İLHAN TANIR (RÖPORTAJ)
Washington’daki önde gelen düşünce kuruluşlardan Bipartisan Policy Center’in (BPC) ‘’Türkiye görev ekibi’’ birçok farklı düşünce kuruluşu ve anketçilerin tahminlerinin aksine, Kasım ayındaki erken seçimlerde Erdoğan’ın yeniden çoğunluğu elde edeceği tahminini seçim öncesi yapabilmiştı. BPC’nin Ulusal Güvenlik Programı direktörü ve aynı zamanda Türkiye ekibinde de yer alan Blaise Misztal ile görüşerek, bunu nasıl başardıklarını sordum. Misztal, Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’deki trendleri incelediklerini, özellikle MHP’nin Haziran seçimlerinde en çok oyu aldığı şehirlere yakından baktıklarını, bu bölgelerde giderek oyların sessizce AKP’ye geri döndüğünü gözlemlediklerini ve Haziran ayından beri Türkiye’de meydana gelen olayların bunu kolaylaştırdığını söyledi.
Misztal HDP’nin yaptığı bazı taktiksel hataların, adaylarda yaptığı yanlış seçimlerin negatif etkilerinden bahsetti: ‘’AKP’nin, HDP’nin PKK ile işbirliği yaptığı iddiaları birçok Kürt tarafından seçimlerde kabul gördüğü ve HDP’den AKP’ye geçtiği görüldü.’’
‘’Obama, İnsan Hakları ve Demokrasi Konularına değinmemeyi tercih ediyor’’
Başkan Yardımcısı Joe Biden yakın geçmişte Türkiye’ye yaptığı ziyarette yüksek sesle dile getirdiği eleştirilerle ilgili olarak Misztal, ABD Büyükelçisi John Bass’in bir süredir Türkiye’de hükümetin medyaya yaklaşımını eleştirdiğini hatırlattı. Obama’nın Antalya ziyareti ve Paris’teki Erdoğan ile görüşmelerinin terörizme odaklandığını kaydeden Misztal, Obama’nın Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi sorunları hakkında Doğan Medya’ya konulan vergi cezaları yıllarından başlayarak sessiz kalmayı tercih ettiğini kaydetti: ‘’ABD Dışişleri Bakanlığı ve Biden özgürlük konularına değinmesine rağmen Obama bu sorunları dile getirmemeye çalışıyor. Konuşma notlarında olduğu halde bunu dile getirmediği görüldü.’’
Biden’ın özgürlük sorunlarını bu kez İstanbul’da yüksek sesle dile getirmesinin nedeni olarak ‘’Türkiye’deki durumun çok ciddi şekilde kötüleştiği için ihtiyaç duyulmuş olabileceği’’ veya ‘’Türkiye’deki bu sorunlara karşı ABD’nin taktik değiştirmiş olabileceği’’ şeklinde tahminlerde bulundu.
‘’Demokrasi, Türkiye-ABD İlişkilerinin Temelidir’’
Misztal, ABD’nin Türkiye’deki medya sorunlarına veya özgürlük problemlerine çare olamayacağını ama Türkiye demokrasinin halini önemsemek için birçok nedeni olduğunu söyledi:‘’2. Dünya Savaşı sonrasında ilan edilen Truman Doktrini ile yapılan yardımlar, dünyadaki diğer ülkelerin özgürlüklerini desteklemek üzere yapılmıştı. AGİT, NATO ittifağı da bu değerleri desteklemekte. ABD, Türkiye’deki demokrasi değişimlerini yakından izlemek zorunda çünkü bunlar iki ülke arasındaki modern ilişkinin temellerini oluşturuyor.’’
“Diktatörlüğün Varacağı Yer Belli’
Özellikle Erdoğan yanlısı grupların, Erdoğan’ı Türkiye’de istikrarın anahtarı olarak görür ve öyle pazarlarken, Misztal’e göre ‘’güçlü demokrasi ve özgür toplum o ülkeyi istikrarsızlığa karşı korunaklı yapar ve Türkiye’nin mahallesinde buna ihtiyacı var. Suriye nasıl buraya vardı? Bu, diktatörlüğün varacağı yerdir çünkü. Şu an için IŞİD ile mücadele gündemin en öndeki yerini alırken, bunun nedeni bölgede tekrar istikrara kavuşma çabasıdır. Bu aynı zamanda müttefiklerin de kendi içinde istikrar bulması ile olur. Demokrasi çoğunluğun istediği gibi yönetmesi değil, azınlığın da haklarının korunması ile olur.’’
