BİLGEHAN UÇAK / (RÖPORTAJ)
Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay, Bülent Arınç‘ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘a ve AKP yanlısı medyaya açık göndermeler içeren açıklamalarının ardından AKP’de yaşanan çatlakla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Günay, “Türkiye yeni bir siyasal umut arıyor. Bugünkü iktidar aşınmış, yıpranmış görünüyor; muhalefet de yorgun, umut vermiyor. Demokrasiyi, ekonomik gelişmeyi ve toplumsal dayanışmayı içtenlikle sahiplenen, devlet yönetiminin temeline adalet ve saydamlığı koyan, çoğulcu, katılımcı yeni bir siyasal harekete ihtiyaç var” dedi.
“17 Aralık’tan bu yana demokrasiden, hukuk devletinden, saydamlıktan, katılımcılıktan, diyalogdan, içerde ve dışarda barışçılıktan uzaklaşıyoruz” diyen Günay, “Şimdi de bunun bedellerini ödüyoruz. Yatırım azalıyor, turizm geriliyor, işsizlik çoğalıyor; buna bağlı olarak milli gelir düşerken, hayat pahalılığı artıyor ” ifadesini kullandı.
ALTI AY DEĞİL, DÖRT YIL GEÇTİ. GELDİĞİMİZ YER ORTADA
Öncelikle Suriye meselesini sormak istiyorum. Neredeyiz? Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?
Suriye konusunda Türkiye, bedelini daha uzun yıllar ödemek zorunda kalacağımız yanlışlar yaptı. Arap Baharı denilen kaos ortamında Mısır, Tunus gibi ülkelerde yönetimin hızla el değiştirmesine bakarak, Suriye’de de benzer bir sürecin yaşanacağı sanıldı. Suriye’nin tarihi ve jeostratejik özellikleri göz ardı edildi. Sonuçta, hem Suriye’de rejim ve yönetim değişmedi; hem de Türkiye’nin güneyinde herkesi içine çeken bir girdap oluştu. Bu girdap şimdi Türkiye’yi de içine çekiyor. Bir noktanın altını çizmek isterim. Kendi payıma bunları bu felaket noktasına geldiğimizde söylemiyorum. 2011-12’de bir hükümet üyesi olarak da bu kaygılarımı ifade ettim. Yetkili arkadaşlar sorunun “altı ay içinde” sona ereceğini söyleyerek yola devam ettiler. Altı ay değil, dört yıl geçti. Geldiğimiz yer ortada.
Hemen ardından Doğu’da yaşananları soracağım… Korkunç fotoğraflar geliyor…
Doğu ve Güneydoğu’da durum vahimin ötesinde. Türkiye, 30 yıldır ekseninde PKK olan bu sorunla uğraşıyor. Hiçbir zaman bu kadar çatışmalı, bu kadar direnen, şehir içlerinde kadar yayılan bir süreç yaşanmadı. Bugünkü tablonun birkaç nedeni var: İlki, her dönem başka adlar verilen “çözüm”ün ne olduğu konusunda yeterli ve içtenlikli bir tartışma, sahiplenme olmadı. Son dönemde konu kapalı taktik pazarlıklara indirgendi. Kitleler kazanılmaya değil, kişisel pazarlıklardan sonuç alınmaya çalışıldı, olmadı.
Diğer sebep nedir?
İkincisi, Suriye’de tarihe karşı direnen dış politika yanlışlarımız, içerde yeni güvensizliklere ve kopuşlara neden oldu. Türkiye, Suriye’de ÖSO ve Nusra gibi devşirme çetelerle tartışmalı ilişkiler yerine, ilgisini Türkmenler ile Kürtleri korumaya çalışmakla sınırlı ve kararlı tutsaydı, içerde sanırım bu ayaklanmalar olmazdı. Ama, savaşın başında yapılan yığınak hatası, olumsuz etkisini sonuna kadar sürdürüyor.
AKP’nin eski bir bakanı olarak, eski çalışma arkadaşlarınızdan Bülent Arınç’ın açıklamalarıyla başlayan, Hüseyin Çelik, Ertuğrul Yalçınbayır ve Sadullah Ergin’le devam eden eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşundan itibaren büyük emek vermiş, başarısına katkı yapmış insanlar. Eleştirmekte, yanlışları söylemekte -Sayın Yalçınbayır’a haksızlık olmasın- fazla sabırlı davrandıklarını, eleştirmekte de oldukça geç kaldıklarını düşünüyorum. Ancak şimdi eleştirme ihtiyacı hissediyorlarsa ortada önemli sorunlar var demektir. Eleştirilerini düşmanlık olarak görmek yerine, ciddiye almak gerekir.
