Çoğunlukla ön yargılarla karşılanan ya da küçümsenen yalnızlık sorunu artık bir halk sağlığı sorunu olarak görülüyor.
Öyle ki saygın bilimsel yayınlardan biri olan Lancet, Temmuz ayında yalnızlık ve sosyal izolasyonu araştıracak özel bir komite kurduğunu duyurdu.
Bunun sebebiyse yalnızlığın büyüyen bir sorun olarak beden ve akıl sağlığını olumsuz etkilemesi.
Bilim insanları sosyal bağlardaki zayıflamanın, kardiyovasküler hastalıklarda artış, hipertansiyon, diyabet, bulaşıcı hastalıklar, bilişsel işlevlerde bozulma, depresyon ve anksiyete ile ilişkili olduğunu söylüyor.
Peki yalnızlık bir halk sağlığı yaklaşımıyla ele alınabilir mi?
Konuyu yakında ele almaya başlayacak olan komitenin fikri, mevcut en iyi bilimsel kanıtlara göre yalnızlığın ne olduğunu, nasıl tanımlanabileceğini ve onunla mücadele etmenin ana yollarının neler olduğunu tam olarak tanımlamak.
Çünkü yalnızlık öznel bir deneyim ve yalnız kalmakla aynı şey değil. Yalnızlık hissi büyük ölçüde kültürel normlarla şekillendiriliyor. Bu öznellik bilim insanlarının karşılaştığı en önemli zorluklardan biri.
Yalnızlık hissi ve yalnız kalmak farklı şeyler
BBC News Brezilya servisinden André Biernath’a konuşan, Rio Grande do Sul Katolik Üniversitesi’nin Beyin Enstitüsü’nde Psikiyatrist Lucas Spanemberg, “Yalnızlık hissi bireysel bir deneyimdir. İzole yaşayan pek çok insan aslında kendini yalnız hissetmez” diyor ve ekliyor:
“Tam tersine, diğer bireylerle çevrili olmaları bu insanların kendilerini çevreleriyle bağlantılı hissettikleri anlamına gelmez.
“Yalnızlık, duygusal ve davranışsal sonuçları olan, bir sosyal gruba ait olmama, kopukluk hissidir ve bu, zihinsel ve fiziksel sağlık açısından bir dizi olumsuz sonuçla ilişkilidir”.
Yalnızlık ile beden ve zihin sağlığı arasındaki ilişkiyi inceleyen farklı araştırmalar var.
2010 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) Brigham Young Üniversitesi’nde yapılan ve güçlü sosyal ilişkileri olan bireylerin, yaşadıkları çevreyle daha az etkileşim kuranlara kıyasla daha uzun süre hayatta kalma olasılıklarının yüzde 50 daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Türkiye’de kadınlar ve gençler daha yalnız hissediyor
Farklı çalışmalar yalnızlığın uzunca bir süre ilerleyen yaşla ilişkilendirildiğini söylüyor. Buna karşın son dönemde birçok ülkeden gençler arasında yalnızlık hissi yaygınlaşıyor.
Bu ülkeler arasında Türkiye de var.
Türkiye’de Aile ve Yalnızlık Araştırması’nın 2022 sonuçlarına göre 18-24 yaş arasındaki gençlerin yüzde 40’ı, 55 yaş üstündeki kişilerin ise yüzde 26’sı kendini sıkça yalnız hissettiğini belirtiyor.
Üsküdar Üniversitesi ve Metod Araştırma Şirketi ortaklığıyla Kasım 2022 ayı boyunca Türkiye’nin 81 ilinde 18-70 yaş aralığında toplam 6 bin 100 kişi ile yapılan çevrimiçi anket her üç katılımcıdan birinin sıklıkla yalnız hissettiğini bulmuştu.
Araştırmaya göre kadınlarda sıklıkla yalnız hissettiğini söyleyenlerin oranı yüzde 40’ken, erkeklerde bu oran yüzde 26. Kadınlarda 2019’da yüzde 20 olan yalnızlık hissiyatının, 2022’de iki katına çıktığı belirtiliyor.
2019 yılında yapılan araştırmada yalnız hissedenlerin hissetmeyenlere göre 2,5 kat daha fazla mutsuz hissettiği görülürken; 2022 yılında bu oran 3,5 kata kadar çıktı.
Yalnız hissetmeyenlerin yüzde 70’i hayatından mutlu olduğunu belirtirken, sık sık yalnız hissedenlerin sadece yüzde 19’u mutlu olduğunu belirtiyor.
Bizi çevreleyen toplum ve dünyanın sorunu
Peki yalnızlık neden son yıllarda acil bir halk sağlığı sorunu haline geldi?
