Türkiye’de Pazar günü yapılan seçimler öncesi Cumhur İttifakı’na yakın çevrelerde ve ittifak destekçileri arasında dile getirilen konulardan biri de “beka” meselesiydi. İktidar cephesinde, muhalefetin seçimi kazanmasının “beka sorunu oluşturacağı” iddiaları ortaya atıldı.
Beka, devlet bağlamında devamlılığın sürdürülmesi, iç ve dış tehditlere karşı devletin, birlik ve bütünlüğünün korunması olarak tanımlanıyor. Ancak bu iç ve dış tehditlerin tanımı ise siyasette farklı dönemlerde, farklı yönlere çekilerek, partilerin ve siyasetçilerin çıkarlarıyla örtüşen biz çizgide seçmene yansıtılıyor.
“Beka”, 31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde de gündeme gelmiş, o yıllarda Kuzey Irak ile Suriye’ye yürütülen sınır ötesi harekatlarla daha güvenlikçi bir açıdan tartışılmıştı. Son dönemde ise buna ek olarak, Türkiye’nin uluslararası siyasette üstlendiği roller, kurduğu ilişkiler ve diğer ülkelerde yaşanan çatışmalara askeri ve siyasi müdahaleleri üzerinden de gündeme getiriliyor.
BBC Türkçe’ye konuşan akademisyen ve yazar Doç. Dr. Deniz Yıldırım’a göre “Beka, Türkiye siyasetinde çok dinamik bir kavram ve genelde kendi seçmen kitlesini belirli bir korku etrafında kenetlemek isteyen sağ siyasi hareketlerin izlediği bir strateji.”
Yıldırım, “Sağ hareketler, kendilerinin gitmesi ya da kendilerinin iktidardan düşmesi durumunda devletin bütünlüğü, bağımsızlık, toprak bütünlüğü açısından işlerin sarpa saracağı ya da varoluşsal sorunlar çıkacağı gibi farklı alanlarda korkutma stratejisi izlerler. Bu da, sağın tabanının daralmaya başladığı dönemlerde uygulanır” diyor.
‘Büyük Türkiye’
Türk Ocakları İstanbul Şube Başkanı Cezmi Bayram ise bekanın mevcut dönemde “Büyük Türkiye” kavramının tehdit altında görülmesi olarak yorumluyor:
“Beka, hayatın devamıdır, hayatta kalacaksınız demektir. Ama bu seçimde, büyük bir Türkiye var. Silah sanayiinde önemli bir noktaya gelmiş. Sudan’da, Libya’da, Azerbaycan’da, Katar’da sözünü geçiren dünyanın her yerinde yüksek seviyede görüşen bir Türkiye, Amerika’ya kafa tutan bir Türkiye var.
“Bu büyük Türkiye kaybedecek endişesi var. Seçimde etkili olan da bu. Eğer bu büyüklüğü kaybederseniz, Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi bölünme de kolaylaşır.
“Muhalefet milletin bu duygusunu, derininde olan bu duyguyu fark edemedi. Buna karşı bir strateji oluşturamadı.”
Seçim anketlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sandıktan birinci çıkacağı öngörüsünde bulunan ve iktidara yakınlığıyla bilinen GENAR Araştırma Şirketi Başkanı İhsan Aktaş da beka meselesinin güvenlikçi politikalardan çok “Türkiye’nin oluşturduğu jeopolitik pozisyonla” ilişkilendirildiğini söylüyor:
“Son 10 yıldır, enerji jeopolitiğinden ulaşıma, uluslararası iktisadi rekabetten uluslararası ilişkilere ve NATO içerisindeki pozisyondan Rusya’nın durumuna, Afrika’da, Kafkasya’da değişen dengelere kadar, Türkiye yeni bir pozisyon oturttu. Türkiye geleceğe dair etki oluşturma meselesini tartışıyor.
“Hükümet, bu kazanımların tehlikeye gireceğine dair bir endişe ifade etti. Vatandaş da bunu satın aldı, yani kendi geleceğine dair alt yapı yatırımlarından askeri yatırımlara kadar hükümetin kurmuş olduğu sistemin yıkılacağına dair bir endişeye kapıldı.”
