İstanbul Barosu ve 12 il barosuna bağlı avukatlar, Hatay Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) hak ihlali kararının ardından tahliye edilmemesine ilişkin Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde basın açıklaması yaptı. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Avukat Erinç Sağkan’ın da katıldığı eylemde İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç açıklama yaptı.
‘HUKUK DEVLETİ İLKESİ HEPİMİZİN GÜVENCESİDİR’
DHA’nın aktardığına göre, Filiz Saraç, “Anayasa Mahkemesi’nin Baromuz üyesi Av. Can Atalay’ın başvurusu üzerine vermiş olduğu ikinci ihlal kararına rağmen, Yargıtay 3. Ceza Dairesi de ikinci kez 3 Ocak 2024 tarihinde, ‘Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararlarına ‘uyulmasına yer olmadığına’ şeklinde hukuk sistemimizde yeri olmayan bir karara daha imza atmıştır. Bu karar, kişi hak ve hürriyetlerine telafisi mümkün olmayacak zararlar verdiği gibi; yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı yoksa, Anayasa’nın da kanunların da demokrasinin de bir anlam ifade etmeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması ile konu bireysel bir hak ihlali olmaktan çıkmış, bütün yurttaşlarımız açısından da ‘hukuk güvenliği’ sorununa dönüşmüştür. Anayasa’da yer alan ‘hukuk devleti’ ilkesi hepimizin güvencesidir.
‘BU KARAR AVUKATLARI DA YURTTAŞLARI DA HEDEF ALIYOR’
Avukatlar olarak şunu çok iyi biliyoruz ki bir ülkede hukuk güvenliği ortadan kalktığında, yurttaşların tüm temel hakları tehlikededir. Dolayısıyla Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bu kararı yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini hiçe sayan bir karardır. Yine biz avukatlar biliyoruz ki bir devlette öngörülebilir, belirli ve uygulanan kurallar yoksa orada gerçek anlamda avukatlık da yapılamayacaktır. Bu nedenle bu karar artık doğrudan tek tek tüm avukatları da yurttaşların savunma haklarını da hedef almaktadır” dedi.
‘YARGITAY’IN GEREKÇE YAZMAKTA BU KADAR ZORLANDIĞI BAŞKA BİR DOSYA YOK’
Avukat Saraç, “Anayasa Mahkemesi’nin verilen ilk hak ihlali kararından sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesi başkan ve üyeleri hakkında 3593 meslektaşımızın da imzası eklenerek İstanbul Barosu olarak Yargıtay Birinci Başkanlık Kuruluna suç duyurusunda bulunulmuştu. İkinci hak ihlali kararından sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesi başkan ve üyeleri hakkında yeniden suç duyurusunda da bulunulmuştur. Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararında Pakistan Anayasa Mahkemesinin kararlarından bahsetmiştir. Yargıtay’ın herhangi bir dairesinin gerekçe yazmakta bu kadar zorlandığı başka bir dosya olmadığı kanaatindeyiz. Ancak bizler yine Yargıtay’ın kendi cümleleri ile Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının niteliğini ve hukuk güvenliğini anlatalım. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 28.04.2015 tarihli kararında; bireysel başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararların yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağını açık bir biçimde dile getirmiştir. Yine Yargıtay 3. Ceza Dairesi verdiği 04.04.2023 tarihli kararında ve benzer pek çok kararında ‘Anayasa Mahkemesinin Daireyi de bağlayan kararları doğrultusunda’ ifadesiyle Anayasa Mahkemesi kararlarının bütün yargı organları gibi Yargıtay dairelerini de bağlayacağını açıkça belirtmiştir. Toplumlarda hukuksuzlukları yapanlar kadar hukuksuzluklara alışmış kişiler de başka insan hakları ihlallerine ortam oluştururlar. Yaptığımız suç duyuruları, basın açıklamaları, eylemler hukuksuzluğa alışmayacağımızın ve hukuk devletine sonuna kadar sahip çıkacağımızın ilanıdır” ifadeleri kullandı.
ERİNÇ SAĞKAN: BAŞKALDIRIYA GEÇİT VERMEYECEĞİZ
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan da yaptığı açıklamada, 2 ay önce Türkiye Barolar Birliği’nin, Türkiye’nin dört bir yanından gelen meslektaşlarıyla Ankara’da, Yargıtay binası önünde olduklarını hatırlatarak şunları söyledi:
‘YARGI BAĞIMSIZŞIĞININ ÖNEMİNİ SAVUNDUK’
Adil yargılanma hakkının teminatı olan bağımsız ve tarafsız yargının içinde bulunduğu durumdan rahatsızlığımızı, yargının bağımsızlığını, yurttaşlarımızın adil yargılanma hakkını, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü savunmak üzere toplandığımızı ancak Anayasa’nın temel kavramlarını savunmak üzere bir yüksek yargı makamı önünde bir araya gelmek zorunda kalmanın üzüntüsünü ve kaygısını içimizde en derin şekilde hissettiğimizi ifade etmiştik. Adalet, çözemeyeceği düğümü atmamalı demiştik. ‘Adalet mülkün temelidir’ sözü, yalnızca mahkeme salonunun dekorunun bir parçası olamaz demiştik. Bu süreçte yargının kurucu unsurlarından savunmayı temsil eden Türkiye Barolar Birliği ve barolar olarak hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığının önemini savunduk. Bizler yalnızca Yargıtay önünde Anayasa’dan kaynaklanan demokratik haklarımızı kullanarak değil, aynı zamanda hukuka uygun, rasyonel çözüm önerilerimizle yargının bu süreçten çıkarak itibarını nasıl koruyabileceğini de ortaya koyduk.
