Avrupa Parlamentosu’nun yıllık Türkiye raporuna, hem Dışişleri Bakanlığı hem de üst düzey hükümet yetkililerinden sert tepkiler geldi. Dışişleri Bakanlığı, raporun kabul edilmesinden sadece birkaç saat sonra yayınladığı yazılı açıklamayla, Avrupa Parlamentosu’nu sığ ve vizyon sahibi olmamakla eleştirdi.
Ankara’nın tepkisini sadece raporun içeriği değil, raporun hazırlanmasında Türkiye karşıtı marjinal grupların da devrede olduğu iddiası oluşturuyor.
Açıklamada, “Türkiye karşıtı çevrelerin dezenformasyonuna dayalı haksız itham ve önyargılarla dolu bu rapor, AP’nin gerek ülkemizle ilişkiler gerek AB’nin geleceğine ilişkin her zamanki sığ ve vizyonsuz yaklaşımının bir yansımasıdır” ifadelerine yer verildi.
Ancak Ankara’nın asıl rahatsız olduğu unsur, raporun Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönemin başlatılmasını öngören adımların atıldığı dönemde gelmesi.
Dışişleri açıklamasında bu durum, “Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için bir fırsat penceresinin açıldığı, kıtamızın istikrarı ve güvenliği açısından böylesi kritik bir dönemde, AP’nin ilişkilerimizin belkemiği olan katılım müzakereleri yerine farklı arayışları gündeme getirmesini akıl dışı buluyoruz” ifadeleriyle aktarıldı.
Cumhurbaşkanlığı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı Akif Çağatay Kılıç da sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada bu noktaya değindi.
“Avrupa Parlamentosunda kabul edilen rapor ön yargılı, art niyetli ve kabul edilemezdir. AB ile yeni bir döneme girildiği günlerde bu raporun kabul edilmesi manidardır,” diyen Kılıç, Avrupa Parlamentosu üyelerini popülist siyasetten vazgeçmeye de çağırdı.
Ankara-Brüksel yakınlaşmasının sınırları
Türk hükümeti, 28 Mayıs’ta tamamlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından AB ile ilişkilerde yeni bir sayfa açmak istediğini ortaya koymuş ve bu çağrı AB’den olumlu yanıt almıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Temmuz ayında NATO ve Eylül ayında düzenlenen G20 zirvelerinde AB Konsey Başkanı Charles Michel ile görüşmüş, AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Verhalyi de geçen hafta Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirmişti.
Bu temaslarda taraflar arasındaki diyalog sıklığı ve düzeyinin artırılmasının yanı sıra gümrük birliği ve vize kolaylığı konularında çalışmaların başlatılması kararları alınmıştı.
Avrupa Parlamentosu’nun raporu ise Türkiye-AB yakınlaşmasının sınırlarının olduğunu, stratejik konularda yapılacak işbirliğinin tam üyelik perspektifini içermeyeceğini göstermesi açısından dikkat çekici oldu.
Bu, aynı zamanda, Ankara’nın AB Komisyonu ile ilişkilerde yaşadığı ivmenin gelecek sene seçimlere gidecek olan Avrupa Parlamentosu’na mensup siyasetçilerde tam olarak yansımadığını gösteren bir duruma işaret etti.
Buna karşın, rapor, Türkiye’nin tam üyelik yoluna dönmesi için köklü reformlar yapması gerektiğini vurgulayarak Ankara’ya asıl sorunun kaynağını da göstermiş oldu. Ayrıca bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun Ekim ayında açıklaması öngörülen Türkiye raporunun nasıl görüneceğinin işaretlerini vermesi açısından da önem taşıdı.
Demokrasi – insan hakları sorunları
Gerek Avrupa Komisyonu gerekse Avrupa Parlamentosu’nun son yıllarda yayınladığı Türkiye raporlarının en belirgin unsurları arasında demokratikleşme sürecinde yaşanan geriye gidiş oldu.
Avrupa Parlamentosu raporu bu noktaya işaret ederek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmadığına da işaret etti ve bu durumun Türkiye-AB ilişkilerinde yarattığı tahribatı göz önüne serdi.
Ankara’dan yapılan açıklamalarda, demokrasi ile ilgili eleştirilere özel bir yanıt verilmediği gözlendi.
Sadece Adalet Bakanı Yılmaz Tunç yaptığı yazılı açıklamada, “Söz konusu rapor, Türkiye’deki güncel reform çalışmalarını ve insan hakları ile hukukun üstünlüğü alanlarındaki gelişmeleri görmezden gelen, objektif olmaktan uzak, verilere dayanmayan haksız, temelsiz ve hezeyanlarla dolu bir rapordur,” ifadelerine yer verdi.
Tunç da, raporun, Ankara-Brüksel arasında geliştirilen olumlu gündeme hizmet etmediği ve marjinal çevrelerin etkisiyle hazırlandığı iddiasına açıklamasında yer verdi.
Yeni bir çerçeve arayışı
Avrupa Parlamentosu raportörünün odaklandığı unsurlar arasında Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut formatında daha fazla ilerleyemeyeceği, bu nedenle yeni ve daha gerçekçi bir çerçevenin oluşturulması olduğu biliniyor.
Gerçekçilikten kasıt ise Türkiye’nin AB’ye tam üye olarak katılamayacağı dolayısıyla zaten ilerlemeyen katılım müzakerelerinin sonlanması. Ancak bu konuda AB içinde ortak bir tutumun oluşmadığı, birçok AB ülkesinin Türkiye ile ilişkileri zorlaştıracak böyle bir adımı atmak istemediği biliniyor.
Ancak Michel’in Eylül ayı başında yaptığı 2030’a kadar AB’nin yeni üyelere hazırlanması gerektiğine ilişkin açıklamasında Batı Balkan ülkelerine atıf yapıp Türkiye’den bahsetmemesi dikkat çekmişti. AB’de yapılan değerlendirmelerde, Türkiye’nin katılım sürecinde öngörülür gelecekte ilerleme yaşanmayacağının bilinmesine karşın, süreci tamamen sona erdirmenin yanlış bir mesaj olacağı düşüncesi öne çıkıyor.