Yavaş: Beka sorunu iktidarın kendisi
Türkiye’de medya, kamu kuruluşları ve yargının bağımsızlığına ilişkin kaygılar, muhalefete göre halkın tercihlerinin oluşmasında da büyük bir rol oynuyor.
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adayı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, 14 Mayıs öncesi mitinglerinde beka konusunda muhalefete yöneltilen eleştirilere ülkedeki hayat pahalılığını, enflasyonu, yüksek kira fiyatlarını ve mültecilerin varlığını örnek göstererek “Alışmışlar yine her seçim ‘beka’ […] İddia ediyorum en büyük beka sorunu bu iktidarın kendisi haline geldi” yanıtını vermişti.
Nisan ayındaki bir konuşmasında da Yavaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “darbeci”, “katil”, “zalim” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ile Kasım 2022’de görüşmesine atfen söylemişti:
“İstanbul kaybedilirse, Ankara kaybedilirse, ‘Mekke düşer’ dediler, ‘Kudüs elden gider’ dediler. ‘Uçurumdan önceki son çıkış’ dediler. ‘Zillet bela, Cumhur beka’ dediler. Hatta daha da ileri gidip, İstanbul’un 2.seçimlerinde ‘Mursi mi Sisi mi’ dediler.
“Ama bizler seçimi kazandıktan sonra ne Mekke düştü, ne Kudüs elden gitti. Ne uçuruma yuvarlandık, ne de beka sorunumuz oldu. Kendileri de Mursi’den vazgeçip Sisi ile el sıkıştılar.”
Akademisyen Doç. Dr. Deniz Yıldırım’a göre ise “muhalefetin, yoğun propaganda yürüten iktidarın yönelttiği beka tehditleriyle baş etmesi kolay değil”:
“Uzun süredir bir algı yürütülüyor. İktidar, kendisine yanaşabileceğini düşündüğü aktörlere yerlidir, millidir diyor. Kendisinden uzaklaştığını gördüğü aktörelere de hemen bir beka sorunu olduğunu kodluyor seçmenine.
“Beka meselesinde ölçü, Türkiye’nin genel kamusal çıkarlarından ziyade, AKP’nin siyasi gündemine uyumlu olup olmamakla ilişkili. Aslında AKP kendi bekasını ülkenin bekası gibi yansıtarak bir açıdan bu ikisi arasında bir özdeşlik kurarak daha uzun süreli de başarılı bir strateji izliyor.”
Doç. Dr. Yıldırım, bu stratejinin başarılı olmadığı tek örnek olarak da 31 Mart 2019 yerel seçimlerini gösteriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun zaferi sonrası itirazlar üzerine 23 Haziran’da yeniden sandığa gidilmiş ve İmamoğlu yeniden seçilmişti.
Yıldırım, “Bu stratejinin yeterince etkili olmadığını İstanbul seçimlerinde gördük. O dönem hem ekonominin durumu hem de ilk seçimin tanınmamış olmaması seçmende demokrasiye sahip çıkma iradesiyle tepki yarattı, ve cezalandırıcı bir strateji oldu.”
Ekonominin kötüye gidişi ve resmi verilere göre 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği, milyonlarca kişinin evsiz kaldığı 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli depremler, seçimlerde belirleyici olacak etkenler arasında görülüyor ve muhalefetin lehine oy dağılımı olabileceği tahminleri yapılıyordu. Ancak deprem bölgesinde sandıklardan AKP ve Erdoğan’a destek çıktı.
Beka, deprem ve ekonomiden daha mı önemli görülüyor?
Halk, ‘beka meselesini’ deprem ve ekonominin önünde mi tutuyor?
