MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
İsrail ile Filistin savaşına değinen Bahçeli, “Hamas’ın saldırı hazırlığından İsrail’in neden haber alamadığını, çatışmaların arka planında siyasi bir kurgunun bulunup bulunmadığını tartışanlar Filistin davasını anlamak istemeyen melez zihniyetlerdir.” dedi.
Bahçeli, “Filistin felaketlerin pençesinde. İsrail-Filistin cepheleşmesi en karmaşık sorunlardan. İki devletli çözüm olmadan barış hayaldir.” ifadelerini kullandı.
Bahçeli, “İsrail-Filistin arasındaki geniş çaplı krize sağduyu ile yaklaşmak, bir an evvel arabulucuları devreye sokmak uluslararası toplumun acil gündemi olmalı.” diye konuştu.
Bahçeli, “Irak ve Suriye’ye Türk Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesini esas alan Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’ne MHP olarak sonuna kadar destek olacağız.” açıklaması yaptı.
“İki devletli çözüm gerçekleşmeden çatışmanın son bulması hayal”
Bahçeli’nin açıklaması şöyle:
“Filistin sorunu içinden çıkılması çok zor bir girdaba sürüklenmiştir. Bu sorun aynı zamanda bölgesel barış ve istikrarı zedelemiş, dahası dünyanın huzur ve güvenliğini tehdit eden bir seviyeye ulaşmıştır. Kaçınılmaz bir ihtiyaç olan iki devletli çözüm gerçekleşmeden silahların susması, kanın durması, şiddet sahnelerinin son bulması neredeyse ham bir hayaldir. Devam edegelen çatışmaların sebeplerini konuşmak yerine sonuçlar etrafında polemik üretmek faydasız ve boşuna bir emektir.
Adil ve kalıcı bir barış zeminin inşasını sağlayacak dirayet ve feragat karşılıklı olarak gösterilmediği müddetçe İsrail-Filistin sorununda bir arpa boyu mesafe alınması imkansızdır. Kaldı ki bugüne kadar farklı bir durum vasat bulmamıştır.
7 Ekim 2023 Cumartesi günü, Hamas’ın binlerce füzeyi fırlatıp İsrail’e sızmasıyla başlattığı “Aksa Tufanı Operasyonu”, müteakiben İsrail’in “Demir Kılıçlar Operasyonu”nu devreye almasıyla şiddetlenen kanlı hesaplaşma nihayet taraflar arasında bir savaşa dönüşmüştür.
“Çatışma ortamı kaygı verici”
Tırmanan sıcak ve silahlı çatışma ortamı kaygı verici boyutlardadır. Üzüntümüz yüzlerce sivil ve masum insanın ölmesi, binlerce insanın da yaralanmasıdır.
Kimden gelirse gelsin, maksadı ne olursa olsun, kadın-çocuk ve yaşlı demeden savunmasız insanların hedef alınması felakettir, bunun yanında barış çabalarına vurulmuş prangadır, çözüm arayışlarını da dinamitlemektir.
Sivil can kayıplarının haklı ve geçerli bir bahanesi olmaz, olamaz.
Haksızlıklara çanak tutularak, insanlık vicdanını yaralayarak, inanç ve insan hürriyetini sakatlayarak meşru ve hukuki bir hakkın savunması yapılmaz, yapılamaz.
İsrail-Filistin arasında başgösteren geniş çaplı krize sağduyuyla yaklaşmak, normalleşmenin süratle teminini sağlamak, bir an evvel arabulucuları devreye sokmak uluslararası toplumun acil gündemi olmalıdır.
“Bazı sözde yorumcular…”
Ülkemizde ise bazı sözde yorumcu ve yarım akıllı uzmanların yaptıkları değerlendirmelerini, sübjektif önyargıların güdümünde meseleye yüzeysel bakmalarını hayretle karşıladığımızı özellikle belirtmek istiyorum.
Hamas’ın saldırı hazırlığından İsrail’in niçin haber alamadığını, Demir Kubbe’nin nasıl delindiğini, çatışmaların arka planında siyasi bir kurgunun bulunup bulunmadığını, çatışmaların iç siyasette sıkışan Netenyahu’nun bir oyunu olup olmadığını tartışanlar işin özünde Filistin davasını anlamayan, anlamak istemeyen, hatta Siyonist yayılmacılığa sempati besleyip selam duran müşkülpesent, meczup ve melez zihniyetlerdir.
Geçmişte İsrail saldırılarına ses çıkarmayanların bugün İsrail’in holiganı kesilmeleri müzminleşmiş akıl dağılması ve utanç duvarını aşmış bir aymazlıktır.