BUGÜNKÜ İKTİDAR AŞINMIŞ, YIPRANMIŞ GÖRÜNÜYOR
Alternatifsizlikten yılmış birçok insanın beklediği o muhalif hareket ne zaman başlayacak? Sizin bundan sonraki siyasi kariyer planınız nedir?
Türkiye yeni bir siyasal umut arıyor. Bugünkü iktidar aşınmış, yıpranmış görünüyor; muhalefet de yorgun, umut vermiyor. Demokrasiyi, ekonomik gelişmeyi ve toplumsal dayanışmayı içtenlikle sahiplenen, devlet yönetiminin temeline adalet ve saydamlığı koyan, çoğulcu, katılımcı yeni bir siyasal harekete ihtiyaç var. Türkiye’yi bu korku tünelinden, bu karabasandan böyle yeni bir siyasal umudun çıkaracağına inanıyorum. Bu umudun oluşmasına, fikri ve fiili, “özveriyle” katkı yapmakta kendimi borçlu hissediyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptınız. Şimdilerdeyse, gelen son veriler, başta Antalya olmak üzere otellerin patır patır kapanmaya yüz tuttuğunu, satışa çıktığını, odaların hep boş kaldığını gösteriyor. Türkiye, “turistsizlikten” nasıl etkilenecek?
Türkiye, içerde özgürlükçü demokrasiden, dışarda barışçı politikalardan vazgeçmiş görünmesinin bedelini birçok alanda ödüyor, daha yıllarca ödeyecek görünüyor. Turizm, bu bedel ödeyeceğimiz alanların ne yazık ki başında geliyor. Çünkü bir ülkenin genel imajıyla turizm hareketleri doğrudan ilişkili. Biz, Bakanlık olarak 2012 yılında Dünya Turizm Örgütü (DTÖ/WTO) tarafından Avrupa’nın en başarılı organizasyonu seçilmiştik. Türkiye, ekonomik ve demokratik bütün göstergeleriyle iyiye gidiyordu çünkü. Şimdiyse geri gidiyoruz. İçerde hukuksuz ve güvensiz, dışarda kavgalı bir ülke görünümündeyiz. Bu akılla, belki akılsızlık demek daha doğru, gidersek, 2016 ve sonrası Türkiye turizminin çöküş yılları olacak ve yakın zamana kadar büyük başarılar elde eden bir sektörün emeğine, birikimine haksızlık olacak. Turizme de ayrıca, sadece döviz getiren bir sektör olarak bakarsak eksik olur.
Ayrıca, turizm sadece döviz getiren bir sektör de değil, dünyayla entegrasyonu sağlıyor…
Turizm bir ülkenin, bir anlamda dünyaya açılmasıdır. O nedenle sektörün kaybı, sadece döviz kaybı değil, dünya ile medeni irtibatın da azalması demektir.
Döneminizde, çok tartışılan konulardan biri de “ucube” heykeldi. Bugünden geriye baktığınızda, hem o heykelin yıkılma süreci, hem Zeugma’nın açılışı hem de diğer çalışmalarınızı nasıl buluyorsunuz? Sizi en mutlu eden ne oldu; keşke yapsaydım yahut keşke hiç yapmasaydım dediğiniz bir şey oldu mu?
Eylül 2007’den Ocak 2013’e kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptım. Beni çok mutlu eden birçok işi çalışma arkadaşlarımın gayretleriyle başardığımızı söyleyebilirim. Türkiye’nin unutulmuş birçok değeri ayağa kalktı. Arkeoloji, müze-kart, yeni müzeler, kültür merkezleri, Yunus Emre Merkezleri, yazma eserlerin toplanması, yurtdışından binlerce çalıntı eserimizin geri getirilmesi, sinemanın yükselişi, Anadolu’da 25 yeni tiyatro sahnesinin açılması, turizmde dünya çapında başarı ödülleri ve daha nicesi… Bu arada Nazım’ın yurttaşlığının iadesi ile Madımak’tan, üstelik15 yıl sonra, kebabının çıkarılması ve Mem-u Zin gibi eserlerin özgün basımı gibi bazı demokrasi ödevlerini yerine getirmek de bu dönemde gerçekleşti.
