Yunanistan’da yayınlanan Katimerini gazetesine konuşan Amerikalı uzman Max Hoffman, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Doğu Akdeniz’de ‘ne kadar ileri gidebileceğinden’ emin olmamakla birlikte, ‘Avrupa Birliği’nden ciddi ekonomik yaptırımlar gelene kadar muhtemelen gerginliği yavaş yavaş tırmandıracağını’ belirtiyor.
Hoffman, kısa bir süre sonra başlayacak olan Halkbank davasına Biden’ın müdahil olmamasının Erdoğan’ı kızdıracağını da iddia ediyor.
Birkaç gün önce hazırladığı “2021’de ABD-Türkiye ilişkilerinde alev alma noktaları” başlıklı geniş çalışması konusunda gazeteye açıklamalarda bulunan Hoffman, özellikle Halkbank davası, ABD’nin Ermeni soykırımı tanıma ihtimali ve demokrasi zirvesi konusunda Türkiye ve ABD arasında yaşanabilecek olası bir krize dikkat çekiyor.
Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında yeni yönetimin üslubunda bir değişiklik olacağını anlatan Hoffman Başkan Biden’ın selefi Trump’ın aksine bu konuları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne getireceğini ifade ediyor.“Dolayısıyla, Trump yönetimi, örneğin siyasi muhaliflerin hapse atılması veya demokratik yollarla seçilmiş Kürt temsilcilerin görevden alınması hakkında hiçbir şey söylemese de, yeni ekip en azından demokrasi güçlerine retorik destek verecek” diyen Hoffman Erdoğan bundan hoşlanmayacağını aktarıyor.
Diğer bir parlama noktasının ise Ermeni soykırımı olacağını, Kongre‘nin muhtemelen Ermeni soykırımını tanıyan bir kararı kabul edeceğini, yeni yönetimin ise buna nasıl yanıt vereceğini ölçmek zorunda kalacağını ifade eden Hoffman, iki ülkenin önündeki en büyük sorunun Halkbank davası olduğunun altını çiziyor.
New York’taki bir ABD bölge mahkemesinde devam eden davada Halkbank, ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu delmekle suçlanıyor.
Erdoğan‘ın yıllardır Beyaz Saray’ı davaya müdahale müdahale etmeye zorladığını, ancak Biden’ın yargı sürecine müdahale etme şansının bulunmadığının altını çizen Hoffman, “Biden, başkan yardımcısıyken davayla ilgili Erdoğan’ın baskısını çoktan reddetmişti ve şimdi Trump tarafından aşındırılan normları yeniden inşa etmeye odaklanacak. Erdoğan, ABD başkanının yargı sonuçlarını şekillendirme kabiliyetinin sınırlı olduğuna inanmadığı için kızacak ve meydan okuyacak. Ve para cezasının Türk finans piyasaları üzerinde anlamlı bir etkisi olabilir
ve Erdoğan bunu muhtemelen dış müdahaleye karşı milliyetçi desteği sağlamak için kullanacaktır” diyor.
İki ülke ilişkilerini bekleyen diğer bir tehlikenin ise Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 füze sistemleri olduğunu ifade eden Hoffman, “Elbette ABD, CAATSA [Amerika’nın Düşmanlarına Yaptırım Yoluyla Karşı Mücadele Yasası] kapsamında Türkiye’ye yaptırım uyguladı ve Rusya ile ilişkilerinden dolayı F-35 programından çıkardı. İlk CAATSA yaptırımları anlamlıydı ancak çok sert değildi – daha çok Rusya ile daha ileri gidilmemesi yönünde bir uyarı atışıydı” diyor ve Ankara’nın Rusya’dan başka sistemler alması durumunda bu gerginliğin daha da artacağı uyarısında bulunuyor.
Ne tür gerginlikler olabileceği yönündeki soruya ise Hoffman şu şekilde cevap veriyor:
“Bölgesel parlama noktaları olan Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz‘in ABD ile Türkiye arasında büyük bir krize dönüşme potansiyeli var. Biden, Suriye’de ABD’nin SDG [Suriye Demokratik Güçleri] ile işbirliği içinde Doğu’da (Suriye) istikrar sağlama taahhüdünü yeniden canlandıracak ve bu Türkiye’yi çileden çıkaracaktır. Türkiye‘nin Ayn İssa veya SDG kontrolündeki diğer şehirlerde askeri bir hamle yapması, yeni bir krize yol açacak ve muhtemelen Kongre’nin harekete geçmesini tetikleyecektir. Libya’da biraz işbirliği şansı var ve yeni ekip Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer alan Türkiye’yi destekleyebilir. Doğu Akdeniz’de ise Biden konuya uzun süredir aşina ve taraflardan gerginliği azaltmalarını ve anlamlı müzakerelere başlamalarını isteyecektir. Tüm bu sorunlar karşısında, ABD, bölgedeki bazı gerginlikleri söndürmek için daha kapsamlı bir çabanın parçası olarak bu krizleri bölümlere ayırmak ve gerilimi azaltmak isteyecektir. Ve bu krizlerin birçoğunda, ABD topu Türkiye‘nin sahasında görüyor – bu da Erdoğan’ın olayları tırmandırma mı, yoksa dindirme yanlısı mı olduğuna karar verecek ana faktör olacağı anlamına geliyor.”
