MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Eğer bugünden itibaren 24 saat içinde ateşkes sağlanamazsa, saldırılar durmazsa, mazlumların üzerine bombalar bırakılmaya ısrarla devam ederse, milletimle açık açık paylaşıyorum ki, Türkiye süratle devreye girmeli, tarihi, insani ve inanç sorumluluğunun gereği her neyse yapmalıdır. Gazze’yi koruma ve kollama misyonunu üstlenmek bize ecdadımızın mirasıdır” açıklamasını hatırlatarak kendisini hedef alanlara, “Devletim istesin, milletim destek versin, şartlar da öyle gerektirsin, şayet Gazze’deki çocuklara kol kanat germek, füzeye karşı sapan taşıyla insanlık mevziisine girmek için yola revan olmazsam namerdim” diyerek yanıt verdi.
Bahçeli, “24 saat dolmuştur. Türkiye Cumhuriyeti insanlık nam ve hesabına, barış ve çözüm iklimini yeşertmek, garantörlük mekanizmasını kurmak adına her türlü müdahale ve mücadeleye hazır ve kararlı olmalıdır. Bizde geri adım yoktur. Birleşmiş Milletler etkisizdir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Refah Sınır Kapısı’nda boy göstermekten başka bir şey yapamamıştır. İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan umut yoktur. ‘Gazze için Kahire Barış Zirvesi’nden bir sonuç çıkmamıştır. İslam ülkeleri atıl ve aciz şekilde Gazze’nin bombalanmasını izlemektedir. O halde Gazze’yi koruma ve kollama misyonu Türk milletinin üzerindedir. Ya kalıcı barış ortamı sağlanarak iki devletli çözüm için taraflar masaya oturur ya da Gazze’nin imhasına Türkiye Cumhuriyeti her ihtimali dikkate alarak tepkisini üst düzeyde, en seri ve sert şekilde gösterir. Bizim tavrımız, tutumumuz ve duruşumuz budur” diye konuştu.
Öte yandan MHP lideri konuşmasında Cumhuriyet’in 100. yılına da geniş yer verdi. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle, rejimin değiştiğini iddia edenler, cehaletlerinin kurbanı değillerse, su katılmamış müfteriler koalisyonudur” diyen Bahçeli, “Hükümet sistemi başka, rejim başkadır. 29 Ekim 1923 tarihinde rejimin adı konulmuş ve mevzu bir daha açılmamak üzere kapanmıştır” dedi. Bahçeli sözlerinin devamında da, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin inşası da cumhur’un marifetiyle sağlanmıştır. Nasıl ki Cumhuriyet’ten dönüş yoksa, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden dönüş ve sapış olmayacaktır. Millet kararını vermiştir” ifadelerini kullandı.
Partisinin grup toplantısında konuşan Bahçeli’nin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“1923 yılının 29 Ekiminde, bir Pazartesi günü saat 20.30’da Cumhuriyet kabul ve ilan edilmiş, sonuçta TBMM, muazzam bir heyecan dalgasıyla sallanmış, bu heyecan sokaklara taşmıştı. Dönemin mebusları, yaşasın Cumhuriyet sözüyle yeri göğü inletmişlerdi. İşgal ve ihanetlerle çembere alınmış zorlu seneler geride kalmış, millet tam bağımsızlıktan başka diğer tüm seçeneklere kapalı olduğunu ilan etmiş, geçmiş-geleceğin taze ümitleriyle kenetlenmiştir.
“Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun ötesi, ötekisi reddiyesi, karşı cephesi değil, tamı tamamına aynı kaynaktan beslenip, birbirini tamamlayan iki Türk devletidir.
“Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı arasına bariyer dikmek için fırsat kollayanlar, içimize yuvalanmış gavur tortularıdır. Biz bu tortuları birer birer söküp atacağız.
