‘Müzik ruhun gıdasıdır’ atasözünün yaşadığımız çağda da geçerli olduğunu, Berlin’de İşkence Mağdurları tedavi Merkezi’nde çalışan Patricia Braak’ın anlattıklarından bir kez daha anlıyoruz. Modern tıbbın müziği tedavi aracı olarak kabul etmesi sayesinde depresyon, korku, yanlış beslenme sorunu, bağımlılık, otizm, dikkat eksikliği, sosyal davranışlarda bozukluk, bunama ve daha birçok psikolojik hastalık Müzik terapiyle tedavi ediliyor. Hatta kalıcı bitkisel durumda olanlara, felce uğrayanlara ve MS hastalarına da müzik tedavisi uygulanıyor. Ocak ayından bu yana Heidelberg’deki Alman Müzik Terapi Araştırma Merkezi’nde yapılan bir araştırma, farklı hastalıkların da müzik ile tedavi edilebileceğini gösterdi. Araştırma sonucunda müziğin ‘akut tinnitus’ adı verilen kulak çınlaması hastalığını yüzde 82 oranında azalttığı gözlemlendi.
Türk tıbbı ise muazzam bir müzik terapi geçmişine sahip olmasına rağmen bu gibi hastalıkların tedavisinde müziği yaygın bir şekilde kullanmaktan çok uzak. Müzikolog Dr. Martin Greve, Almanya’dan bariz örnekler veriyor. Ülkede müzik ve sanat terapisinin çoktandır kabul gördüğünü söyleyen Greve, üniversitelerde müzik terapi bölümlerinde yetişen terapistlerin büyük hastanelerde görev aldığını anlatıyor. 2 ile 3 bin arasında müzik terapistinin bulunduğu Almanya’da her türlü eğitim imkânı var.
Göçmenlere uygun terapi uygulanmalı
Greve, Almanya’da müzik terapisine verilen önemden övgüyle bahsetse de farklı kültürlerin bu alandaki birikimlerine fazla önem verilmediğini düşünüyor. Göçmenlere uygun terapi şeklini öğrenmeleri gerektiğini söylüyor. Travmatik sorunlar yaşayan göçmenlerle ilgilenen Patricia Braak da aynı sorundan şikâyetçi. Farklı kültürden gelen hastaların kişiliğine ve kültürüne özel tedavinin olması gerektiğini belirten Braak, bu yöndeki araştırmaların artırılması gerektiğini ifade ediyor.
Almanya’da Doğu’nun eski müzik terapi yöntemlerini öğrenen terapistler de var. Onlardan biri de Sandra Wallmeier. Bu yöntemlerin modern müzik terapisine entegre edilebileceğini söyleyen uzman, “Almanya gibi göçmenlerin yoğunlukta bulunduğu bir ülkede onları anlamaya, doğru şekilde tedavi etmeye çalışıyorum.” diyor.
Bin yıllık geleneği canlandırdık
Kalp Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez, uyguladığı müzik terapi ile dünya çapında tanınan bir tıpçı. Geleneksel müzik terapisiyle Alman, İngiliz ve Fransız medyasının ilgisini çeken Sönmez, terapinin özellikle çağımızın yeni hastalıklarına çare bulmada yardımcı olduğunu söylüyor.
‘Ameliyat sonrasında hastaya müzik dinleten doktor’ olarak biliniyorsunuz. Bilim otoriteleri bu uygulamanızı nasıl karşılıyor?
Müzikle tedavi, bin yıllık bir gelenek. Biz bir şeyi keşfetmedik, eskiyi canlandırdık. Farabi’den, İbni Sina’dan beri darüşşifalarda uygulanan tedavi şeklini hayata geçirdik. Batı ülkelerinin yoğun bakım ünitelerinde müzik dinletilerek tedaviler yapılıyor ve bu konuda birçok bilimsel çalışma mevcut. Biz ney ile kalp cerrahisi yoğun bakımında canlı müzikle tedavi yapıyoruz. Her hastanın durumuna özel bir makam veya ritim seçiyor ve sabah-akşam 15 dakika uyguluyoruz. Başarımız da yoğun bakım uzmanımız Dr. Erol Can’ın iyi bir müzikolog olmasından geliyor. Hastalardan aldığımız olumlu yanıtları konferanslar şeklinde bilim adamlarına sunuyor ve büyük bir beğeniyle karşılanıyoruz.
