1960’larda, 1918 İspanyol Gribi’nden kurtulanların uzun vadede neler yaşadığını inceleyen epidemiyologlar, olağandışı bir eğilim fark etmeye başlamışlardı. 1888 ile 1924 yılları arasında doğanlar, yani pandemi sırasında bebek ya da genç erişkinlik çağında olanların, yaşamlarının bir noktasında Parkinson hastalığına yakalanma olasılıklarının, farklı zamanlarda doğanlara göre iki – üç kat daha fazla olduğu görülüyordu.
Bu çarpıcı bir tespitti. Grip enfeksiyonlarının olası nörolojik sonuçları yüzyıllardır doktorlar tarafından belgelenmişti. Bunun 1385’e kadar uzandığını gösteren tıbbi raporlar var. Dünya çapında 500 milyona yakın insana bulaşan İspanyol Gribi’nin yaygınlığı, bilim insanlarının, hastalık riskinin artması ile salgın arasında bağlantı kurabileceği anlamına geliyordu.
Son yıllarda, HIV, Batı Nil virüsü, Japon ensefaliti (beyin enflamasyonu), koksakivirüs, Batı ekine ensefalit virüsü ve Epstein-Barr virüsü salgınlarından kurtulanlarda da yüksek Parkinson riski tespit edildi.
Bunun nedenini anlamaya çalışan nörologlar, bu virüslerin her birinin beyne geçebildiğine ve bazı durumlarda bazal ganglionlar olarak bilinen ve karmaşık hareketlerin koordinasyonunu kontrol eden kırılgan yapılara zarar vererek bir dejenerasyon sürecini başlatarak Parkinson’a yol açabileceğine inanıyorlar.
Bilim insanları şimdi de, mevcut pandeminin önümüzdeki on yıllarda daha yüksek bir Parkinson vakası oranını tetikleyip tetiklemeyeceğini izlemeye çalışıyor.
ABD’nin Michigan eyaletindeki Van Andel Enstitüsü’nde Parkinson araştırmacısı olan Patrik Brundin, “Bunu henüz bilmiyoruz ama durumun böyle olabileceğini düşünmemiz gerekiyor” diyor. “Covid’den iyileşen kişilerin genellikle koku ve tat duyusu kaybı, bilinç bulanıklığı, depresyon ve kaygı bozukluğu gibi uzun vadeli merkezi sinir sistemi bozukluklarına sahip olduğunu vurgulayan birkaç çalışma var. Rakamlar endişe verici” diyor.
Covid-19’a neden olan Sars-CoV-2 virüsü beyin dokusunu istila edebiliyor; bilim insanları bunun nörodejeneratif (sinir sistemini tahrip eden) hastalığa katkıda bulunup bulunmayacağı sorusuna yanıt arıyor.
Koronavirüsler genellikle “vur-kaç virüsleri” olarak bilinir, çünkü bazı durumlarda ölümcül olsa bile genellikle kısa süreli hastalığa neden olur. Buna karşılık, Epstein-Barr gibi DNA virüsleri vücutta kalıcı olabilir ve daha uzun süreli hastalıklarla ilişkilidir.
Ancak geçmişte koronavirüslerde sandığımızdan daha fazla şey olabileceğine dair bazı işaretler vardı. 1990’larda Kanadalı nörolog Stanley Fahn, Parkinson hastalarının beyin omurilik sıvısında soğuk algınlığına neden olan koronavirüslere karşı antikorları tanımlayan bir çalışma yayınladı.
Geçen yıl boyunca Brundin gibi bilim insanları, Covid-19 enfeksiyonunun ardından doktorların akut Parkinsonizm olarak adlandırdığı titreme, kas sertliği ve konuşma bozukluğu gibi anormallikler geliştiren hastaları tanımlayan küçük çaplı bir grup vaka çalışmasının ortaya çıkmasından endişe duyuyorlardı.
Araştırmalar, bazı Covid-19 hastalarının vücudun en kritik sistemlerinden biri olan ve kinurenin yolağı olarak bilinen sistemde bozulmalar tespit etti. Bu yolak, beyinden bağırsağa kadar uzanır ve beyin sağlığı için gerekli olan bir dizi önemli amino asidi üretmek için kullanılır. Ancak arızalandığında, Parkinson hastalığında rol oynadığı düşünülen toksinlerin birikmesine neden olabilir.