‘’Tek adamın herşeyi halletmesi istikrar değil’’
Erdoğan’ın tek adam olmasının Batı ve ABD için bir avantaj olarak görüldüğü, örneğin İncirlik kullanımı gibi birçok konuda işlerin daha kolay yürütüldüğü hatırlatılınca Misztal, ‘’kendi oy verdiği partinin ülkeyi yönetmediği toplumlarda azınlık üyelerinin o toplumda kalması ve geleceğe yatırım yapması için nedenlere ihtiyaç vardır, bu da kendi haklarının korunması ile olur. Sadece işlerin çabucak halledilmesi değil, o işlerin nasıl halledildiği de önemlidir. Türkiye’nin bugün üç yıl öncesiyle karşılaştırıldığında ekonomisinin daha kötü olduğu, PKK ile çatışmaların yeni başladığı, seküler ve dindar, Sunni ve Alevi, Kürt ve Türk gibi konularda daha bölünmüş ve istikrarsız bir ülke olduğu görülür. Dolayısıyla bir kişinin herşeyi halletmesi bir istikrar göstergesi değildir.’’
Türkiye’deki seçimler adil ve eşit değildi
Erdoğan’ın başkanlık hedefi ve önümüzdeki dönemde muhtemel referandum tartışmaları ile ilgili olarak ise Misztal: ‘’ABD için bu siyasi sistem değişim sürecinin adil, özgür ve demokratik tarzda yapılıp, yapılmadığı en önemli olacak’’ dedi. Yakın geçmişe bakıldığında böyle bir sürecin adil ve demokratik tarzda yapılıp, yapılmayacağı hakkındaki umudu sorulduğunda ise Misztal: ‘’1 Kasım dönemindeki medya ortamı ve güneydoğudaki çatışmalar gözönüne alındığında bu sürece adil ve özgür demek oldukça zor. Eğer sistem değişikliğine gidilecekse umarız AKP bu fırsatı son dönemdeki bu izlenimi değiştirme adına kullansın. 2013 Haziran’dan beri Türkiye’deki trend giderek kötüleşiyor. Bu açıdan Biden’ın yaklaşımı yeni ve Türk hükümetinin politikalarından vazgeçirme yönünde bir yaklaşım olabilir.’’
ABD ve Türkiye, Kürt gruplara yönelik yeni yol bulmalı
Barış Sürecinin çökmesi ile ilgili ise Misztal bu durumun, ‘’Türkiye’nin PKK ile görüşürken aynı zamanda Türkiye’nin PYD ile mücadelesinin sürdürülemez olduğunu’’ gösterdiğini düşünüyor: ‘’Bunun sonucunda çatışma yeniden başladı. ABD’nin yaklaşımı olan PKK’yi terör grubu kabul etme ve PYD ile birlikte çalışmak da işe yaramıyor. İki ülke de Kürt gruplara karşı daha ayakları yere basan ve geniş bir strateji düşünmesi gerekmektedir.’’
‘’Türk Hükümeti PKK ile çatışmayı seçti’’
Türkiye ve PKK arasındaki Barış görüşmelerinin çökmesinde kimin suçlu olduğu sorulduğunda Misztal’in hükümet tarafını suçladğı görülüyor:‘’Sanırım iki taraf da görüşmelerin bir yere gitmediği ve kendilerine yararlı olmadığı sonucuna vardılar. ABD tarafından bakılınca, İncirlik anlaşmasından iki gün sonra Türkiye’nin PKK’ya saldırmasını tesadüf olarak görmek de pek güç. PKK’nın iki polis memurunu öldürmesi tabi ki bir şiddet göstergesi idi ama PKK bunu daha önce de yapmıştı ve hükümet bu şekilde çatışmaya başlamaya gerek duymamıştı, bu kez tansiyonu keskin bir şekilde artırma yolunu seçti.’’
Trump veya Cruz Gelirse Ne olur?
Misztal, ABD’de Donald Trump veya Ted Cruz gibi popülistlerin bir sonraki ABD Başkanı olması ihtimali hakkında ise, ABD’nin Irak, Suriye sorunları, Iran ile Suudi Arabistan arasındaki bir çatışmayı önlemek ve İran ile nükleer anlaşmanın uygulanması vb. konular dolayısıyla uzun bir süre ortadoğudan ayrılmayacağını düşündüğünü söyledi. Mitzsal, Cruz veya Trump olsa dahi Amerikan sisteminde dramatik bir değişim beklemiyor: ‘’kim gelirse gelsin Kongre ile çalışmak zorunda, yargı bir başka sınırlandırıcı kurum olarak duracak. Devrimci bir başkan, bölünmüş bir Kongre ile herşeyi durma noktasına getirir ve hiçbir şey gerçekleştiremez. Onun yerine geçen yıl sonunda Cumhuriyetçilerin bütçeyi geçirme kararı gibi yapıcı adımların devamını getirecek bir aday görülebilir.’’
KAYNAK: HABERDAR