HABERDAR / BİLGEHAN UÇAK (RÖPORTAJ) – HDP milletvekili Filiz Kerestecioğlu ile dokunulmazlıklardan başlayıp ‘feminist mücadeleden’ ne anladığına kadar pek çok konuyu konuştuk. Çözüm Süreci’ne mutlaka geri dönüleceğini söyleyen Kerestecioğlu, bunun sadece naif bir söylemle değil, kararlılıkla olacağının da altını çiziyor.
HDP ve diğer üç parti gibi bir ayrım var herhalde. Ne yapmayı düşünüyorsunuz? Geleceği nasıl görüyorsunuz? Dokunulmazlıklara karşı tavrınız ne yönde olacak?
Geleceği umutsuz gören bir insan hiç olmadım. Belli bir yaşa geldim…
Söylemeyin, yazmayacağım!
Çünkü başka türlü yaşanmayacağını düşünüyorum. Umudu kaybedemeyiz, umudun ve özgürlük mücadelesinin bütün toplumları ileri götürdüğüne inanıyorum. Bu uğraşların en sonunda belgeler, kurallar hatta kanunlar haline geldiğini görüyoruz. Mesela, insan hakları mücadelesinden nasıl vazgeçilebilir? Umudu bu yüzden kaybedemeyiz. HDP’nin verdiği mücadele de buna benziyor. Özgürlükleri ve insan haklarını bir bütün olarak, ayırmadan savunuyoruz: Kürt Özgürlük Hareketi de bunun içinde, kadın kurtuluş hareketi de, çocukların cinsel istismara maruz bırakılmaması da, hayvan hakları da, engelli hakları da, LGBTİ hakları da… Bizim söyleyecek yeni bir sözümüz var! 7 Haziran öncesinde toplumun kucakladığı da bu oldu zaten.
Sonrası korkunç…
Sonrasında ise çok ciddi bir algı operasyonu başlatıldı ve de bir savaş çıkartıldı. Özellikle vurgulamak istiyorum: Savaş çıkartıldı!
PKK’nın bu süreçteki tavrını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce HDP “iki ateş arasına” sıkışmış vaziyette mi? İki polisin meçhul bir şekilde öldürülmesiyle başladı -kâğıt üstünde- her şey.
O ölümler hâlâ şüpheli. Şimdi bakın, devlet olmakla örgüt olmak arasında fark var. Yani, 30-40 yıldır bir mücadele yürüten bir örgütten bahsediyoruz. Zaten devletin politikaları yüzünden gitgide büyüdü. Seksenlerde küçük bir örgüt varken bugün ciddi bir birikimden söz ediyoruz. Bu gerçekliği inkâr edemeyiz. Ayrıca, devletin yürüttüğü politikayla onun yürüttüğü politikayı da karşılaştıramazsınız. Çünkü devlet her durumda vatandaşını korumak ve haklarını gözetmek durumundadır. Gerekli önlemleri alması gereken de devlettir. Ama Suruç’a, Ankara Garı’na baktığınızda devletin herhangi bir önlem aldığını görüyor musunuz? Oysa bugün istihbarat bilgilerinin verildiğine dair güçlü belgeler ortaya çıkıyor. Bu yapıya kuşkuyla baktığınızda örgüt ile devleti de birbirinden ayırırsınız. Örgütün hatası olabilir, olmayabilir de, ben ona bakmak zorunda değilim. Muhatabım devlettir. Halk olarak talebi devlete, yönetenlere iletirim. Bu savaş politikasında eli sürekli yükselten de onlardır, unutmamak gerekir. Türkiye’nin umudunu yok ediyor devlet bu tavrıyla. Şiddetin her türlüsüne karşı olduğumu bir kez daha ekleyeyim. Eskiden, Hortum Süleyman lakaplı korkunç bir polis, travestilere hayatı dar etmişti… Ona karşı da mücadele ettik. Çocuklara karşı yapılanlar… Ne olursa… Şiddetin her türlüsüne karşıyım. O yüzden kimse bana “onu kına, bunu kına” demesin! Neyi kınasak da sadece istediklerini duyuyorlar!
