Çeşitli kurum ve kuruluşlara yansıyan, neredeyse bütün gazetecilere gönderilen mağdur mektupları her geçen gün daha da artmakta. Suçlarını dahi bilmeyen binlerce kişi ne yapacaklarını şaşırmış bir halde feryat ediyor.
Mektuplardan biri şöyle:
Ben yaşlı bir anne ve aynı zamanda babaanneyim. Üç çocuğum var. İki evladım farklı şehirlerde yaşıyor, üçüncü oğlum Ömer ile aynı şehirde yaşıyorduk.
Ömer’in oğlu olduktan sonra, gelinim Arzu’nun kalp rahatsızlığı olduğunu öğrendik, ciddi bir rahatsızlıktı. Gelinimin rahatsızlığı çok ciddi olduğu halde ikinci çocuğunu dünyaya getirdi. Şimdi torunlarımın biri yurtdışında okuyor, diğeri ise dört yaşında.
Oğlum ve gelinim, kimseyi incitmeyen, etrafinda cok sayılan ve sevilen insanlardı.
Bir sabah beraber yola çıktık. Oğlum ve gelinim uzun zamandır göremedikleri oğullarını, küçük torunum da abisini görmeye gidecekti.
Havaalanında hepimiz uçak saatinin gelmesini bekliyorduk. Saat sabah 04:00 gibiydi. Biz onları uğurlamayı beklerken, onlar aniden kayboldular. Ne yapacağımızı bilemedik. Birden etrafta polisler belirdi, biz de onlara sorduk. Çocuklarımdan haber yoktu. Karakola gittik, havaalanında tutuluyor dediler. Oraya tekrar döndük ama bize cevap veren yoktu.
Polislerden birine, “Torunumu bari bize verin o daha dört yaşında çok korkmuştur, ne olursunuz.” dedik. Cevap bile vermediler.
Zaman geçiyordu, ama bize her saniye bir yıl gibiydi. Saat 17:00 gibi polislerin yanında çocuklarımı gördüm, bir yere götürülüyordu. Torunum uyumuştu. Polislerden biri onu kucağına almıştı.
Annesinin kucağını bile çok görmüşlerdi torunuma.
Sonraki zamanlarda gelinimle görüştüğümde bana, “Anne o günü hatırlamak bile istemiyorum, beni çok hırpaladılar, oğlumuzu da yalniz bir odaya koydular.” dedi.
Bu nasıl bir vicdandı!
Ben torunumu zorla polisin elinden aldım, yoksa götüreceklerdi. Ömer ve Arzu’yu onbir gün gözaltında tuttular.
Gelinimin kalp rahatsızlığı daha da arttı. Bu rahatsızlığını bile bile mahkemeye çıkarıldığı gün tutuklandı. Ailecek yıkıldık.
Tam beş ay oldu hapishaneye gireli. Rahatsızlığı her geçen gün artıyor.
Torunum anne ve babasını görmeye gitmeden önce bana soruyor: “Babaanne, telefonla mı konuşacağız yoksa annemin kucağında mı oturacağım?” diyor.
Ben telefonla dediğim zaman, ağlıyor ve gelmek istemiyor. Kucağında oturacaksın dediğim zaman sevincini görmeniz gerekir ki, bu kelimelerle anlatılamaz.
Ziyaretlerimiz böyle oluyordu, onlar içerde evlatlarını özlüyor, evlatları dışarda onları.
Gelinimi her ziyaret ettiğimde, biz üzülmeyelim diye “Anne ben iyiyim” derdi, ama bu hafta gelinimi ziyarete gittiğimde bunu söylemedi.
Psikolojik işkence ediyorlar dedi. Sabah erkenden arama var diyerek koğuşlara gardiyanlar giriyor, ellerindeki copları oraya buraya vurarak etrafta yatan insanları küçük düşürücü laflar söylüyorlar, herkes yatağından ya düşerek kalkıyor ya da aniden fırlıyor.
Zaman geçtikçe hastalığı daha da ilerledi. Sürekli acile kaldırılıyormuş. Kalp kapağının değişmesi gerektiğini söylemiş doktorlar… Hegün biraz daha yorgun düşüyor gelinim. Gardiyanlar koğuşa geldiklerinde gelinim birçok defa bayılmış. Ciddi şekilde kilo vermişti. Hastalığı ortamın sağlıklı olmaması ve sağlıklı beslenememesi gelinimi bu hale getirdi. Tutukluluk surecinde kalp krizi geçirdi. Bunlar yaşanmasına rağmen halen tutuklu. Gerekli itirazlar yapıldı. Ama tutukluluğu halen devam ediyor. Gelinim şuan diri diri mezarda adım adım ölüme gidiyor. Bugün Arzu’mu görmeye gittim de bunu daha iyi anladım. Her zaman ilk o gelirdi görüşmeye, uzun süre bekledik ama bir turlu gelmiyordu. Artık gelmeyecek sanmıştık ki, baktık yavaş yavaş geliyor. Oturmaya, konuşmaya, hatta elini cama kaldırmaya bile hali yoktu. Anne dedi; “Ben burada her gün mezara giriyorum“ ve başladı ağlamaya. Bu ne zamana kadar devam eder bilinmez. Ben yaşlı halimle, gelinim hasta haliyle torunum ise küçücük yaşında bu sıkıntılarla boğuşuyoruz. Bir an önce bu kâbuslu rüyadan uyanmak istiyoruz.