“29 Ekim 1923 tarihinde rejimin adı konulmuş, tartışmalar kapanmıştır”
Bu hafta sonu Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümünü coşkuyla, hak edilmiş bir iftiharla, bir asrın birikim ve hatıralarıyla, kuşkusuz milletçe beraber kutlayacağız. Cumhuriyet demek, cumhurun bizatihi kaderine ve geleceğine egemen vasfıyla sahip çıkması demektir. Aziz Atatürk’e göre, ‘Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir.’ Cumhuriyet’in en müessir ve müyesser niteliği doğrudan doğruya millet egemenliğine dayanması, demokrasiyi sistem olarak benimsemesidir. Elbette her demokratik rejim Cumhuriyet değildir. Ancak demokrasinin münhasıran gelişmiş şekli, mütemadi hüviyeti Cumhuriyetle sağlanmaktadır. Milli istiklali hayat meselesi gören Atatürk’e göre, ‘Demokrasi prensibinin en asrî ve mantıkî tatbikini temin eden hükümet şekli Cumhuriyettir’ 14 Ekim 1925’te İzmir’de yaptığı konuşmasında da, Cumhuriyetin milletin kendi istek ve arzusu ile oluştuğunu belirtmiş ve cumhuriyetin ilanı sayesinde hükümet ile millet arasında ayrılık kalmadığını dile getirmiş ve şunları söylemiştir: ‘Artık hükümet ile millet arasında ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir, millet hükümettir.’ Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle aziz Atatürk’ün bu tarihi değerlendirmesi pekişmekle kalmamış, asıl mana ve muhtevasını bulmuştur. 29 Ekim 1923’ün ilke ve esaslarıyla, müteyakkız ruh ve felsefesi Cumhur ile Cumhuriyeti ayrılmamak üzere kucaklaştıran Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yol haritasını çizmiş, ana fikrini teşkil etmiştir. Cumhuriyet, devletin şekil ve biçimi olduğu kadar uygulanan siyasî rejimin de adıdır. Buradan hareketle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle rejimin değiştiğini iddia ve ifade edenler şayet cehaletlerinin kurbanı değillerse kesinlikle su katılmamış yalancılar korosu ve müfteriler koalisyonudur. Hükümet sistemi başka rejim başkadır. 29 Ekim 1923 tarihinde rejimin adı konulmuş ve mevzu bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır.
“Nasıl ki Cumhuriyet’ten dönüş yoksa, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden dönüş ve sapış olmayacaktır”
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle de yönetim hayatımızdaki boşluk dolmuş, cumhurun müdahalesi sonucunda önce hasar tespiti, sonra da kalıcı bir reform yapılarak Türkiye Cumhuriyeti üçüncü evresiyle birlikte oluşan demokratik pistten kalkışa geçmiştir. 100 yıl öne atılan kutlu adımın dayanağı cumhurdur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin inşa ve ihyası da hürriyet ve bağımsızlık sevdalısı cumhurun marifetiyle sağlanmıştır. Nasıl ki, Cumhuriyet’ten dönüş yoksa, hatırlatırım ki, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden de dönüş veya sapış olmayacaktır. Millet kararını kesinkes vermiştir. Milletin üstünde dünyevi bir güç veya kudret yoktur.
“Atatürk bugün yaşasaydı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemimizin yılmaz müdafaacısı olurdu”
Demokrasiyi ağızlarından düşürmeyen gedikli bozguncuların, yeri geldi mi halkçılık kisvesine bürünen tescilli halk kaçkınlarının milletimizin tercih ve seçimine tahammülsüzlük göstermeleri en hafif tabirle maskeli despotluktur. Cumhuriyet, hürriyet ve bağımsızlığın teminatıdır. Hürriyet ve bağımsızlık aynı şekilde aziz Atatürk’ün de karakteridir, Milli Mücadele’yi muvaffakiyetle sonuçlandıran Türk milletinin can damarıdır. Bu damarı kesmek isteyen dahili ve harici alçakların sonu dün olduğu gibi bugün de, yarın da hüsrandır, hezimettir, makus emellerinden dolayı ödeyecekleri bedel ise çok ağır olacaktır.