Fakat diğer nörologlar, Covid-19 ile Parkinson arasında herhangi bir bağlantı kurmak için henüz çok erken olduğu konusunda uyarıyor.
Toronto Üniversitesi’nde nöroloji profesörü olan Alfonso Fasano, akut parkinsonizm vakalarının, zaten hastalığın erken evresinde olan hastaları ifade ediyor olabileceğine, Covid-19’un da semptomlarını hızlandıran veya ortaya çıkaran bir işlev görebileceğine dikkat çekiyor.
Fasano, “Şimdiye kadar, genellikle ayrıntılı bilgi içermeyen bir düzine vakadan bahsediyoruz” diyor ve ekliyor: “Post-ensefalitik parkinsonizm dediğimiz şeyin viral bir enfeksiyondan sonra ortaya çıkabileceği doğrudur, ancak her pandemi aynı değildir. İspanyol Gribine tamamen farklı bir virüs neden olmuştur.”
Bununla birlikte, birçok kişi, önümüzdeki yıllarda vakalarda kademeli bir artış olması durumunda, daha önce Covid-19 ile enfekte olmuş kişilerde ortaya çıkan Parkinson benzeri semptomların sürekli izlenmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyor.
Ancak tek endişe nedeni Parkinson değil. Dünyanın dört bir yanından uzmanlar, Covid-19’a neden olan koronavirüs Sars-CoV’nin insan bağışıklık sisteminde yol açtığı bozulmayla ilgili gizli bir başka hastalık dalgasına neden olup olmayacağını anlamaya çalışıyor. Eğer bu gerçekleşirse, halk sağlığı üzerinde önemli etkileri olacaktır, ancak bu hastalıkları erken bir aşamada tespit etmenin yeni yollarını bulmamıza ve hatta yeni tedavilerin ve aşıların yolunu açmamıza da yardımcı olabilir.
Diyabet sorunu
2020 baharında, Londra Kings College Üniversitesi’nde metabolik ve bariatrik cerrah Francesco Rubino, daha önce herhangi bir diyabet (şeker hastalığı) şikayeti olmamasına rağmen, alışılmadık derecede yüksek kan şekeri seviyeleriyle hastaneye gelen Covid-19 vakaları duymaya başlamıştı.
Aynı zamanda doktorlar, halihazırda diyabeti olanların hastalığa karşı özellikle savunmasız göründüğünü de fark ediyorlardı. Rubino, bu tuhaf ilişkinin, Covid-19’un vücudun kandan şeker moleküllerini metabolize etmesine yardımcı olan insülin hormonunu üreten pankreası doğrudan etkilediğinin bir işareti olup olmadığını merak etti.
Dr. Rubino, bu hastaları takip etmek ve onlara ne olduğunu öğrenmek için CovidDiab adlı bir küresel veri tabanı kurdu. Geçen yıl boyunca 700 vaka izlendi ve buradan elde edilen verilerin, yıllardır cevap aranan bir soruyu, virüslerin doğrudan tip 1 diyabeti tetikleyip tetikleyemeyeceği sorusunu çözmeye yardımcı olabileceğini umut ediyor.
Geçmişte, tip 1 diyabet – tipik olarak çocuklukta veya ergenlik döneminde, hastaların pankreasları sürekli olarak insülin üretemez hale geldikçe gelişen kronik bir durum – ile koksaki B, kızamıkçık, sitomegalovirüs ve kabakulak gibi çeşitli virüsler arasında bağlantılar kuruldu.
Bilim insanları, bu virüslerin ya akciğerlerden kaçarak ya da bağırsaktan kan damarlarına sızarak pankreası enfekte edebileceğinden şüpheleniyor. 2015’te, Oslo Diyabet Araştırma Merkezi’ndeki araştırmacılar, yeni teşhis edilen tip 1 diyabet hastalarının pankreas doku biyopsilerinden alınan beta hücrelerinde kalıcı, düşük dereceli bir viral enfeksiyon keşfettiler, ancak somut veri oluşturmaya yetecek kadar vaka yok.
