11 ili etkileyen Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından 7 ay geride kalırken, deprem bölgesi dışındaki illerde bu yıkım unutulsa da en ağır hasarın yaşandığı, adeta yerle bir olan Hatay’da hayat hâlâ normalden çok uzak.
Kente girildiğinde kafanızı nereye çevirseniz yıkılmış, hasarlı, terk edilmiş, inşaatı yarım kalmış binalar görüyorsunuz. Bazılarının üstündeki “satılık” afişleri hâlâ duruyor.
Bir yandan yeniden inşa çalışmalarının, diğer yandan kontrollü yıkımların devam ettiği kentte depremzedeler ise çadır ve konteyner yerleşkelerde; toz toprak arasında, küçücük alanlarda yaşam mücadelesi vermeye devam ediyor.
Her geçici barınma merkezinde sağlanan şartlar farklı olmakla birlikte, depremzedelerin temel ihtiyaçlara erişimi, aradan geçen uzun zamana rağmen hâlâ sorunsuz değil. Burada kalan depremzedeler, suya erişim dahil hijyen sıkıntılarını, gıda konusundaki aksaklıkların devam ettiğini anlatıyor.
Bazı yerleşkelerdeki kadınlar; güvenlik ve taciz sorunlarıyla başa çıkmak zorunda kaldıklarını söylerken, yardımların ve sosyal desteklerin çoğunlukla çocuklara yönelik olduğundan, gençlerin ve yetişkinlerin geri plana atıldığından bahsediliyor.
Yıkımın psikolojik ve sosyal boyutunun ağır basmaya başladığı Hatay’da her depremzedenin başka bir hikâyesi, her bölgenin başka sorunları olsa da herkeste öne çıkan duygular ortak: Umutsuzluk ve belirsizlik.
“Çadırdan sonra konteyner lüks geliyor, şu an yaşıyor muyuz bilmiyorum”
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin konteyner kentinde kalan 21 yaşındaki Özge Genç, pilotluk eğitimine başlamaya hazırlandığı dönemde depremin olduğundan ve hayallerine ara vermek zorunda kaldığından, belki de gerçekleştiremeyeceğinden bahsediyor.
Genç, konteyner kentlerde yaşadığı sorunları sorduğumda; en çok su sıkıntısından, menstrüel ürünlere erişiminin yetersizliğinden ve sosyal bunalımdan bahsediyor:
“Hangi sorundan başlayayım ki? Suyun 2-3 günde bir kesilmesi en büyük problemlerimizden biri. Etrafta bina yıkıyorlar, bir anda su kesiliyor. 2 gün hiç gelmediği bile oldu. Şişelere su dolduruyoruz, doldurduğumuz şişeleri çalıyorlar.
Bir kadın olarak hijyenik pede erişimim de yetersiz. Aylık sadece 7 tane verip, ‘Bununla idare edin’ diyorlar. Çadır kentte kaldığımda daha zordu tabii. Kadınlar günlerce iç çamaşırsız kaldı, ben ve annem de yaşadık bunu. Tuvalet de ayrı sorundu. Mesela, gece ped değiştirmem lazım ama tuvalet çok uzak bir yerde, o ıssız yolu yürüyüp gitmek gerekiyor. Konteynere geçince en azından ihtiyacım olduğunda tuvalete gidebiliyorum, bu da lüksmüş dedim.
Sosyal olarak da hiçbir şey yapamıyoruz. Yerleşkeyi her yerden uzağa koymuşlar. Yakında ne market var ne ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz bir yer var. Akşam serinliğinde bir yere yürümek istiyorsunuz, her yer ıssız, güvenli değil. Doğru düzgün ulaşım yok. Yerleşkede bizim için internet yok, televizyon yok, bir aktivite yok. Bütün yardımlar, aktiviteler çocuklar için yapılıyor. 7 ay oldu, hâlâ doğru düzgün kıyafetim bile yok. Şu an yaşıyor muyuz, bilmiyorum.”
“Tacize uğramayan kadın var mı ki?”
Kadın derneklerinin açılamalarından hareketle, yerleşkelerde taciz olaylarına şahit olup olmadığını soruyorum Genç’e:
“Tacize uğramayan kadın var mı ki? Sözlü tacize de fiziksel tacize de uğradım. Çadır kentte başıma geldi. Ama taciz eden kişi de depremzede olduğu için bunun psikolojik travma olarak geçebileceğini söylediler. Yapabilecekleri bir şey yoktu. Elimizden geldiği kadar kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bunun dışında silahların patladığına, kavgaların çıktığına çok şahit oldum, hâlâ oluyor, her türlü insan bir arada yaşıyor. Bir kadın olarak hiç güvende hissetmiyorum.”
“Yıkılan evin kredisini ödüyoruz”
Genç, anne ve babasının fabrikadaki işlerine geri döndüğünü, depremde yıkılan evlerinin kredi taksitlerini ödediklerini anlatıyor:
“Yeni ev bakıyoruz, 1+1 evler 7 bin liradan başlıyor. Ailem yıkılan evin kredi taksitlerini mi, yeni ev masraflarını mı, benim eğitim giderlerimi mi ödeyecek? Depremden önce çok güzel bir hayatım vardı, şimdi tekrar o noktaya gelebilecek miyiz diye çok düşünüyorum. Okumayı, bir defter, bir kitap görmeyi o kadar çok istiyorum ki…”
“Ufacık bir ortamda yaşamaya çalışıyoruz”
Yine İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin konteyner kentinde kalan Süreyya Akyürek de benzer sorunlardan bahsediyor.
