunan mesele ekonomik değil sosyal bir olgu olan Mülteci konusudur. AB içerisinde zaten ekonomik problemler ve İngiltere’nin topluluktan ayrılış süreci nedeniyle ortam gergin, bunun yanısıra mevcut mültecilerin de Avrupa’ya adapte olamamaları yeterince huzursuzluk oluşturuyor. DEAŞ’ın gerçekleştirdiği terör eylemlerinin korkusunun yanında her yeni mülteci akımının bu tehlikeyi daha da artırması da ayrı bir durum. Bu nedenle Erdoğan uzun süredir elinde kalan son kozu, mültecileri kullanıyor, yakın dönemde AB’ye vizesiz geçişi sağlamak için bu kozu kullandı, yaptırımlar konusunda da kullanmaya devam ettiği görülmektedir. Gerçekten de mülteci unsuru caydırıcı bir koz, aksi taktirde AB çoktan harekete geçmişti. Erdoğan bu kozu elinden bırakmak istemiyor. Bir diger husus Erdoğan’ın ısrarla DEAŞ’ın kalbi olan Rakka’ya operasyon yapmak istemesinde gizli, bu sayede TSK, DEAŞ ile mücadelede vazgeçilmez unsur haline getirilerek, AB yaptırımlarına engel olunması amaçlanmaktadır. Sonuçta yaptırımlar silah ve askeri anlaşmalar bakımından yasak veya kısıtlamalar getirir, bu ise DEAŞ ile mücadele eden Türkiye’nin mücadelesini sekteye uğratır. Bunun olacağı hatırlatılarak AB üzerinde yaptırım engelleme adına bir baskı oluşturacaktır. Erdoğan üzerine gelen AB’yi, blöf-şantaj politikası ile bastırıyor, Avrupa’yı NAZİ hakaretleri ile aşağılıyor, AB’nin sabrının taşmasını ve müzakereleri askıya almasını bekliyor. Bu sayede kendisine bahane-suçlama ortamı doğacak, bu ise iktidarının pekişmesi anlamına gelecektir. Ancak AB bu ‘blöfü’ yutmayacak gibi. Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının geçen hafta Malta’da gerçekleştirdikleri toplantıda, Almanya Dışişleri Bakanının yanı sıra çok sayıda AB’li bakanın Türkiye ile üyelik müzakereleri görüşmelerinin kesilmesine karşı olduklarını, bu hareket tarzının Türkiye’yi Rusya’ya yakınlaştırarak AB’den koparacağını savunmuş ve yapıcı bir uslup sergilemişlerdir. Müzakereler zaten Gezi’den itibaren durmuş vaziyette, yani fiilen askıda, bu bakımdan resmen askıya almanın da bir faydası yok. Zaten AB’nin Türkiye’yi üye yapalım diye bir derdi de yok, bu anlamda AB içinde Türkiye karşıtları için Erdoğan bir bakıma biçilmiş kaftan, bu da madalyonun diğer yüzü.
Tehlikeli Oyun
Erdoğan’ın mülteci kozunu oynamaya hevesli görüntüsü, Suriye ve Irak alanında sıkışan DEAŞ ve El Nusra benzeri terör örgütü üyeleri için umut ışığı oldu. Söz konusu terör örgütü üyelerinin gelecekleri adına örgüte alan kazandırmak ve Avrupa’ya geçiş kolaylığı açısından Türkiye’deki mevcudiyetlerini artırdıkları değerlendiriliyor. Halihazırda KHK’larla yapılan büyük oranlı ihraçlar nedeniyle de ülke içerisindeki güvenlik zafiyetinin hat safhada olması ve mültecilerin Türkiye içerisinde varlık göstermeye başlaması, rahatlıkla sosyal hayatta örgütlenebilmeleri, örgüt üyeleri için bulunmaz nimet. Gelecek dönemde Erdoğan’ın sürekli kullandığı “kandırılmışız” beyanlarını, DEAŞ ile ilgili olarak kullanması kaçınılmaz.
ABD Faktörü
AB’nin yaptırımlar konusunda aceleci ve duygusal davranmayarak olası tüm uzlaşmacı tavırları sergileyerek çözüm odaklı hareket edeceği, ancak Erdoğan-Zarrap ilişkisi dolayısıyla ABD’nin devreye girmesi ve AB ile birlikte hareket etmesi halinde, Erdoğan’ın Mülteci kozunu oynayamayarak köşeye sıkışacağı ve Körfez’den destek alamayacağı ve etkili yaptırımlara maruz kalınacağı öngörülebilir.
HABERDAR ANALİZ | Seçkin MİLAS