Bu düşüncelerimden, Hamas’ın 7 Ekim operasyonunu haklı çıkarma gayesi taşıdığım anlaşılmamalıdır. Bilakis sivil ve masum can kayıplarından, sahnelenen insanlık dışı manzaralardan ziyadesiyle müşteki, müteessir ve rahatsız olduğum tartışmasızdır.
“İsrail, yıllarca Filistinli kardeşlerimize zulmetmiştir”
İsrail, yıllarca Filistinli kardeşlerimize zulmetmiştir.
İsrail, yıllarca Filistinli kardeşlerimize insafsızca, vicdansızca, vandalca saldırmıştır.
Dünyanın gözü önünde tarifi ve tahammülü olmayan insanlık suçları işlenmiştir.
Uluslararası hukuk çiğnenmiş, Birleşmiş Milletler kararları yok sayılmıştır.
Bunlardan birisi olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 22 Kasım 1967 tarihli 242 sayılı kararı, İsrail’in 1967 Haziran ayında işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngörmüştü.
Ancak İsrail buna yanaşmamış, işgal alanlarını genişletip kanunsuz yerleşim yerleri oluşturma gayesini zor kullanarak sürdürmüştür.
Şunu da ifade etmek lazımdır ki, Filistin birliğini ve bütünlüğünü sağlayamadığından, yani iki ayrı yönetiminin mevcudiyetinden dolayı haklı mücadelesinde devamlı teklemiş, bir türlü sonuç alamamış, meşruiyetini sağlayacak gündemi oluşturamamıştır.
“Cumhurbaşkanımızın atacağı adımlar desteklenmeli ve sahiplenilmelidir”
Bizim Filistin-İsrail arasındaki ağırlaşan sorunlara, hatta 7 Ekim tarihli savaş ortamına bakışımız açıktır ve şu şekildedir:
İlk olarak, ateşkes rejimi derhal tesis edilmeli, taraflar itidal, sükûnet ve aklıselim bir çizgiye eşzamanlı olarak gelmelidir.
Hükümetin yapıcı, dengeli ve sorumlu duruşu takdire şayandır.
Diplomasi ve diyalog kanallarının aktif hale getirilmesinde Sayın Cumhurbaşkanımızın atacağı adımlar desteklenmeli ve sahiplenilmelidir.
Ayrıca Birleşmiş Milletler acilen devreye girmelidir.
Daha fazla can kaybının yaşanmaması hususunda uluslararası toplum duyarlı hareket etmek mecburiyetindedir.
İkinci olarak, Filistin ile İsrail arasındaki çatışmaların bölgesel bir nitelik kazanmadan, hatta küresel alana sıçrama ihtimalini de hesaba katarak taraflar arasında barış görüşmelerinin ortamı süratle inşa edilmelidir.
ABD’nin, AB’nin ve bazı bölge ülkelerinin yaptığı gibi, yangına körükle gitmek yerine, şiddeti yatıştıran, çatışan taraf unsurları temel haklar ve uluslararası hukuk ölçeğinde buluşmaya davet eden bir girişim başlatılmalıdır.
Beyaz Saray yönetiminin, diaspora ve lobilerin tahriklerine kapılarak, iç siyasi gelişmelerin etkisi altında kalarak barış ve çözüm çabalarını sabote etmesinin hiç kimseye bir yararı dokunmayacaktır.
ABD’nin Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndermek yerine, dostluk ve müttefiklik ilişkileri kapsamında Türkiye’nin barışçıl çabalarını anlayıp desteklemesi bölge ve dünya huzuruna saygın bir destek olarak yankı bulacaktır.
Üçüncü olarak, bağımsız, egemen, siyasi ve toprak bütünlüğünü tescillemiş, 1967 sınırları dahilinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin tanınması ve temelinin atılması ertelenemez, geciktirilemez bir zorunluluktur.
Adalet tecelli etmeden, hak yerini bulmadan, mağduriyetler giderilmeden ikazla belirtiyorum ki, sıkılı yumruklar açılmayacak, akan kan durmayacak, huzursuzluk sarmalı tesirini kaybetmeyecektir.
Mescidi Aksa ilk kıblemizdir, Müslümanların şerefidir.
Tarihi ve manevi statüsü her türlü tartışmaya, her türlü mütecaviz dayatmalara kapalıdır.
İki devletli çözüm hedefiyle inanç ve insan hakları teyit edilmelidir.
Filistin’in huzuru demek İsrail’in huzuru demektir.
Filistin güvencedeyse İsrail’in güvenliği de sağlam esaslara bağlanacaktır.
Filistin ve İsrail’in huzuru dünya barış ve huzuruna muazzam bir destektir.