GENAR Araştırma Şirketi Başkanı İhsan Aktaş’a göre muhalefet ekonomi açısından “rasyonel bir politika ortaya koyamadı, bu da seçmen tercihlerinde etkili oldu”:
“Muhalefet, ‘Bu ülkenin yatırımları, savunma sanayii, Türkiye’nin Azerbaycan’daki başarısı, Akdeniz’de olması, doğalgaz bulunması, petrol çıkarılması bunların sizin günlük hayatınızla ilgisi yok’ dedi.”
“Buna karşılık hükümet bu ülkeye 50 yıllık bir altyapı kurdum ve bu size sadece yarın değil, 50 yıl kazandıracak, dedi […] Ekonomi, dar bir kesimin elinden topluma yaygınlaştı, Türkiye’de bir orta sınıf oluştu. Bu kazanımlara da dair de endişeye kapıldı.”
“Muhalefet partileri toplumun ezilmişlerini temsil etmiyor, hala Tayyip Erdoğan temsil ediyor.”
Türkiye’de iktidara yakın çevrede yeni bir orta sınıf oluştu ancak bazı gözlemcilere göre bu sınıfa bağımlı hale gelen ve geçim sıkıntısını derinden yaşan yoksul kesim de yaygınlaştı.
Yoksul kesim, Türkiye’nin ülke dışındaki kazanımlarını beka meselesi görüp ekonomiden öncelikli bir mesele olarak mı değerlendiriyor? İhsan Aktaş’ın bu soruya yanıtı şöyle:
“Vatandaş, aldığı kararın, gelecekte de kendisini belki de İtalya’dan, İspanya’dan daha zengin bir ülke yapacağına dair de kanaati dip dalgada besliyor aslında. Bir kısım Türk vatandaşı ‘Biz aç olalım da sınırlarımız korunsun’ diye düşünebilir, ama hükümetin ortaya koyduğu yeni ekonominin ve jeopolitiğin bir yönüyle uzun vadede kendisine kazandıracağının hesabını yaptı vatandaş.”
Doç.. Dr. Deniz Yıldırım da “Ekonomide ‘tencere iktidarı götürür’ formülünün o kadar da Türkiye’de basite indirgenerek konuşulamayacağını, ekonominin her şeyi seçmen davranışında belirlemediğini gördük. Kimlikler, sosyokültürel eğilimler hep belirleyiciydi, yine belirleyici” yorumunu yapıyor.
GENAR Araştırma Şirketi Başkanı İhsan Aktaş, deprem bölgesinde çıkan AKP ve Erdoğan desteğini de şirketin depremden kısa bir süre sonra bölgede yaptığı araştırmaya atıfla anlatıyor. Şirketin Mart ayında yapılan araştırmada “Deprem bölgesinde AKP’nin oy kaybı yaşamadığı” sonucuna varılmıştı.
Aktaş, “O dönem hükümetin oyları 3-4 puan yükselmişti. Biz bunu anlamaya çalıştık. Hükümet bir seferberlik başlatmıştı” diyor ve ekliyor:
“İnsanlar bir iki yıl içerisinde 500 bin konutun yapılıp kendilerine verileceğine inanıyorlar. Biz deprem bölgesinde AK Parti’nin kayıp vermeyeceğini biliyorduk.”
Erdoğan’ın liderliği ve beka
Beka tartışmalarında gündeme getirilen konulardan biri de HDP’nin cumhurbaşkanı adayı göstermeyip, Yeşil Sol Parti’den seçime girmesi ve Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklamasıydı.
İktidara yakın çevreler, Kürt seçmenin desteği almasıyla, Kılıçdaroğlu ve muhalefetin seçimi kazanması durumunda “beka sorunu oluşacağı” algısını seçmene ulaştırıyordu.
Ancak Recep Tayyip Erdoğan 2012’de başbakanken, Kürt açılımı yapıldığını PKK lideri Abdullah Öcalan ile hükümet arasında görüşmeler yapıldığını duyurarak açıklamış ve o dönem “beka tartışmaları” gündeme gelmemişti.
İhsan Aktaş, o dönemi “AK Parti siyasal bir konseptle çıkmıştı, PKK terör örgütü olmaktan vazgeçecek, HDP Türkiyelileşecekti, bunun Kürtlere, ülkeye menfaati olacaktı, ama bugün bir siyaset de yok, konsept de yok” sözleriyle yorumluyor.
