İletişim Başkanlığı’nın savunmada Mater’in basın kartının ‘kendisine tebliğ edilmeden’ iptal edildiği ortaya çıktı.
Basın kartının gazetecilik yapmak için şart olmadığını öne süren Başkanlık “Bu gazetecilik faaliyetinin yürütülmesine engel teşkil etmemektedir” dedi.
Başkanlık “Basın kartı olmaksızın gazetecilik faaliyetini yürüten yüzlerce basın mensubu olduğu dikkate alındığında, basın kartının gazetecilik yapabilmek için olmazsa olmaz bir unsur olmadığı ortadadır” savunması yaparak iptal edilen basın kartının Mater’in iş hayatını olumsuz etkilemediğini savundu.
Başkanlık aleyhine açılan davayı ‘haksız’ olarak nitelendirerek ‘yersiz ve yasal dayanaktan yoksun olduğunu iddia etti.
Davanın reddini isteyen Başkanlık Mater’in yenilenmeyen sürekli basın kartının iptal edilmesiyle ilgili Özgür Gündem gazetesinin Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği Kampanyası’na destek verdiği için Mart 2017’de İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği 1 yıl 3 aylık hapis cezasını gösterdi.
Nadire Mater’in basın kartının kendisine tebliğ edilmeden iptal edilmesini eleştiren avukatı Meriç Eyüboğlu, müvekkilinin 1981’den bu yana neredeyse 40 yıldır gazetecilik yaptığını ve yaklaşık 15 yıldır da ‘sürekli basın kartı sahibi’ olduğunu hatırlattı.
“Benzer durumdaki pek çok gazeteciye olduğu gibi Nadire Mater’e de 3 yıl 31 gündür turkuaz rengine dönen basın kartı yenilenip verilmedi” dedi.
Başvurularına benzer durumdaki tüm gazeteciler gibi herhangi bir cevap alamadıklarını ifade eden Eyüboğlu, “Zira hep söylediğimiz gibi muhatabımız yok! Süreci Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un maillerinden takip ediyoruz” diye konuştu. Süreci ise şöyle anlattı:
“Bu duruma karşı pek çok gazetecinin yaptığı gibi, idari yargıya başvurup dava açtık ve böylece aslında devletimizin kocaman kocaman müdürlükler oluşturup, onca insan çalıştırıp tuttuğu adli sicil kayıtlarının güvenilir olmadığını öğrenmiş olduk!
Davalı İletişim Başkanlığı dava tarihi itibariyle 2.5 yıla yaklaşan bekletme süresine rağmen rahatlıkla ‘kart yenileme işlemlerinin devam ettiğini’ ve kaldı ki ‘Başkanlığın görev ve yetki alanının genişlemesi’ nedeniyle basın kartı başvurularına ilişkin değerlendirme süreçlerinin uzamasının ‘normal’ olduğunu söyledikten sonra, Nadire Mater’in Özgür Gündem Gazetesiyle dayanışma kampanyası çerçevesinde bir günlük eş yayın yönetmenliği nöbeti nedeniyle aldığı cezanın ‘terör suçu’ olduğunu ve de ‘sürekli basın kartı taşıma niteliğini kaybettiğini’ ileri sürdü.
Böylece muhalif gazetecilerin tamamına yapıldığı gibi, keyfi olarak bekletildiği düşüncesiyle açtığımız davada, aslında basın kartının iptal edildiğini öğrenmiş olduk!
Oysa adli sicil kayıtları doğruyu söylemiyor. Zira ortada kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı yok. 24 Ekim 2019’da yapılan bilmem kaçıncı yargı paketiyle bu cezanın verilmesine dayanak olan ‘terör örgütü propagandası yapmak’, ‘terör örgütlerinin açıklamalarını yayınlamak’ temyiz edilebilecek suçlar arasına alınmıştı. Dolayısıyla söz konusu karar Yargıtay’ın önünde sırasının gelmesini bekliyor.
İletişim Başkanlığı ise Nadire Mater’in adli sicil kayıtlarında bu cezanın yer aldığını söylüyor. Bu nasıl mümkün? Adli sicil kayıtlarına mahkumiyeti işlerken bu kadar hevesli, kaldırırken bu kadar gönülsüzler! Ha İletişim Başkanlığı, sürekli basın kartını iptal etmek için kesinleşmiş bir mahkeme kararına gerek duymuyorsa tabi o zaman başka!
Lakin bir mahkumiyetten söz edebilmek için kararın kesinleşmesinin gerektiği hukukun en temel kurallarından biridir. Yani kesinleşme yoksa artık ‘mahkumiyetten’ söz edilemez. Tabi bu söylediğim sadece vatandaşların değil, yönetenlerin de hukuk kurallarıyla bağlı olduğu bir rejimde söz konusu olabilir.
2 yılı aşkın süreler bekletmek bir yana (ki bu süre Nadire Mater yönünde bugün itibariyle 3 yıl 31 gün oldu) bir cevap vermemek, bilgi vermemek de bir hukuk devletinde olamaz. İletişim
Başkanlığı örneğin Nadire Mater hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olduğu sonucuna ulaştığını ve bu nedenle basın kartını iptal ettiğini bildirseydi, davanın Yargıtay’da olduğunu gösterir belgeleri sunarak bu hatadan dönülmesini sağlayabilirdik. Ancak diğer gazetecilere ilişkin çok sayıda örnekten, keza Danıştay kararı sonrasında Fahrettin Altun’un, ‘Görevde olduğumuz müddetçe ‘gazetecilik’ adı altında ‘terörizm propagandası’ yapanlarla mücadele edeceğiz’ açıklamasından, bu tutumun bile istiye sergilendiğini biliyoruz.
Bu tutumun hukuk devleti ilkesinin en önemli parçası olan hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerini açıkça ihlal ettiğini, biz hatırlatmaya, söylemeye devam edeceğiz. Belki duyan başka mahkemeler de olur.”