AKM’NİN KURTULMASINI SAĞLAYAMADIM
Kötü anılar peki?
Görev dönemimde yurdumuzun hiçbir bölgesinde hiçbir kişiye, kuruma, esere karşı en küçük bir siyasal yahut başka ayrımcılık yapılmadığını övünerek ve güvenerek söyleyebilirim. Ancak, elbette yapamadığım, sonlandıramadığım için üzüldüğüm eksikler de var. Ayazağa’da yıllardır unutulmuş -bugün Uniq Istanbul diye bilinen- bir kültür vahasının kurtulmasını sağlayabildim; ama ne yazık ki, bin türlü engele karşın kaynağını bulup içinde çalışmanın başladığı ama benden sonra hukuksuz biçimde durdurulan AKM’nin kurtulmasını sağlayamadım. Yine Zeugma benzeri ve daha büyük birçok müzenin Van’da, Urfa’da, Hatay’da, Çanakkale’de, Afyon’da inşasına başladım, ama Ankara’da hayal ettiğim müze inşasına başlayamadım. Cer Modern’i ve yıllardır çukur halinde duran Senfoni inşaatının görünür hale gelmiş olmasına bakıp, teselli buluyorum. Bütün bu süreçte, eleştirmek için bulup söyledikleri hemen tek konu Kars’ta yarım kalan ve kaldırılan heykel çalışması. Bunun hesabı sorulacaksa, sanırım bana değil, böyle bir çalışma yapılırken yer seçimine gerekli özeni göstermeyen yerel yöneticilerle Koruma Kurulu’na ve bir sanat eserine karşı kaba ve yakışıksız nitelemelerde bulunan sözlerin sahiplerine sorulmalıdır.
Yassıada’nın “dönüşümü” hakkındaki fikirleriniz nedir? Bize AKP’nin yapmak istedikleri hakkında bir fikir veriyor mu sizce?
Yassıada içimizde bir hüzün vesilesidir. Tarihen ve bugün. Ben 2011’de Yassıada’yı orada yaşanan acılara saygıyla, aslına uygun bir “yüzleşme ve anı müzesi” yapmak istedim. Sessizce, düşünerek ve öğrenerek saygıyla gezilebilecek bir müze ada. Benden sonra iş bir müteahhitlik projesine dönüşmüş; oteller, lokantalar, salonlar. Ne diyeyim? Istanbul bir ‘kupon’ arsaya dönüşmüş; her metrekaresi bu muhafazakâr taarruzunun bedelini ödüyor!
UCUBE BİR YÖNETİM ARAYIŞI
Türkiye’nin “demokratikleşme meselesini” Başkanlık Sistemi’ne bağlayanlar var. Ergun Özbudun’dan anayasa yapmasını isterken şimdi ne hallere geldik… Ne düşünüyorsunuz?
2007 Seçimi sonrası Anayasa Komisyonu’nda Sayın Prof Özbudun’la çalıştık. O zamanki arayış, parlamenter demokrasiyi daha sağlıklı hale getirmekti. Ne yazık ki, çalışmalara muhalefet anlayışla yaklaşmadığı gibi, iktidar da sebatkar davranmadı. Şimdi bambaşka bir tartışma yaşıyoruz. “Türk Tipi Başkanlık Sistemi”, ABD’ye benzer demokratik bir anayasal model değil; ucube bir yönetim arayışı. Bütün tartışmalar bir yana, ben Türkiye’de devletin tepesinde bulunan kişinin -ister Mecliste seçilmiş olsun, ister doğrudan- “tarafsız” olmasını çok çok önemli ve hayati sayıyorum. Bizim gibi, etnik, mezhepsel ayrımların yaşandığı, toplum yapısının yeterince homojen olmadığı bir ülkede, siyasi taraflılıkların üstünde, bütün milletin tarafsızlığına güvendiği kişi ve kurumlar olmazsa, birliğimizi koruyamayız, bölünürüz!
Belki hiçbir zaman tarafsız cumhurbaşkanı olmadı ama bu son bir yılki gibisi de olmadı…
Son bir yılda yaşadıklarımıza lütfen bir de bu gözle bakınız. Devletin tepesinde, “milletin birliğini temsil eden” tarafsız bir kurum görünmediği için giderek ayrışıyor, çatışıyor, kamplaşıyor, bölünüyoruz! Evet, avazım çıktığı kadar haykırarak bu tehlikeye işaret etmek istiyorum: Bölünüyoruz!