“Terörizmin hiçbir türevi makul ve meşru değildir”
Irak ve Suriye’yi parselleyen, İran’ı çevreleyen, terör örgütlerini besleyip palazlandıran, eğitip donatan küresel emperyalizmin nihai hedef ülkesi Türkiye’dir.
Terörizmin hiçbir türevi makul ve meşru değildir.
Terör örgütleri arasında tasnif yapmak, taraf tutmak, siyasi ve stratejik amaçlar kapsamında teröristleri silahlandırıp sahaya sürmek, farklı ülkelerin üstüne salmak bir terör yöntemidir, esasen insanlığa kast etmektir.
Çünkü terörizm yalnızca Türk milletine değil, tüm insanlığa doğrultulmuş kanlı ve kalleş bir silahtır.
Bu silahın ucundan kim ya da kimler tutuyorsa, egemenlik haklarımıza, vatanımızın bütünlüğüne, insanlarımızın hayatına hangi alçaklar musallat oluyorsa ahlaken, hukuken açık hedef onlardır.
Hem dost ve müttefiklik taslayıp hem de terör örgütlerini Türkiye’ye karşı provoke eden ülkeler tarihi bir çelişkiden ziyade potansiyel bir husumetin içindedir.
Menfur niyet sahiplerinin eşkâlini biliyoruz.
Oynanan bayağı oyunların farkındayız.
Fakat teslim olmayacağız, taviz vermeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz.
Korkuyu yene yene, korkulukları yıka yıka, zalimlere direne direne, ölürsem şehit, kalırsam gaziyim diye diye Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi ve egemenlik haklarını sonuna kadar muhafaza ve müdafaa edeceğiz.
Bölücü terör örgütü PKK’nın 1 Ekim Ankara saldırısından sonra sınır ötesine düzenlenen operasyonların da arkasındayız.
5 Ekim 2023 tarihinde, Suriye’nin kuzeyindeki Tel Rıfat, Cizire ve Derik bölgelerine hava harekatı icra edilmiş; örgütün kontrolünde bulunan petrol kuyuları ve depolama tesisleriyle birlikte hainlerin saklandığı mağara, sığınak ve barınaklar vurulmuştur.
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, gecenin karanlığında Suriye’nin kuzeyini milli mühimmatla ışıl ışıl aydınlatmış, teröristlerin tepelerinden bombalar yağdırmıştır.
Bunun yanı sıra 6 ve 8 Ekim 2023 tarihlerinde de operasyonlar kararlılıkla devam etmiş, cani terör örgütünün beli kırılmıştır.
Türkiye’ye saldırmanın ödenecek bir bedeli vardır.
Türk milletinin huzur ve güvenliğini bozma emelinin mutlaka ağır sonuçları olacaktır.
Hep söyledik, yine söylüyoruz, bölücü terör örgütü için emniyetli bir alan, kaçıp kurtulacağı bir saha kalmamıştır.
Vakit terörün ve bölücülüğün kökünü kaynağında kurutma vaktidir.
Son terörist kanlı silahıyla teslim olasıya veya etkisiz hale getirilesiye kadar durmayacağız, dinlenmeyeceğiz, sahte dost ülkelerin hiçbirisini de dinlemeyeceğiz.
Kuşkusuz terörle mücadele, teröristle mücadele değildir.
Bu mücadele zaman ve mekân üstü, tarihsel perspektiften beslenen yüksek akıl ve algı gerektirmektedir.
Olanı, olmuşu ve olacağı bütüncül ve derinlikli şekilde yorumlayan analitik bakış demek olan “terörizmle mücadele vizyonu”nun gereği neyse Türkiye Cumhuriyeti devleti yerine getirmektedir.
Terörle mücadele, terörün inisiyatif ve ön aldığı süreçte her ölümden sonra gösterilen günlük tepkiler olmayıp, devamlı surette bir adım önde bulunmayı, terör örgütünün eylem kapasitesini doğru okumayı, terörist kadrosunun doğru tespitini, örgütün yardım ve yataklık yapan muhasım unsurlarla bağ ve bağlantılarını isabetle değerlendirmeyi şart koşmaktadır.
“ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde ne işi vardır?”
5 Ekim 2023 tarihli hava operasyonu esnasında bir adet insansız hava aracımız ABD’nin askeri varlığı tarafından tehdit algılanarak düşürülmüştür.
Gayri hukuki bu hasmane müdahaleyi yanlış buluyor ve kınıyorum.
ABD Savunma Bakanlığının açıklamasına göre, SİHA’mız meşru müdafaa amacıyla düşürülmüş.