BBC News Brezilya servisinden André Biernath’ın alıntıladığı São Paulo Üniversitesi Psikiyatri Enstitüsü’nün Sinir Bilimleri Laboratuvarı’ndan Klinik Psikolog Dorli Kamkhagi’ye göre, buna sebep olan çeşitli faktörler var.
Bunlardan ilkinin pandemi süreci olduğunu söyleyen Kamkhagi, “Artık sağlık krizinde değiliz ama bazı insanlar dışarı çıkmak ya da başkalarıyla yüz yüze görüşmek istemiyor” diyor.
Başka bir deyişle, koronavirüsten korunmak için evde kalma ihtiyacı, birçok insanın ev ortamını artık ayrılmak istemedikleri bir konfor alanı olarak görmesine neden oldu.
Lancet yazarları yalnızlığı etrafımızdaki toplumların ve dünyanın kuruluş biçimiyle ilgili bir sorun olarak tanımlıyor.
Hatta bazı yazarlar birçok şehrin “yalnızlaştırıcı ortamlar” üzerine inşa edildiğinden bile bahsediyor.
Kentsel planlamanın belirlediği fiziksel çevrenin sosyal bağlantı kurmayı zorlaştırabileceğini söyleyen yazarlar ayrıca bu bağlama katkıda bulunan diğer unsurları da vurguluyor.
Bunlar arasında artan sosyal kopukluk hissiyle ilişkilendirilen sosyal ağlar var.
Lancet yazarları, “Tasarruf, yoksulluk, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı da eşitsizliğe ve dışlanmışlık duygusuna neden oluyor. Kolektivizm ve aidiyet duygusuna zarar verecek şekilde bireyciliğe yönelik toplumsal eğilimler, yalnızlık duygusunun yaşanma riskini artırıyor” diyor.
Lancet’te 2018 yılında paylaşılan verilere göre dünya genelinde her üç kişiden biri yalnız hissediyor ve 12 kişiden biri ağır yalnızlık duygusuyla yaşıyor.
Tedavisi mümkün mü?
Peki yalnızlığı tespit edip, sağlığa zarar vermeden önce müdahale etmek mümkün mü?
Klinik Psikolog Dorli Kamkhagi’ye göre yalnızlık hissi ile yalnızlık ihtiyacı arasındaki farkı ayırt etmek önemli.
Psikolog “Yalnız kalmaya vakit ayırmak önemli ve sağlıklı” diyor ve ekliyor:
“Sorun, sürekli olarak dünyanın geri kalanıyla bağlantınızın kopması ve sosyal ilişkilerin kurallarını ve nasıl yürüdüğünün unutulmaya başlamasıdır”.
Psikiyatrist Lucas Spanemberg olumsuz yalnızlık deneyimiyle ilgili olarak, “Yalnızlıkta izolasyon artık kitap okumak veya doğayla temas halinde olmak gibi bir refah deneyimi sağlamak yerine; yalnızca evde kalmak, alkol ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddeleri kullanmak ya da şiddete başvurmak gibi zararlı alışkanlıklarla sonuçlanır” diyor.
Psikiyatrist, yalnızlığın genellikle kişinin kendi sağlığına ve görünümüne dikkat etmemesi, öz bakımını kaybetmesi ve başkasıyla temas kurmanın gerekli olduğu zamanlarda rahatsızlık hissiyle ortaya çıktığını ekliyor.
Bazı durumlarda kişinin kendisi bu işaretleri anlayabilir; diğerlerinde ise yalnız kişinin alışkanlıklarını ve kayıplarını gözlemleyebilecek bir aile üyesinin veya yakın bir meslektaşın yardımı gerekir.
Sorun teşhis edildikten sonra, sosyal izolasyonun kaygı, depresyon gibi daha ciddi bir hal almasına engel olacak bazı müdahale ve bakımlara başvurmak mümkün.
Psikiyatrist Lucas Spanemberg, “Psikolojik veya psikiyatrik bir değerlendirme veya takip yapılması gerekli olabilir” diyor.
Yavaş yavaş, bir sağlık uzmanının yardımıyla sosyal faaliyetleri ve toplumla bağları yeniden başlatmak mümkün olabiliyor.
Kamkhagi, “Parkta hafif bir yürüyüşle yavaş yavaş başlayabilir veya bir arkadaşımıza nasıl olduğunu sormak ve onu özlediğimizi söylemek için bir mesaj gönderebiliriz” diye örnek veriyor.
Lancet yazarları, “Bir sağlık çalışanının yalnızlığı hafifletmek için yapabileceği belki de en yararlı katkı, hastayla anlamlı bir etkileşim kurmaktır. Yüzeysel de olsa bağ kurmak büyük fark yaratabilir” diyorlar.