Rubino, “Daha önce yeni diyabet vakalarıyla ilişkilendirilen salgınlar vardı” diyor. “Ancak bu bağlantı az sayıda tıbbi rapora dayanıyor. Bu yüzden birkaç yüz vakaya bakarak daha bilgilendirici bir ilişki görebileceğimizi umuyoruz” diyor.
Covid-19 pandemisinin başlangıcından bu yana, tip 1 diyabet vakalarında anormal bir artış olduğuna dair tekrarlanan göstergeler söz konusu. 2020 yazında, kuzey batı Londra’daki hastaneler zaten normalde görecekleri vaka sayısının iki katına çıktığını bildiriyor,
Nature dergisinde bu yılın başlarında yayımlanan bir makale, ABD’de Covid-19 geçirip iyileşenlerin, hastalıktan sonraki 6 ay içinde, bu virüse yakalanmamış kişilere oranla yüzde 39 daha fazla diyabet teşhisi konma olasılığı olduğuna işaret ediyordu.
Bilim insanları Covid-19’un vakalardaki bu artışa aslında doğrudan katkı sağladığını kanıtlamaya çalışıyor. New York’taki Weill Cornell Tıp Fakültesi’nde kök hücre biyoloğu Shuibing Chen, virüsün beta hücrelerine saldırabileceğini ve ayrıca pankreas ve diğer organlarda kan şekeri seviyelerini kontrol eden çeşitli sistemlere zarar vererek iltihaplanma oluşturabileceğini gösteren kanıtlar olduğunu düşünüyor.
Chen, “Covid-19 hastalarının otopsi örneklerinde pankreas beta hücrelerinde viral antijenler saptadık, bu da doğrudan enfeksiyonun rolünü destekliyor” diyor.
Fakat herkes bu konuda o kadar ikna olmuş değil. Covid-19’un bir sonucu olarak diyabet geliştirdiği gözlenen hastaların, hastanedeyken yoğun steroid tedavisi nedeniyle aslında pankreas hasarına maruz kalabileceğine işaret ediliyor. Veya bu kişiler zaten erken diyabet aşamasında olabilir ve Covid-19 da hastalığın maskesini düşürmüş olabilir.
La Jolla İmmünoloji Enstitüsü’nde otoimmünite uzmanı Profesör Matthias Von Herrath, “Sars-CoV-2’nin yalnızca beta hücrelerini doğrudan enfekte etmekle kalmayıp onları öldürebileceğini savunan bazı raporlar var” diyor ve ekliyor: “Ancak bir takip raporu, yaygın olarak beta hücrelerini etkilediği fikrine karşı çıkıyor. Bu nedenle, beta hücresi işlevsel kaybına neden olmada ne kadar spesifik ve tehlikeli olduğu konusu hala net değil.”
Önümüzdeki aylarda, uCovidDiab veritabanının daha somut cevaplar vermesi umut ediliyor. Rubino, “Tüm soruları yanıtlayabilmeyi beklemiyoruz, ancak muhtemelen virüsle ilişkili diyabetin en büyük kısmını temsil eden bu 700 vakadan çok şey öğrenmeyi umuyoruz” diyor. “Bu vakaların arkasında Covid’in olması ne kadar makul? Doğrudan bir mekanizma var mı ve varsa nedir?”
Ancak tip 1 diyabet, Covid-19 ile bağlantılı tek otoimmün hastalık değil. Geçen yıl bir dizi rapor, Sars-CoV-2 enfeksiyonunu, bağışıklık sisteminin sinirlere saldırdığı, uyuşukluğa, denge ve koordinasyon sorunlarına, güçsüzlük, ağrı ve bazen felce yol açan nadir ve ciddi bir hastalık olan Guillain-Barré Sendromu gibi diğer otoimmün bozukluklarla ilişkilendirmişti.
Bilim insanları, Covid-19 ile hastaneye kaldırılan hastaların bu tür komplikasyonlar geliştirmeye yatkın olduklarına inanıyor, zira kanlarında oto-antikorlara sahip olma olasılıkları daha yüksek ve bağışıklık sisteminin ürettiği bu protein türü, vücudun kendi dokularına saldırıyor ve komplikasyonlara yol açıyor. Birmingham Üniversitesi’ndeki bilim insanları konsorsiyumu, Covid-19 ile ciddi şekilde hasta olan bir grup bireyi takip ederek kaç tanesinde uzun vadeli otoimmün problemler geliştiğini ve belirli insanları neyin özellikle savunmasız hale getirdiğini anlamaya çalışıyor.