Erdoğan’ın ne kadar ileri gideceğinin kendisi açısından net olmadığını, ancak Avrupa Birliği’nden ekonomik beklentilerini ciddi şekilde zedeleyecek cezalandırıcı bir yanıt alana kadar muhtemelen gerginliği yavaş yavaş tırmandıracağını öne süren Hoffman, Ankara’nın deniz sınırları ve enerji ihtilaflarındaki iddialı çizgisinin komşularını işbirliğini derinleştirmeye ittiğini, bunun da Türkiye’nin tecrit veya kontrol altına alındığı hissini derinleştirdiğinin açık olduğuna işaret ediyor.
ABD’nin açık bir şekilde taraf tutmasını olası bulmayan ancak sorunların çözümü için adil bir arabulucu rolü oynayabileceğini ifade eden Hoffman, “Üye devletler tehlikede olduğu için, AB’nin Türkiye’nin tek taraflı eylemlerine karşı ABD’den önce cezai tedbirler alma olasılığı daha yüksektir. AB ve ABD’nin hem gerginliği düşürmek ve hem de Türkiye’deki siyasi değişikliklerin krizi yatıştıracağı umuduyla Türkiye’yi caydırmak isteklerinden emin değilim. Ama Türkiye çok ileri giderse bu hesap değişebilir” diyor.
2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Erdoğan’ın tavrını yumuşatacağı mı yoksa daha da meydan okuyan bir tavır takınacağı yönündeki soruya ise Hoffman şu şekilde cevap veriyor:
“Erdoğan ve Türk hükümeti şu anda uzlaşmacı bir safhada yeni yönetimin Türkiye’ye nasıl yaklaşacağını görmek için bekliyorlar, bundan dolayı da CAATSA ya da Halkbank ile ilgili olarak onları çok fazla kışkırtmak ya da daha fazla cezalandırıcı tavır takınmalarını istemiyorlar. Ancak bu durumun böyle devam etmesi pek olası değil – bu durum Erdoğan ile defalarca gördüğümüz bir döngü. İç siyasi gelişmelerin yapısal gerçekleri ve kendi dünya görüşü, seçim kampanyasına giden yolda birkaç cephede gerginliği yükseltme ihtimalini artırıyor. 2015’te Kürtlerle çatışmanın yeniden başlamasının ardından Erdoğan, çok fazla Kürt desteğini kaybetti ve aşırı milliyetçi sağa döndü. Bu beş yıl boyunca bu durum işe yaradı ama onu siyasi olarak köşeye sıkıştırdı ve yönetimini sürdürmek için tamamen aşırı sağa bağımlı hale getirdi. Bu nedenle, MHP’deki aşırı milliyetçi koalisyon ortaklarının desteğini kaybetmeden Kürt meselesini içeride veya Suriye’de yumuşatamaz. Erdoğan’ın muhalefetin seçim ittifakındaki fay hatlarına oynamak isteyeceği de devam eden sert bir yaklaşıma işaret ediyor. Yine de desteği gençler ve bazı merkez-sağ seçmenler arasında erozyona uğruyor ve bir sonraki seçimi kazanıp kazanamayacağı net değil.”
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusu gibi Suriye’de de bir yumuşama beklentisine girmenin zor olduğuna dikkat çeken Hoffman, Erdoğan’ın AK Partisi‘nin bir hamilik sistemine dayandığını, anlamlı ekonomik reformlar ya da hukukun üstünlüğünde bir iyileşmeyi hayal etmeyi zorlaştıran bir dost kapitalist sistem inşa edildiğinin altını çiziyor.
Ekonomik çöküşün Erdoğan’ın davranışını değiştireceği argümanının, işler yeterince kötüye giderse doğru olabileceğini ancak böyle bir durumun henüz gerçekleşmediğini aktaran Hoffman, Erdoğan’ın 2018 para krizinde görüldüğü gibi bir direniş ekonomisi retoriğine devam etmesinin muhtemel olduğuna vurgu yapıyor.
Amerikan Gelişim Merkezi Ulusal Güvenlik ve Uluslararası Politika müdür yardımcısı olan Max Hoffman röportajın sonunda şu görüşleri dile getiriyor:
“Bütün bunlar, kendisinin de belirttiği şekliyle Erdoğan’ın dünya görüşüne uyuyor. Çok kutuplu bir dünya görüyor ve daha bağımsız bir yol çizmek istiyor, Türkiye’yi büyük bir güç haline getirmek istiyor ve Türkiye’ye saygı duymadığını düşündüğü Batılı güçlere daha az saygı gösteriyor. Geleneksel müttefiklerle ilişkilerinde bu kadar sert olmasının ve Rusya ve diğerleriyle işbirliğini derinleştirmesinin nedeni budur.”
KAYNAK: AHVAL ÇEVİRİ