Hastalarınızın tedavinize verdiği cevaba bakarak bu terapinin tıp dünyasında yaygınlaşması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tedavinin canlı müzikle yapılabilmesi için yoğun bakım ekibinden birinin bir müzik aletine, tercihen de ney gibi bir enstrümana hâkim olması gerekir. Aksi takdirde Batı ülkelerinde olduğu gibi CD çalarla müzik dinletmekten başka çare yok.
Batı tıbbı özellikle Doğu toplumlarında geliştirilen müzik terapisine nasıl yaklaşıyor? Karşılıklı alışverişten bahsedilebilir mi?
Batı ülkelerinde özellikle hemşire gruplarının yaptığı çok olumlu çalışmalar var. Bu tedavide kültürler arası alışveriş pek mümkün değil. Burada müziğin yöresel etkisini görmekteyiz. Bir Batılı iyi eğitim almış ve mistisizme meyilli ise ney sesinden veya bir Doğulu çok iyi eğitim almışsa klasik batı müziğinden hoşlanabilir. Bazen yerel müzikle terapi yaparken bile cevabın farkını görüyoruz. Ağır depresyonda olan bir Egeliye zeybek dinlettiğiniz zaman yatağın içinde şöyle bir doğrulup daha dik oturduğunu görüyoruz. Ama Doğulu bir hastamız bundan etkilenmeyebiliyor.
Terapi geçmişteki uygulamalardan mı ibaret, yoksa yeni tedavi yöntemleri hakkında çalışmalar oluyor mu?
Farabi’nin dokuz yüzlü yıllarda tarif ettiği makamların etki zamanları, etki ettiği organlar konusundaki kuramlar hâlâ değerini muhafaza ediyor. Bunu bazı bilim adamları kabul etmiyor ama ben gönülden inanıyorum. Örneğin saba makamı, gün ışıdıktan sonra daha etkilidir ve büyük bir huzur verir. Sabah ezanı bu nedenle saba makamında okunur.
Çok eski devirlerde geliştirilmiş müzik terapi uygulamaları çağımızın yeni hastalıklarına da cevap verebiliyor mu?
Bugün modern tıbbın başarısı inkâr edilemez. Müzikle tedavi elbette tıkanmış damarları açmaz, kalp yetmezliğini düzeltmez. Bunları modern tıp yapar. Lakin sabah akşam 15-20 dakika müzik dinleyenlerin tansiyonlarının daha az ilaç ile düşürüldüğü bilimsel olarak ispatlanmıştır. Yoğun bakımda depresyonda olan bir insana mutluluk verip onu hayata döndürerek iyileşmesini hızlandırır. Aynı zamanda ajitasyonda olan bir hastanın sükûnetini sağlayarak kendisine zarar vermesini önler.
Müzik hasta da edebilir!
Müzik terapisti Renan Koen, müziğin içerdiği frekanslarla ve insan üzerinde çalıştırdığı akustik bellek sayesinde hem iyileştirici hem de hastalıklardan koruyucu etkisinin olduğunu söylüyor. Ancak her makamın her insana iyi gelmediğini belirten Koen, kişinin geçmişini bilmeden ona müzik dinletmenin tehlikeli olabileceğini ifade ediyor.
Bu noktada müzikolog Dr. Martin Greve, önemli bir soruna değiniyor. Çocukların genel gelişiminde, zekâ, hareket ve sosyal tutumlarında müzik eğitiminin tartışılmaz olduğunu düşünen uzman, müziğin günümüzde ticarî meta haline getirilmesinden yakınıyor. Alışveriş merkezlerinin, restoranların, müşterinin alışveriş süresini uzun tutmak amacıyla ‘müzikal çevre kirliliğine’ sebep olduğunu söylüyor: “Bu durum sanat algımıza zarar veriyor. Ne yazık ki bunun sosyal ve tıbbi sonuçlarıyla kimse ilgilenmiyor.”
KAYNAK: Zaman