2 çocuğu ve eşi ile birlikte konteynerde 4 kişi kaldıklarını anlatan Akyürek, şunları söylüyor:
“Ben ve eşim yer yatağında yatıyoruz, çocuklar kanepede. Yemeğimiz, oturmamız, yatmamız hepsi aynı yerde. Ufacık bir ortamda yaşamaya çalışıyoruz.
2-3 günde bir verilen temiz su yetmiyor. İçelim mi, yemeği mi yapalım? Su sıkça kesildiği için diğer ihtiyaçlarımızı da temiz suyla gidermek zorunda kalabiliyoruz.
Pedi sayıyla veriyorlar. Bittiğinde çocuk bezi, peçete gibi şeyler kullanmak durumunda kalıyorum.
Çamaşır yıkamak da büyük sorun. Bütün konteynerler için 7 çamaşır makinesi var. 2 günde bir yıkayın diyorlar. Zor sıra geliyor, sırada da kavga çıkıyor, zaten kavgasız gün neredeyse olmuyor.”
“Tacizler, kavgalar sürekli var”
Kavgadan bahsetmişken, yerleşkelerdeki güvenlik durumunu sorduğumda, geçen haftalarda yaşanan bir kavgada parmağının çatladığını anlatıyor Akyürek:
“Büyük bir kavga çıktı geçenlerde. Dışarıdan gelen bir grup, borulara zarar veriyordu. Uyardık, kavgaya dönüştü. Saldırdılar bize, kavgada parmağım çatladı. Doğru düzgün güvenlik önemli yok. Polis, bekçi var ama yeterli değil. Böyle bir ortamda çocuk nasıl yetiştirelim? Sözlü taciz mi dersiniz, elle taciz mi dersiniz, onlar zaten kaçınılmaz, sürekli şahit oluyoruz.”
“Alışveriş için aylık 3 bin lira yardım yapılıyor”
Akyürek, nasıl geçindiklerini sorduğumda da şu yanıtı veriyor:
“Eşim TIR şoförüydü, 2-3 aydır çalışmıyor. Alışveriş için aylık 3 bin lira yardım yapılıyor. Ama bunun yemeği, çocuk bezi, maması var, yetmiyor ki… Yemek yapamadığım durumlarda, görevlilerden istiyorum. Artarsa veriyorlar, çok erken bitiyor.
En azından kadınlar için el işi gibi şeyler sağlansa, hem oyalanırız, hem de 3-5 kuruş para kazanırız.”
“Konteynerler, kış şartlarına çok hazırlıksız”
Akyürek, konteynerlerin kış şartları için uygun olmadığına değiniyor:
“Geçen gün yağmur yağdı, konteynerin tavanı çöktü, kendi imkanlarımızla silikon çekip yapmak zorunda kaldık. Kış şartlarına çok hazırlıksız şu an konteynerler.”
“Artık ne hayalim ne yaşama isteğim var”
Belen’deki bir yerleşkede konuştuğum 43 yaşındaki Kudret Yılmaz da 4 çocuğu ve eşi ile birlikte konteynerde kalıyor.
Depremde evlerini, arabalarını ve dükkânlarını kaybettiğini söyleyen Yılmaz’ın kaldığı yerleşke, dışarıdan bakıldığında nispeten daha iyi durumda görünüyor.
Yılmaz, yaşadığı şartların zorluğunun yanında, verdiği psikolojik mücadeleye vurgu yapıyor:
“Hayat çok anlamsız ve bomboş geliyor. Bizim hayatımız depreme kadarmış. Artık sadece nefes alıp veriyor, yaşamak için yaşıyoruz. Ayaklarımın altına dünyayı da serseler umurumda değil. Eskide kalan hayatımız, arkadaşlarımız, anılarımız, her şeyimizi kaybettik… Enkazda kaldığımda, gözümün önünde çok tanıdığım öldü.
Bundan sonrası için umutlu değilim. Eskiden hayal kurardım, çocuklarım için, eşim ve kendim için… Artık ne hayalim ne yaşama isteğim var.”
“Bir eve, binaya girmek istemiyorum”
Depremzedeler için inşaat çalışmalarının sürdüğü ve iktidarın yakında teslim edileceğini söylediği evler hakkındaki düşüncesini sorduğumda da, bir binaya girmekten korktuğunu anlatıyor Yılmaz:
“Bir eve, bir binaya girmek istemiyorum. Artçı sarsıntılar oluyor, hafifinde bile çok korkuyoruz. Enkaz altındaki konuşmalarımız kulaklarıma geliyor. Yeniden olacak diye hâlâ çok korkuyorum.”
Yılmaz, Hatay’ı terk etmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğumda “Asla” diyor:
“Hatay’da doğdum, Hatay’da büyüdüm, acıyı da burada çektim. Depremden önce çok güzel hayatımız vardı, yarım da olsa hayatım burada. Bundan sonra da gitmeyeceğim.”
KAYNAK: T24 – GÖZDE YEL