‘YARGITAY ANAYASAYI YOK SAYIYOR’
Konunun bütün muhataplarıyla ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirdik. Hem Hakimler ve Savcılar Kurulu hem de Yargıtay nezdinde disiplin süreçlerinin işletilmesi için resmi başvurular yaptık. Sürecin ‘hukuki yorum farklılığı’ gibi değerlendirmelerle basite indirgenecek bir durum olmadığını, Anayasa’nın yok sayılmasının, bu topraklarda yaşayan istisnasız tüm yurttaşlarımızın hukuki güvenliğinin kalmadığı anlamını taşıdığını açıklamalarla kamuoyuyla paylaştık. Maalesef kaygılardaki haklılığımız bir kez daha ortaya çıktı. Hukukun üstünlüğünü hayata geçirmeyi değil, anayasal düzene meydan okumayı marifet sayan bir yaklaşımla karşı karşıya olduğumuz bugün bir kez daha görülmektedir. Jüristokrasi, demokratik meşruiyet taşımayan, yargıçların siyasal kararlar verdiği ve hakimiyeti ellerinde tuttukları, yargı kararlarına dayanan antidemokratik bir rejimi ifade eder. Yargıtay ilgili ceza dairesi, Anayasa’nın açık hükmüne rağmen Anayasa’yı yok sayıyor.
‘DURUM MAHKEMELER ARASINDAKİ YORUM FARKLILIĞI DEĞİL’
Daha açık söylemek gerekirse 5 kişilik bir ceza dairesi olarak anayasa yapıcıdan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden, hükümetten ve Anayasa’nın bir toplum sözleşmesi olduğu göz önüne alındığında toplumun her bir ferdinden daha güçlü olduğunu söylüyor. Devam ediyor, yasama organına da hesap sorarcasına bir hüküm kuruyor. Yasama organının bir üyesini, milletin iradesini cezaevinde alıkoyuyor. Şimdi sormak gerekiyor. Hangi yüksek yargı organının kararı jüristokrasiyi andırmaktadır? Şunu artık net olarak ifade etmeliyiz. Mesele yalnızca Hatay milletvekili seçilen avukat Can Atalay’ın bireysel başvurusu olmaktan çıkmıştır. Karşı karşıya olduğumuz durum, şu veya bu mahkemeler arasındaki bir hukuki yorum farklılığı meselesi de değildir. Bugün söz konusu olan, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin yetkisi olmadığı halde bir Anayasa Mahkemesi kararı için hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği şeklinde gerekçe kurabilmesidir.
‘YEREL MAHKEME İLE YARGITAY’DAN TALEP EDİLEBİLECEK HUKUKİ MESELE KALMADI’
Bugün söz konusu olan, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararında, Anayasa Mahkemesi’ni terör örgütlerinin söylemleriyle uyum göstermekle itham etmesidir. Bugün söz konusu olan, Anayasa’nın ilga edilerek Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması şeklinde karar verilmesi suretiyle Atalay’ın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, seçilme hürriyetinin ve onu seçen halkın seçme hürriyetinin gasp edilmesidir. Bugün söz konusu olan, Yargıtay Ceza Dairesi’nin Anayasa’ya, hukuka aykırı bir karar vermesi değil; Anayasa’nın yok sayılabileceğini, Anayasa’nın istenildiğinde askıya alınabileceğini, bu güce sahip olunduğunun gösterilmesi suretiyle Anayasal düzene meydan okunmasıdır. Geldiğimiz aşama itibarıyla haklarında suç duyurusunda bulunduğumuz İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nden talep edilebilecek hukuki bir mesele kalmamıştır. Bugün buradan diğer anayasal organlara, kurumlara, kişilere ve Anayasal düzene karşı açıkça suç işleyen heyet üyeleri hakkında gereğinin yapılması görevlerini hatırlatmak istiyoruz.
‘BAŞKALDIRIYA GEÇİT VERMEYECEĞİZ’
Anayasal düzeni tanımayan hakim ve savcılar için disiplin ve ceza soruşturmaları derhal yürütülmelidir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi kararının gereği yerine getirilmeli, Hatay milletvekili seçilen Şerafettin Can Atalay’ın tahliyesi ve milletvekilliği görevinin gereklerini yerine getirmesi sağlanmalıdır. Can Atalay’ın tutuklu geçirdiği her an hukuksuzluk daha da büyümektedir. Bilinmelidir ki savunma mesleğinin temsilcileri olarak bizler için bu mesele, tarafların kimler olduğuna bakılmaksızın hukukun üstünlüğünü, hukuk devletini ve anayasal düzeni müdafaa meselesidir. Bugün buradan bir kez daha ilan ediyoruz. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin yeni kararlarıyla perçinlenen ve anayasal düzene meydan okuyan bu başkaldırıya geçit vermeyeceğiz. Siyasi hesaplarla alınan kararların yargı sistemimizi ve ülkemizin geleceğini esir almasına asla ama asla izin vermeyeceğiz.”
AVUKATLARLA GÜVENLİK GÖREVLİLERİ ARASINDA ARBEDE
Açıklamanın ardından adliyeye giren avukatlarla güvenlik görevlileri arasında kısa süreli arbede yaşandı. Adliyeye giren bir avukat, çantasını X-ray cihazından geçirmediği gerekçesiyle güvenlik görevlileri tarafından uyarıldı. Avukatlar çantayı gösterdiklerini söyleyerek çantanın cihazdan geçirilmesine karşı çıktı. Avukatın bu şekilde adliyeye girmesine izin verilmemesi üzerine tartışma büyüdü. Avukatlar ve güvenlik görevlileri arasında arbede yaşandı. Arbede, avukat Ali Rıza Dizdar’ın tartışmaya neden olan avukatla konuşmasının ardından sona erdi. Çanta X-ray cihazından geçirildikten sonra avukata verildi.