Neyin meşruluğundan, neyin müdafaasından bahsedildiği muammadır.
ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde ne işi vardır?
Petrol kuyularının etrafında teröristleri nöbete dikerek varmak istediği yer neresidir?
ABD’nin yaptığı meşru müdafaadır da, peki Türkiye’nin yaptığı nedir?
Aldatıcı sözlere, akıl çelici mesajlara, ayak oyunlarına lüzum yoktur.
ABD, PKK/YPG siperinden insansız hava aracımıza resmen ateş açmıştır. Durum bu kadar berraktır.
Ne yazık ki ABD, PKK/YPG ile aynı deliktedir, aynı hizadadır, aynı hedeftedir, aynı kümededir ve NATO ittifak ortağı bir ülkeye teröristler lehine güç gösterisi yapmaya teşebbüs etmiştir.
Bu tablodan çıkan ilk netice art niyetliliktir.
Bu tip bir ittifak yapısının, böylesi sakat ve sancılı müttefiklik ilişkisinin bağlayıcılığına inanmak, güvenirliğine itibar etmek akıl ve mantık işi midir?
ABD aynısını 2 Ekim 1992 tarihinde Ege Denizi’nde de yapmış, Deniz Kuvvetlerimize ait bir muhrib gemimize sözüm ona yanlışlıkla füze fırlatarak 5 vatan evladımızın şehadetine ve 22 vatan evladımızın da yaralanmasına neden olmuştu.
Milli hafızaya mıh gibi çakılan ve 4 Temmuz 2003 tarihinde Irak’ın Süleymaniye kentinde yaşanan çuval hadisesini de asla unutmuş ve unutacak değiliz.
İnsansız hava aracımıza saldıran ABD’nin bir süre sonra “Türkiye’nin terörle mücadelesinde yanındayız” mesajı vermesi taktik bir hamle, kurnaz bir açıklamadır.
Bırakınız yanımızda olmalarını, ayağımızın altında dolaşmasınlar, başka bir şey istemeyiz, başka bir şey de dilemeyiz.
Geçtiğimiz Cuma akşamı, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın, sosyal medyadan, Türkiye’nin Suriye’deki operasyonuna “karşıyız” açıklaması, hemen sonrasında bu açıklamanın silinmesi de örtülü bir tehdit olarak yorumlanmalıdır.
Karşımıza kim çıkarsa çıksın, felek her türlü esbab-ı cefasını toplayıp da gelse haklı mücadelemizden dönmeyeceğiz.
Terörle ittifak kuranları, teröristlerle tüfek çatanları tarih bir gün yargılayacak, insanlık vicdanı da mahkum edecektir.
Gündemde bulunan Irak ve Suriye’ye Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gönderilmesini esas alan Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’ne de Milliyetçi Hareket Partisi grubu olarak sonuna kadar destek olacağız, bu suretle evet oyu kullanacağız.
“CHP, tarihi bir imtihanla karşı karşıya”
Gelinen bu aşamada Cumhuriyet Halk Partisi tarihi bir imtihanla karşı karşıyadır.
Kılıçdaroğlu terörden rahatsızsa, partisi teröre mesafeli ise hodri meydan diyorum, çıksınlar nerede durduklarını açıklasınlar.
Şehit ile cani, kahraman ile hain, maktul ile katil, melanet ile millet arasında seçim yapmakta tereddüt geçirenler, tercih zorluğu çekenler, bununla yetinmeyip tezkereye itiraz etmeye hazırlananlar Türkiye’nin muarızı, Türkiye’nin karşı cephesidir.
Bu şer ve bölücü cephe mutlaka mağlup ve mahcup edilecektir.
Kılıçdaroğlu’nun görüşülecek tezkereye geçtiğimiz yılda olduğu gibi hayır demesi halinde milletvekili arkadaşlarıyla beraber bayrağa, vatana, millete ve şehitlere alenen ihanet edeceklerini akıllarından çıkarmamaları tavsiyemdir.
Bizim tarafımız Türkiye’dir.
Bizim yerimiz milletimizin tertemiz vicdanıdır.
Bizim rotamız demokrasi, yönümüz Lider ülke, Türk ve Türkiye Yüzyılıdır.
Cumhur İttifakı’nın kaderi Türk milletinin kaderiyle bir ve aynıdır.
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimiz gidebildikleri yere kadar gitmeli, ister havadan, ister karadan ne kadar hain ve haşarat varsa mıntıka temizliğiyle mücavir toprakları terörden arındırmalıdır.
Duamız ve desteğimiz güvenlik güçlerimizle beraberdir.