HDP’nin tavrı ne burada?
HDP, demokratik siyaset yapmaya çalışıyor, karşılığında da meclisten atılmak isteniyor. Böyle bir durumda siz kalkıp da PKK savaşı yükseltti mi diye sorabilir misiniz gerçekten?
Sorabilirim bence.
HDP ne yaptı da TBMM’den atılmak isteniyor peki?
Korkunç bir şey o.
Yüzde 13 oy almaktan başka ne yaptık?
“Seni başkan yaptırmayacağız” deme “suçunu” işlediniz.
Evet! Onun dışında ne yaptık? Herkese bunu sormak istiyorum! Biraz sorgulayın, iktidardan gelen bilgilere biraz olsun şüpheyle yaklaşın. Kendinize sunulan her şeyi kabul etmeyin ne olur! Basın mı var ortada? Türkiye’nin en meşhur gazetecileri bile yaptıkları haberlerden ötürü hapse girdiler, çoğu da tehdit altında! Aynı şey akademisyenlerin de başına geldi. Hiç mi kuşku duymuyorsunuz bunlardan? CHP’lilere de sormak istediğim bir şey var. HDP’yi bırakın bir kenara, siz barış için ne yaptınız bugüne kadar? Bu ülkeye mutluluk getirmek, huzur getirmek için ne yaptınız? Yanlışlarımız olabilir ve bunlara gelecek haklı eleştirilere de açığım. Açığız.
Hatasız kim olabilir, hangi kurum olabilir…
Sadece yıkıcı ve olmayan bir algıyı yaratmayı kabul etmiyorum. HDP’ye yapılan da bu…
Altan Tan’ın bir açıklaması vardı: “PKK’ya silah bıraktırmaya gücümüz yetmedi.” Onun için ne düşünüyorsunuz?
Böyle bir güç mücadelesi yok. Bizim yürüttüğümüz politikadan bakınca gördüğüm şudur: Bu savaşı sürdürme konusunda en kararlı olan devleti yönetenlerdir. Sivilleri dahi gözetmeyecek, insanların boşalttıkları evleri dahi tahrip edecek, onların yatak odalarına girecek, çamaşırlarını etrafa saçacak, ırkçılık yapacak… Böyle bir politika var şu anda. Ergenekon’la tekrar biraraya gelen devlet fabrika ayarlarına geri dönmüştür bence. Orada, defalarca ateşkes ilan etmiş de bir örgüt var aslında. Bunu gözardı etmemek lazım. Bu özellikle yansıtılmıyor… Ayrıca biz kimseye söz geçirmek üzerine bir politika kurmak değil, kendi özgürlükçü, demokratik siyaset politikamızı yürütmek durumundayız diye düşünüyorum.
Çözüm Süreci için ne düşünüyorsunuz?
Mutlaka dönülecektir. Başta söylediğim umut ve barış kararlılığı o süreci yeniden canlandıracaktır. Şunu da ekleyeyim: Ben burada en çok kadınların gücüne inanıyorum. Yıllardır feminist mücadele içinde yer aldım ama barış için bu söylediklerime hiç bu kadar inandığım bir dönem olmamıştı. Barışı getirecek olan kadınlardır. Ezilmişlikleri ortadan kaldıracak da onlar.
“Feminist mücadele” kavramını biraz açar mısınız?