17 ARALIK’TAN BU YANA DEMOKRASİDEN, HUKUK DEVLETİNDEN UZAKLAŞIYORUZ
AKP’de bir “yol ayrımı” yaşandığı muhakkak. Nerde ayrıldı yollar? Demokratikleşme meselesinde siz neredesiniz, eski partiniz nerede -ve muhalefet ile Türkiye kamuoyu?
Geldiğimiz yer, siyasi taraflılıkların dar bakış açılarıyla önümüzü göremeyeceğimiz kadar karanlıktır. Buradan hızla hukuka, barışa, diyaloğa, ezcümle demokrasiye dönmemiz gerekiyor. 2012 sonundan, 2013 Haziran’ından, 17 Aralık’tan bu yana demokrasiden, hukuk devletinden, saydamlıktan, katılımcılıktan, diyalogdan, içerde ve dışarda barışçılıktan uzaklaşıyoruz. Şimdi de bunun bedellerini ödüyoruz. Yatırım azalıyor, turizm geriliyor, işsizlik çoğalıyor; buna bağlı olarak milli gelir düşerken, hayat pahalılığı artıyor. Türkiye, bölgesinde ve dünyada yalnızlaşıyor. İçerde basını, aydınları, muhalif sesleri susturarak, doğru söyleyeni kovarak sağlıklı, esenlikli, güvenlikli bir yere çıkılamaz. Vaziyet ve manzara-i umumiye budur! Siyasi hırsın sonu felakettir. Biraz tarih bilmek, İttihatçılar, Osmanlı’nın; Saddam, Irak’ın, ırkçılık, Yugoslavya’nın nasıl canına okudu, bunlardan haberdar olmak çıkış yolunu bulmamıza yardımcı olabilir. Tarih, ibret almak içindir. İbret alınırsa tekrar etmez. Alınmazsa benzer felaketler yeniden ve -Allah korusun!- daha ağır yaşanabilir. Ülke, hırs, öfke, kin ve korkuyla değil, sağduyuyla, suhuletle, akılla ve bilgiyle yönetilir.
Çarşamba gün gene bir bomba patladı Ankara’da. Bu artık kimbilir kaçıncı… İstihbarat zaafiyeti mi yoksa başka bir şey mi?
Ne yazık ki bu tür olaylar, önceki yıllara oranla son zamanlarda çok arttı. Korkarım benzer acı olayları yaşamaya da devam edeceğiz. Çünkü Türkiye, -başta Suriye olmak üzere- bölgedeki olumsuz gelişmelerden kaçınılmaz olarak etkilendi. Suriye iç savaşından uzak durmayı önerirken, -kendi payıma- bu tehlikeye işaret etmeye çalışmıştım. Suriye de ne idüğü belirsiz gruplarla ilişkinin bizi, Afganistan yüzünden Pakistan’ın düştüğü duruma düşüreceğini görmemek, ancak dünyadan habersiz ideolojik körlükle mümkündü. Öte yandan Kürt sorununun diyalog yönteminden vazgeçip yeniden çatışmaya dönmesi de güvenlik sorunlarımızı arttırdı. Ki, sorunun bu hale gelmesinde de yine dolaylı olarak Suriye’nin etkisi var. Tam bu noktada, devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinin bu tehlike odaklarına yoğunlaşmak yerine, iç politikaya dönük hayali düşmanlar üretmesi ve onlara yoğunlaşması devletin mücadele gücünü azalttı. Terörle mücadele ve istihbaratta uzmanlaşmış güvenlik elemanları, siyasi ve hayali suçlamalarla görevlerinden uzaklaştırılınca terör ve istihbarat birimleri etkisiz hale geldi. Şimdi bunların bedelini ödüyoruz. Umarım bu zafiyet daha uzun sürmez ve umarım ki Hükümet, başta Suriye politikasını ve içerde sürdürdüğü gerginleştirici politikalarını gözden geçirir ve toplumsal kırılganlığı ortadan kaldıracak, barışçı, bütünleştirici yeni adımlar atar. Aksi takdirde, içerde ve dışarda sürdürülen bu kamplaştırıcı politikalarla Türkiye daha uzunca bir süre esenliğe ulaşamaz.
twitter: @bilgehanucak
KAYNAK: HABERDAR