Sidney Üniversitesi’nde otoimmün hastalıkları araştıran Russell Dale, “Geleceği tahmin edemeyiz” diyor. “Ancak, enflamatuar ve otoimmün sorunlara yol açan bir dizi bulaşıcı hastalık örneği var.”
Teşhis ve aşılar
Covid-19’un kronik hastalıklarda artışa yol açması ihtimali oldukça düşündürücü, ancak viral enfeksiyon ile farklı koşullar arasında kesin bağlantılar kurulabilirse, gelecekte bu hastalıkların birçoğunu teşhis ve tedavi etme şeklimizi değiştirebilir.
Chen, “Viral enfeksiyon ile tip 1 diyabet arasındaki bağlantıyı anlamak, erken teşhis ve önlemeyi kolaylaştırabilir” diyor.
Oslo Diyabet Araştırma Merkezi’nde pediatrik endokrinoloji ve diyabet danışmanı olan Knut Dahl-Jørgensen, meslektaşlarının, yeni tip 1 diyabet teşhisi konan çocuklarda antiviral tedavinin pankreasın korunmasına yardımcı olup olmayacağını görmek için klinik bir deneme başlattıklarını belirtiyor.
Chen ayrıca, beta hücrelerini viral saldırılara karşı daha dirençli hale getirip getiremeyeceğini görmek için farklı kimyasal bileşiklerden oluşan geniş bir kütüphaneyi gözden geçirmeyi içeren bir projeye de öncülük ediyor.
Şimdiye kadar, bir petri kabında Sars-CoV-2 ile enfekte olduğunda beta hücrelerinin insülin üretme kapasitelerini koruyabildiği görünen trans-ISRIB adlı belirli bir bileşiği tespit ettiler.
Bu henüz onaylayıcı kurumlar tarafından onaylanmadığı gibi insanlar üzerinde de test edilmediğinden şu anda kan şekeri anormallikleri yaşayan Covid-19 hastalarında kullanılamıyor olsa da Chen, gelecekte savunmasız bireyler için enfeksiyon önleyici bir ilaç olarak uygulanabileceğini umuyor.
Covid-19 ile farklı otoimmün hastalıklar arasındaki güçlü bağlantı, daha önce bu hastalıklarla ilişkilendirilen diğer virüslere karşı koruyucu aşıların geliştirilmesini de teşvik edebilir. Karolinska Enstitüsü, Tampere Üniversitesi ve Jyväskylä Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, koksaki B’nin altı türüne karşı koruma sağlayan ve farelerin virüs kaynaklı tip 1 diyabet geliştirmesini önlediği gösterilen potansiyel bir aşı adayı geliştirdi.
Kopenhag’daki Devlet Serum Enstitüsü’nde immünolog Gunnar Houen, bunun ayrıca, belirli kanserlerin yanı sıra romatoid artrit ve çoklu doku sertleşmesi (MS) ile ilişkilendirilen bir virüs olan Epstein-Barr’a karşı aşılara daha fazla yatırım yapılmasına da yol açabileceğine inanıyor.
Houen, “Çoğu insan yaşamın ilk bir veya iki yılında bu virüsle enfekte olduğundan, aşılar yeterince erken verilirse Epstein-Barr’a karşı etkili olma olasılığı çok yüksek olur” diyor ve ekliyor: “Bunun bir piyasası da olacak, çünkü bağlantılı hastalıklar Covid-19 kadar, hatta daha fazla zarara neden oluyor.”
Bilim insanları, önümüzdeki dönemde Covid-19’un bu hastalıkları tetikleme riski hakkında daha fazla bilgi sahibi olunacağını umuyor.
Rubino, “Bütün bu sorular yarın veya önümüzdeki birkaç ay içinde cevaplanmayacak, ancak önümüzdeki yıl içinde bu verileri inceleyebilmeyi ve belirli soruları yanıtlamaya, bazı eğilimleri görmeye başlamayı ve belki bazı cevaplar almayı umuyoruz” diyor.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE