Yeni Asya Gazetesi, mağdurlardan gelen mektuplar için Mağdur Kürsüsü açtı. Gazete, gelen mağdur mektuplarını yayınlıyor.
Gelen mektuplardan bir tanesi şu şekilde;
Merhaba. Ben eski (…) Başsavcı (…)’nın kızıyım.
17 Temmuz 2016’dan beri babama hasretim. Bu tarihten beri yüzümüz hiç gülmedi.
Sizinle yirmi dört yıllık bir savcının hikâyesini paylaşmak istiyorum. Bu yirmi dört yılın on yedi yılını başsavcı olarak görev yapmış sevgili babamın hikâyesini. Ben adliyelerde büyüdüm, okul çıkışları gidip ödevlerimi yapardım. Daha sonra koridorlarda oyunlar oynardık. Biz adliye personeliyle aile gibiydik. Babam herkesin sorunuyla tek tek ilgilenirdi. Beni de yanına alırdı beraber bütün odaları ziyaret eder hal hatır sorardık. Herkesin mutlu olmasına önem verirdi. Radikal değişiklikler yapmaktan hiçbir zaman korkmazdı. Kendisine doğru gelmeyen şeyi açık açık söylerdi. Dürüsttü, güvenilirdi, çoğu insan babamı severdi. Buraya kadar her şey güzel görünüyor değil mi?
Aslında her şey 2014 yılında başladı. 2014 yılının mayıs ayında babamın ayakları biranda boşalmaya, tutmamaya başladı. Doktora gittiğimizde bize acı haberi verdi. Beyninde ödem toplamış bir tümör vardı ve bu tümör beynine baskı yapıyordu. Babam için en iyi doktorlar araştırılmaya başlandı. Üç gün gibi kısa bir süre sonra ameliyat olacağı söylendi. Tam ameliyata girmeden önce kalbinin arkasında kalmış bir tümör daha olduğunu öğrendik, annem hemen bize söylemedi. Emin olması gerekiyordu.
Babamı ameliyathaneye gönderirken gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Bu yaşlar sayesinde büyük bir sorun olduğunu fark ettim. Çünkü babamı 18 yıllık hayatım boyunca hiç ağlarken görmemiştim. Size o 5 saati nasıl anlatsam, bana 5 yıl gibi gelen o koca saatleri. Anlatamam.
Ameliyat başarılı geçti çok şükür bir sorun olmadı. Bu da doktorumuzun becerisi sayesinde gerçekleşen bir şeydi. Bu gibi ameliyatlar bir çok insanda bir iz bırakıyordu; yürüyememe, zor konuşma vb. Ameliyat sonrasında değişik tahliller sonrası babamın akciğer kanseri olduğunu, hastalığının 4. aşamada olduğunu öğrendik. Vücudunun değişik yerlerine kanserli hücreler yayılmıştı. Kemoterapi, radyoterapi daha neler neler..
Her şey düzeldi babam artık iyileşti dediğimiz anda tekrar başa döndük. O yaşadığımız çaresizliği hiç unutmuyorum. Benzin almak için durmuştuk, babam sendelemeye başladı. Gördüğüm anda yanına koştum, her şey babama düşmeden önce yetişmeme bağlıymış gibi koştum. Düşerse hasta olacaktı, tutabilirsem babam tekrar sağlıklı olacaktı.. Yetişemedim.. Diz kapaklarının üstüne düştü. Gözlerimden süzülen yaşları silmek zorundaydım, güçlü olmak zorundaydım. Annemle hiç konuşmadan bakıştık, ikimiz de durumun farkındaydık.
İkinci ameliyat, ilk ameliyattan tam bir yıl sonra 2015 mayıs ayında gerçekleşti. Ameliyat sonrası bütün beynine radyoterapi gördü. Bu sayede beyninde ne var ne yoksa radyasyona maruz kaldı. Bu durum ileriki zamanlarda bir gözünün görme yetisini %95 kaybetmesine neden oldu. O zamanlar babama baktıkça içim acıyordu. Saçlarının hepsi dökülmüştü, bazen yemek yemeye bile hali olmuyordu, sürekli uyuyordu. Geceleri sessizce gidip nefes alıp almadığını kontrol ediyordum. Bir kız çocuğu için babasını bu halde görmenin ne demek olduğunu eminim tahmin edebilirsiniz. Ailecek babamın üstüne titredik, üşümesin, aç kalmasın, bunu da yesin, uykusu var ses yapılmasın..
Size kısaca durumu özetledim. Benim babamın yürümeye hali yoktu. Bir kaç kere dengesini kaybedip düştüğü oldu. Aşık olduğu mesleğini yapamıyordu..
15 Temmuz günü olanları biliyorsunuz tekrar anlatmayacağım. 17 temmuzda evimize polisler ve bir savcı amca geldi. Yüksek yargı üyeleri hakkında suçüstü hali olmadan arama yapılamamasına rağmen yasadışı bir şekilde evimizde arama yapıldı. Annem babamı götüreceklerini anladığında 2 yıldır çalışmayan, kanser hastası olan bir insanı siz nasıl gözaltına alırsınız dedi. Savcı amca durumu öğrenince babamı götürmekten vazgeçti ama emin olmalıydı başsavcı vekilini aradı, o da alın dedi. Babam gayet sakin, olacakları çoktan kabullenmiş bir haldeydi. Benim ağladığımı görünce yüzü kızardı, o haldeyken bile bana moral vermeye çalışıyordu. Çünkü ben babamın küçük kızıydım, üzülmeme izin veremezdi. Canım babam.. Polis amcalar babamı götürürken düşündüğüm tek şeyin inşallah kelepçeyi arkadan takmazlar, babamın omuzları ağrır olduğunu hatırlıyorum. Eğer takmış olsaydılar tartışacaktım, kendimi hazırlamıştım (Babam kıyafetlerini giyerken bile omuzlarını çok zorlayamaz).
İşte böyle bir insan 21 Temmuzda Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlaması ile tutuklandı. Gözaltı sürecinde 5 gün adliyede sabahladık. Bir kez olsun adliye binasının önünden ayrılmadık. Babam avukatı aracılığıyla üşüdüğünü söylemiş, battaniye istemişti. Babamın üşümesi bu dünyada başıma gelebilecek en korkunç şey. Abartmıyorum, kanser hastalarının çoğu soğuk algınlığı sonucu dünyadan ayrılıyorlar ki benim babam yaz kış demeden içine içlik giyer. Üstüne titrediğimiz babam adliye koridorlarında demir sandalyeler üstünde tam beş gün yattı. O beş günün babamsız yaşayacağımız 9 ayın habercisi olduğunu nereden bilebilirdim.
Kurban bayramının ilk günü babam aradı, hücreye alındığını söyledi. Alın size bayram. Tam 15 gün hücrede kaldı. Hayatımın en korkunç 15 günü. Ne televizyonu vardı ne başka bir şeyi. Küçük bir radyosu varmış sürekli TRT dinliyormuş. Hapishane türkülerini ezberledim diye ilk açık görüşümüzde hava attı bizlere :). Canım babam..
Değişik yerlere başvurularda bulunduk. Çok sevgili adli tıp kurumumuz babamın sağlıklı(!) bir 4. dereceden kanser hastası olduğuna karar verdiği için tutukluluk halinin herhangi bir sorun teşkil etmediğine karar verdi. Aynı raporda ‘’ortalama yaşam beklentisinin 8-10 ay ve 5 yıllık sağ kalım oranının yaklaşık %4 oranında olduğu’’, ‘’herhangi bir nöbet halinde acilen hastaneye kaldırılması gerektiği’’ de yazıyor. Bunları ben uydurmuyorum tam sekiz doktor tarafından imzalanmış adli tıp kurumu raporunda yazıyor. Trajikomik.
Yemek yerken şu anda ben bunu hak ediyor muyum diye düşündüğünüz oldu mu? Gece ağlayarak uyanıp bir daha uyuyamadığınız oldu mu? Peki ya azıcık tebessüm ettim diye geriye kalan tüm günü kendinize zehir ettiğiniz oldu mu? Sınavlarıma babam mutlu olsun diye çalışıyorum, babam mutlu olsun diye yaşıyorum. Her hafta görüşe gittiğimde gözlerimdeki hüznü babam görmesin diye çaba sarf ediyorum. Sakın babam üzülmesin.. Her görüş günü acaba bugün nasıl görünüyor, zayıflamış mı kilo mu almış diye kendime soruyorum, gözlerimle babamı tartıyorum. İnsan unutuyor mu? Asla. İnsan kabulleniyor mu? Asla. İnsan sadece alışıyor. Biz 9 aydır herhangi bir şeyin olmasını bekliyoruz, iddianameyi geçtim artık. Bu gidişle o iddianamenin asla yazılmayacağını anlıyorum. Ben babamı istiyorum. Ben babamla geçirebileceğim sayılı 9 ayımı geri istiyorum, daha fazla geç kalınmadan birileri sesimizi duysun istiyorum. Bir kereliğine kendinizi benim yerime koyun istiyorum. Biraz vicdanı olanlara, sevgilerimle..
*Mesaj sahibinin kimlik bilgileri Yeni Asya’da mahfuzdur.