Allah ayaklarına taş değdirmesin, Allah alayını korusun kollasın.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümünde habis nitelikli terör ve bölücülük urunu kesip koparacağız.
Devletimiz azimlidir, muktedirdir, mutlaka da başarılı olacaktır.
Kılıçdaroğlu’nun Meclis’le ilgili sözlerine tepki
Tarihimizle gurur duymayan, zaferlerimizle övünmeyen, ecdadımıza hürmet duymayan, milli felaketler karşısında gözleri yaşarmayan, al bayrağın dalgalanmasından göğsü kabarmayan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bakınca iftihar etmeyenlere dikkat ediniz, onlar milli ve manevi değerlerle bağları tamamıyla kopmuş işbirlikçi taifedir.
CHP Genel Başkanı’nın milli damarı çatlamış ve kurumuştur.
Kendi partisindeki çıkar kavgalarından şuur kaybına ve siyasi komaya giren Kılıçdaroğlu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni karalama niyeti gayri milliliktir.
Geçen haftaki grup toplantısında şöyle konuşmuş:
“Şu Meclis’e ben Gazi Meclis demiyorum. Bu Meclis, saraydan alınan talimatla AK Parti ve MHP milletvekillerinin el kaldırıp indirdiği 19 Mayıs hareketlerinin yapıldığı bir meclistir.”
Ne tuhaf bir akıl tutulmasıdır ki, 23 Nisan Genel Başkanı, TBMM’de 19 Mayıs hareketlerinin yapıldığını iddia edecek kadar şaşkın, çarpık ve gerçeklerden kopuktur.
“Gazi Meclis senin gibilerine rağmen kurulmuştur”
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Gaziliğini sen kabul etsen ne yazar, etmesen ne çıkar.
Gazi Meclis senin gibilerine rağmen kurulmuştur.
Gazi Meclis senin gibilere rağmen ordular kurup ordular yönetmiştir.
Gazi Meclis senin gibilerine rağmen ya istiklal ya ölüm parolasıyla düşmana bu aziz vatanı dar etmiş, sonra da mezara çevirmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun “şu Meclis” ifadesi de edep ve terbiye yoksunu saygısız bir telaffuzdur.
Gazi Meclis Türk milletine mensubiyetten onur duyanların, milli iradeye riayet ve hürmet edenlerin şerefidir.
Bu şereften herkes ancak şerefi kadar nasiplenecektir.
Sayın Kılıçdaroğlu sen bu nasipten mahrum olduğunu çok iyi bilmelisin.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gazi değildir diyen Kılıçdaroğlu’nun Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Gazilik unvanını tartışmaya açması da zannederim yakındır.
Kaldı ki karın ağrısı esasen Atatürk’tür ve miras bıraktığı kutlu eserleridir.
Kılıçdaroğlu’nun milli vicdana uygun hareket etmesini beklemek kırık testiye su koymakla aynıdır.
Ve kendisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin manevi şahsiyetine hakaretinden dolayı kınıyor, aklını başına devşirmesini temenni ediyorum.
Son grup toplantısında ayrıca demiş ki;
“Biz aklımızı kullanan, yeteneklerimizi kullanan, ülkemizi düşünen, insanlarımızı düşünen bir siyasi gelenekten geliyoruz. Söyleyeyim mi? Söyleyeyim; biz Milliyetçi Hareket Partisi değiliz.”
Kılıçdaroğlu bu konuda haklıdır, ancak biz derken kimi ve neyi kast ettiği meçhuldür.
Çünkü kimliği çalınmış, aklı başından alınmış, köküne sırt dönmüş mankurt bir zihniyeti tanımlamak ve tarif etmek buradan baktığımızda pek mümkün değildir.
Kılıçdaroğlu’nun kim olduğunu biz değil tarih ve millet söyleyecektir.
Terör örgütleriyle can ciğer kuzu sarması olan, küresel çetelere yakasını kaptıran, emperyalizme piyonluk yapan Kılıçdaroğlu’nun bizim gibi olması zaten olacak şey değildir.
O tarafını belli etmiş, tercihini yapmış, zillete düşmüştür.
Kılıçdaroğlu’nun ne olduğu, kime hizmet ettiği kendi partisine oy veren vatandaşlarımız açısından bile tartışma konusudur.
Milliyetçi Hareket Partisi’ne mensup olmak her yüreğin harcı olamaz, hele hele Kılıçdaroğlu’nun hiç olmaz, olamayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı vatan türbedarı, millet haznedarıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı Çanakkale’deki direniş, Milli Mücadele’deki inanmışlık, Sakarya’daki kahramanlık, Dumlupınar’daki civanmertlik, Ankara’daki Gaziliktir.”