Doç. Dr. Yıldırım, beka meselesi tartışmalarının “Kürt meselesinin ötesinde daha yapısal bir soruna işaret ettiği” ve Erdoğan’ın kişiliğinin rol oynadığı görüşünde.
“Erdoğanizm denilen bir şey var artık Erdoğan’ın neyin doğru, neyin yanlış, neyin yerli ve milli, neyin gayri milli olduğu konusunda kriter koyan ve bunu belirleyen hegemonik bir tavrı var uzun süredir. Bunun etkili olduğunu düşünüyorum.
“Erdoğan, burada ne yapıldığından ziyade, kimin yaptığını bir ölçüt olarak toplumda kendi seçmen kitlesine yerleştirmiş gibi. Yani o yapıyorsa sorun yok, ‘Bunlar yapıyorsa bak böyle sonuçlar doğurur’ diyor.”
Cumhurbaşkanının kimliği üzerinden şekillenen beka tartışmalarının seçmen üzerinde etkili olduğunu ifade eden İhsan Aktaş da, “Şu anlama geliyor, demek ki, Türkiye içerisinde, uluslararası alanda Türkiye’nin rakipleriyle ya da komşularıyla bütün ilişkilerde Recep Tayyip Erdoğan bu toplumun menfaatini savunuyor, vatandaşlar da onun kaybını kendi kayıpları olarak görüyorlar” diyor ve ekliyor:
“Bu siyaset biliminde, literatürde karşılığı açısından üzerinde uzun uzun tartışılması gereken bir şeydir.”
İhsan Aktaş’a göre Batılı bazı yayın kuruluşlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren yayınlarında seçmende “beka sorunu” olarak görüldü ve tercihlerini şekillendirdi.
Tarihsel ‘beka sorunu’
Beka tartışmalarının tarihi Soğuk Savaş dönemine uzanıyor.
Akademisyen Deniz Yıldırım o dönem Türkiye’de yükselen sola karşı hamlelerden, 1990’lı yılların çatışmalı döneminde yaşananları örnek gösteriyor:
“Sosyalist, işçi, öğrenci hareketlerinin karşısında Sovyetler tehdidiyle, milli bağımsızlık riski korkutmasıyla toplumun sol-sağ olarak iki kutba ayrılması ve bunlar karşısında bekayı savunanların daha ziyade sağ siyasetler olması öne çıkarıldı.”
“Bu stratejinin 1980 sonrası, özellikle 1990larla birlikte şekil değiştirdiğini gördük. Zaman zaman Kürt meselesi üzerinden, zaman zaman mezhepler, kimlikler arası çatışmalar ya da ideolojiler üzerinden gerçekleştiğini gördük.”
Milliyetçi hareketlerin rakiplerini “beka sorunu” olarak gösterme eğiliminde Demokrat Parti dönemi ile AKP arasında benzerlik olduğunu ifade eden Doç. Dr. Yıldırım, “Demokrat Parti’nin iktidara geldiğinde kullandığı dile baktığınızda, 1950lerde özgürlükçü, liberal bir demokrasiyi savunan bir çizgideyken, tabanının daralmaya başladığı, otoriterleşmeye başladığı dönemde kendi etrafında bir Vatan Cephesi örgütlemeye çalışmıştı” diyor.
Yıldırım, sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Aynı şeyi AKP için de söyleyebiliriz. Liberal, demokrat, özgürlükçü, Avrupa Birliği’ni savunan bir iktidar gibi görünüp 2000’li yıllarda iktidara geldiğinde, 2015’ten sonra MHP ile de yakınlaşma sonrasında, iktidarda bulunuşunu bir tür milli bağımsızlığın güvencesi, muhalefetin iktidara gelmesinin ise açık bir şekilde bir beka sorunu olduğunu gösterme durumu.”
“Ama bu, Türk sağının korkutma amaçlı stratejisidir.”
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – ÇAĞIL KASAPOĞLU