BİLGEHAN UÇAK / HABERDAR (ÖZEL)
Erendiz Atasü, yirmibeş yaşından beri her gün yazı yazıyor. Kendi edebiyatı içinse Prof Ayşegül Yüksel’den bir alıntı yaparak “karşıtlıkların geriliminden edebiyat yaratmaya” çalıştığını söylüyor. Dün ve Ferda gibi muhteşem bir roman yazan Erendiz Atasü, edebiyatın birçok alanında ürünler vermeye devam ediyor.
Günümüzdeki romancılık hakkında ne düşünüyorsunuz?
Roman türünün günümüzde bunalım içinde olduğunu düşünüyorum. Türk edebiyatıyla sınırlı bir olgu değil bu. Günümüzün gerçekleri çok fazla katmanlı ve değişken. Bütün bu karmaşıklığı yansıtmaya tek bir insanın gücü yetmeyebiliyor. Bu bağlamda kollektif bir sanat olan sinemayı daha şanslı görüyorum. Gerçeklikle baş edemeyen roman, fantezi dünyasına ve simgelere baş vuruyor. Bu alanda ben- kendi okuma serüvenim içinde- 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Ursula le Guinn’den başka gerçek bir usta bulamıyorum. Bir de Gunther Grass’ın Teneke Trampet’ini anımsıyorum.
Edebiyat, sizce de, “çok satanlar” veya “satmayanlar” diye ikiye ayrılmış durumda mı?
Böyle bir ayırım olmaz; bu ne sanatsal ne de bilimsel bir sınıflandırma. Fevkalade gündelik bir bakış açısı. Gerçek sanat kalıcıdır; bugünkü satışla ilgili değildir.
Çok satan romanlar ile “nitelik” arasında bir bağ var mı?
Sanmıyorum. Nitelikli bir eser satabilir de satmayabilir de. Reklam yaptırabilme gücüyle ilgili bir şey, ‘’çok satış’’; bir de okurun güncel hassasiyetleriyle.
Satış için roman yazmak, edebi kaygıdan uzaklaştırır mı? Bir başka türlü sorarsam, her çok satan romanda edebi niteliğin düşük olduğu gibi bir yargıya varmak mümkün mü?
Satış kaygısıyla yazmak, elbette yazarı da yapıtı da yazınsallıktan uzaklaştırır. Gerçek yazar neyin sancısını içinde duyuyorsa onu dile getirendir; ve yegane kaygısı konusuyla biçeminin uyumunu sağlamak olmalıdır. Ama, bütün çok satanlar illa da zayıf eserler olacak diye bir kural da ileri sürülemez. Üstün nitelikli ve aynı zamanda zor bir eser, birtakım rastlantıların bir araya gelmesiyle çok satabilir. Eco’nun Gülün Adı’nı anımsayınız.
Muhteşem bir roman olan Dün ve Ferda belli bir adet basılıp satılırken, başka romanlar 100 binlerle ifade edilen rakamlara ulaşması size ne hissettiriyor?
Dün ve Ferda için güzel görüşlerinize teşekkür ederim. Bir on-on beş yıl önceye kadar haksızlığa uğramışlık duygusu ve öfke doğurabilirdi. Yaş ilerledikçe geçici payelere önem vermemeyi öğreniyor insan, eğer acılaşarak yaşlanmıyorsa. Satışa yönelik yazabilecek bir kişilik yapım yok; ticari, iktisadi, siyasal ve dini bağlantılarım da yok. Olmasını da istemem. Yazdığım her şey kalıcıdır diye bir büyük iddiada bulunamam tabi, ama kimilerinin kalıcı olduğunu düşünüyorum. Türk edebiyatında sağlam bir yerimin olduğunu bilmek bana yetmeli diye düşünüyorum.
“Erendiz Atasü Edebiyatı”na dair bir kitap çıkmıştı 2014’te. Sizin edebiyata yaklaşımınız nedir?
Yazma eylemine yaklaşımımdan söz edeyim dilerseniz. Benim için yazmak yemek yemek, uyumak gibi zorunlu bir yaşam faaliyetidir. Hem sığınağım, hem mücadele silahımdır. Her gün mutlaka birşeyler yazarım. İlla roman ya da öykü pasajları değil, bazen günce, bazen deneme, makale; bazen mektup. Yazmadığım gün, düzenli spor yapmaya alışık bir insan bu eylemden mahrum kalırsa nasıl gövdesinde eksiklik hissederse, ben de öyle hem bedenimde hem duygularımda bir boşluk, bir yaşanmamışlık duyarım. Benim edebiyatım içinse, en hoşuma giden saptamayı, sözünü ettiğiniz kitapta Prof. Dr. Ayşegül Yüksel yapmıştır: “Karşıtlıkların geriliminden edebiyat yaratmak’’.
İlk gençlik döneminizdeki heyecanı hâlâ muhafaza ediyor musunuz?
İlk gençlik dönemimde sadece iyi bir okurdum; çok iyi bir okurdum. Yazmaya yirmi beş yaşımdan sonra, yayımlamaya otuz dört yaşından sonra başladım. Bu demektir ki şu anda 34 yıllık bir emeğim var. Heyecan olmasa yazılamaz zaten. Ama yazar heyecanının içinde kendini kaybetmemelidir. Heyecan kendine hayranlığa döndü mü yazarın işi biter. Heyecansız yazılar kuru ve didaktik olur; edebiyat içtenlik ister. Ama yazarın heyecan kadar ihtiyaç duyduğu başka iki unsur vardır ki onlar olmazsa metinler mahvolabilir… Bu tılsımlı şeyler “denge duygusu” ve kendine ve verimine dıştan bakabilme yetisidir.
Edebiyat neye yarar?
Edebiyat elbette,’’işe yaramak’’ ifadesinin günümüzdeki çağrışımlarıyla, tanıya şükür hiçbir işe yaramaz. Yani insana ne para, ne mal mülk, ne çıkar, ne başkalarını alt edebilme marifeti, ne unvan kazandırır. Sürekli nitelikli edebiyat okumak, okura kendisini, hayatı, duyguları, insan kardeşlerini tanıma olgunluğu kazandıracaktır ki bu müthiş bir hazinedir; tabii değer bilenler için. Yazara ise, psikiyatrinin babalarına bakacak olursak, mutlu bir aşkın doyumunu yaşatır; tabi tersi de geçerli; yani kendinizi ifade edemediğinizi hissettiğiniz zaman da mutsuz aşkın ıstırabı sizi beklemektedir…
Sizi edebiyata yönelmeye iten şey neydi?
Hayat ve içimde gömülü, benden bile saklı edebiyat yeteneğini hayatın basıncıyla keşfetmek.
Bugünkü genç romancılar için ne düşünüyorsunuz? Aralarında beğenerek takip ettiğiniz birileri var mı?
Türkiye’de çok fazla roman basılıyor ve edebiyatçılar dahil çok az kimse dünya ve Türk edebiyatının nitelikli örneklerini yeterince okuyor, diye düşünüyorum. Bizden, artık pek genç değiller ama Ayfer Tunç, Sema Kaygusuz ve Mine Söğüt’ü beğeniyorum.
KAYNAK: HABERDAR