Türkiye veya dünya fark etmez, hayatın “erkek egemen” bir şekilde sürmesine isyandır. “Vali olamıyoruz, devlet karşısında eşit olamıyoruz” gibisinden genelgeçer bir şey de değil… Ben eşitlikçi bir feminist değilim çünkü. Daha radikal düşüncelerim var. Bu militarist sistemin ve kapitalist vahşiliğin bu sistemle iç içe olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, feminist mücadele, benim anladığım şekliyle, bütün sistemi dönüştürecek bir mücadeledir. Daha özgürlükçü, daha eşitlikçi bir dünyanın kurulmasına giden bir yoldur. Nerede olursa olsun, parlamentoda kaç kadın var gibi, şu mevkilere kaç kadın gelmiş diye yaklaşmıyorum feminizme ben. Bir yerde kapitalizm ve militarizm varsa toplumsal cinsiyet rolleri de devam ediyor demektir. Erkek egemen sistemin korkunçluğunu tüm dünyada mültecilerde de görebiliriz. En büyük acı bugün onların kadınlarına yaşatılıyor…
IŞİD’in eline düşen kadınlar…
Sadece o da değil. Ya Kürt illerinde yaşananlar? Ekin Wan’ın ölü bedeninin başına gelenler? Evlere girip prezervatif bırakmalar? Duvar yazıları? Hep kadınlar üstünden yürütülüyor bunlar… Meclis’te geçenlerde ne oldu, onu anlatayım: Bir AKP milletvekili, Meral Danış Beştaş’a “çirkinsin sen, çirkin kadın” dedi.
Feci…
Meclis kürsüsünden hem de! Hakan Çavuşoğlu adı. Bin kişinin politik olarak düşüncesini beğenmeyebilirsin ama saygılı olmak zorundasın. Buna karşı “sen çirkinsin” diye bir politika üretilebilir mi? 11 kere söylemiş! Meclis kürsüsünden tam 11 kere çirkin demiş! İşkenceci polislerin devrimci kadınlara yaptıkları da buydu. Hep böyle söylerlerdi, akıllarınca kadınları aşağılamak için! Kısacası feminist mücadele uçsuz bucaksız bir mücadeledir.
Hiçbir olayın faili bulunmuyor. Bu devletin teşvik edici rolüne dair bir delil olabilir mi?
Önce şunu söyleyeyim. Ben naif bir insan olabilirim ama barış sadece naif bir söylemle gelmiyor, gelemiyor. Kararlı olmak lazım, masaya oturulması lazım. Müzakereden başka bir yolu yok bunun. İngiltere ve IRA örneği önümüzde. Bugün Türkiye’nin trajikomik biçimde arabuluculuk yaptığı Filipinler’de de aynısı yaşandı. Kınamak bir şeyi çözmüyor. “Kınıyor musun, kınamıyor musun?” sorusuyla ya da “terör, terör” diyerek barış gelmiyor işte. Ermeni Soykırımı konusunda da diğer partilerin birleşerek yaptığı bu değil mi? O sorgulamayı yapmamak. Ne Osmanlı ne de Cumhuriyet olan İttihat Terakki ile kendini bu kadar bütünleştirmek anlaşılır gibi değil. Onun tarihi yükünü neden hâlâ taşıyalım? Bırakın artık yaraları saralım.
CHP’den ilk kez çatlak sesler çıkmaya başladı…
E artık gerekmiyor mu? Selina Doğan, bu sözü söyleyerek çok doğru bir tavır aldı.
Cezasızlığa dönersek… Miting yapamamanıza bile yol açtı bu…
İkinci seçim öncesinde insanlar ciddi biçimde korkutuldu. Yaşayacak bir hayatımız var. Sandığa gitmemiş ya da benimsemediği halde AKP’ye oy vermiş insanlar da olduğunu tahmin ediyorum. “İstikrar” çok netameli bir söz ve buna çağrı yapılması için o savaş ortamı yaratıldı. 7 Haziran öncesindeki coşkulu ortamla bir sene sonrası arasında çok büyük bir fark var yok mu? Daha anca bir sene oldu! Bu yaratılan ortam insanları etkiledi. Sadece AKP de değil, hesaplaşmamak ve cezasızlık bu toprakların kadim bir geleneğidir. O kadar ki, muhalifler de bile vardır! Özeleştiri vermek makbul değildir burada. Özür dilemek, “ben hatalıyım” demek yerine hep inkâr… Ne Berkin Elvan’ın annesi, ne Ali İsmail’in annesi, ne Hrant’ın yakınları adalete ulaşabildi…
Ne Cumartesi Anneleri, ne Berfo Ana…
600. hafta ve hâlâ adaleti arıyorlar. 12 Eylül’le bile yüzleşilemedi. Bir lider gelip sihirli bir dokunuş yapmayacak oysa! Eğer mahallende bir çukur varsa ve bir çocuk oraya düşüp ölüyorsa ve sen buna karşı çıkmıyorsan, bir şey talep etme hakkın olamaz. Yoğurtçu Parkı’nda yürüyüş yapan bir genç kadın kamyonun altında kaldığında, annesi mücadele edip çırpınırken ne yapıyorsun mahalle olarak?
HDP’nin siyasi hayatını “Seni başkan yaptırmayacağız” söyleminden öncesi ve sonrası diye ikiye ayırabilir miyiz? Malum, ondan sonra bir anda istenmeyen çocuk ilan edildi…
Sadece buna bağlarsak, demin söylediğim ve bizim parti olarak savunduğumuz ilkeleri nereye koyacağız? HDP’nin varlığını inkâr etmek gibi olur bu. Ayrıca, her şeyi Tayyip Erdoğan’a bağlamaya, onun şahsına endekslemeye de karşıyım ben. Yani, hangi insanın böyle bir gücü olabilir? Yanıltıcı bir şey bu, mücadele gücünü zayıflatıyor. Tayyip Erdoğan’ı, bugün devlet refleksini ele geçirdiği için böyle eleştiriyoruz ama bu bir gelenek. 7 Haziran öncesinde, her hakkı kucaklayan bir HDP vardı. Hâlâ da kucaklıyoruz. Ama şunu da düşünmek lazım: Her anlamda farklı bir Rojava’nın olmasını, bırakın Erdoğan’ı, dünya ister mi? Ben bundan da kuşkuluyum. İnsanlar genel bir kapitalizm kuşatması içinde yaşarken daha özgürlükçü düşüncelerin, daha çoğulculuğun var olduğu bir düzeni görürse onu isteyecektir… Daha önemlisi, talep edecektir.
Ben Rojava’nın kapitalist düzene meydan okuma ihtimalini çok naif buluyorum. Kapitalizm, kaç Rojava eskitti…
Ama böyle düşünürsek dünyayı değiştirme iddiamız son bulur. Hep biz değiştiriliyor oluruz. Ben buna inanmak istiyorum açıkçası. Dünya daha özgür, daha eşitlikçi bir dünya olabilir. Buna inanmasak neyin mücadelesini veriyoruz? HDP de bence bunun mücadelesini veren bir çocuktu…
Haşarı bir oğlan!
Hayır, kız!
Sizi biraz kızdırmak için bilerek söyledim… Peki, kız…
Evet, daha doğru çünkü HDP bir “kadın partisi”.
Sizi TBMM’den atabileceklerini düşünüyor musunuz?
Tek kelimeyle hayır. Toplum buna izin vermeyecektir. Zor ve şiddet kullanarak bir şey yapmaya çalışabilirler tabii ama bunun kolay olacağını hiç zannetmiyorum. Ayrıca bugün gitsek yine geliriz…
Sevgili Cengiz Çandar’ın “Kürtler için iyi olan Türkiye için de iyidir,” diye bir mottosu vardır. Mezopotamya Ekspresi’nde vurgular. Bu söz için ne düşünüyorsunuz?
Geçmiş dönemde ben de şöyle derdim: “Kadınlar için iyi olan Türkiye için de iyidir!” Ayrımcılık, ezilme… Bunlar hep ortak. Ama ekleyebiliriz de: Çocuklar için iyi olan da, engelliler için iyi olan da, LGBTİ’ler için iyi olan da, doğa için iyi olan da Türkiye için iyidir!
KAYNAK: HABERDAR / BİLGEHAN UÇAK