Eğer Atatürk bugün yaşamış olsaydı, devletimizin geçirdiği badireleri dikkate alarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yılmaz ve yıkılmaz bir müdafaacısı olurdu. Cumhuriyet’i ilan eden kurucu kahramanlar her zaman, her şart altında milletin hakimiyet ve iradesine bağlı kalmışlardı. Onlar çeteci değildi. Onlar hukuk tanımaz değildi. Onlar plansız, programsız ve strateji yoksunu hiç değildi. Cumhuriyet fikri bir anda, gelişigüzel, keyfe keder ortaya çıkmış da değildi. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan Sadarete gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda bakınız ne demişti: ‘Millet, milli hâkimiyet esasını ve Türk Milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunun için çalışacaktır.” Milli Mücadele’nin düşünce gücü Türk milliyetçiliğidir. Vatanı kurtaran, devleti kuran irade Türk milliyetçiliğidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş harcı, istiklal ve istikbalin kutup başı bilinmelidir ki, Türk milliyetçiliğidir. Türk milli varlığı ve kimliği üzerinden geliştirilen milliyetçilik aynı zamanda demokratik bir halk hareketidir. Büyük düşünürümüz merhum Ziya Gökalp’in “milleti anlayabilmek ve keşfedebilmek için halka gitmek gerekir” dediği nokta burasıdır.
13 Kasım 2009 tarihinde Meclis Genel Kurulu’ndaki konuşmasını hatırlattı
13 Kasım 2009 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nda yapmış olduğum bir konuşmayla tarihe not düşmüş ve şu açıklamaları yapmıştım:
‘Adı üstünde, jeo-politik, üzerinde yaşanılan coğrafyanın yöneticilerine yüklediği yönetim sorumluluğunu ve vizyonunu tanımlar. Yüksek siyaset, kaynağını ve duruşunu coğrafyadan alır. Her coğrafyanın doğal ve zorunlu bir politikası vardır. Anadolu üzerinde yaşıyor olmanın da bir jeopolitiği vardır ve bin yıldır değişmemiştir. Coğrafya aynı duruyorken (ki öyledir); on asırdır bu topraklardan yükselen politik dinamikleri değiştirirseniz, buradan hepinizi uyarıyorum ki coğrafyayı mutlaka kaybedersiniz. Ve size başka başkentlerin jeopolitiğinden doğmuş yeni coğrafyalar dayatılırken, onun da politiğini öngöremezseniz ve anayurt politiği ile eklemleyemezseniz, ortaya kesinlikle dağılma ve yıkılış çıkacaktır. Bugün karşımızdaki tehlike de budur. Bu kaçınılmaz akıbeti değiştirecek bir tek olumlu örneğe tarih henüz şahitlik etmemiştir. İnsanlığın geçmişi, tarihin çöplüğü bunu öngörememiş yöneticilerin ve devletlerin enkazı ile doludur. Coğrafyamız tartışılırsa milletimiz; milletimiz tartışılırsa devletimiz; devletimiz tartışılarsa bayrağımız; bayrağımız tartışılırsa varlığımız ortadan kalkacaktır. Bunlar ne fantezi bir düşünce, ne bir vehim, ne bir sendrom, ne bir paranoyadır. Binlerce yıllık insanlık tarihinin, yüzlerce yıllık milletler mücadelesinin, millet olmanın inceliklerine nüfuz edebilmiş bir yüksek fikriyatın, derin duyuşun ve milli tarihe vakıf olmanın eseri ve sonucudur. Bunlar benim şahsi fikrim değil, bin yıllık millet varlığının bu topraklarda tutunmak için, kanla, gözyaşıyla, çileyle bugüne aktardığı stratejik miras ve emanetlerdir.’
O günkü düşüncelerim aynısıyla böyleydi. Hiç kimsenin tereddüdü olmasın ki, 14 yıl evvelinden ne söylemişsem arkasındayım ve altındaki imzama da sahip çıkacak ahlaki tutarlılığı sonuna kadar gösteririm. Atını keçeyle nallayan ahmaklar bizim duruşumuzu elbet anlayamaz. Böyle bir beklenti içinde olmadığımızı da paylaşmak isterim. Devlet aklı günlük meşgaleyle değil önümüzdeki yüzyılı okuyan stratejik basiretle tezahür etmektedir. Kısır çekişmelerin, bayağı ezberlerin, söz ve siyasi cepheleşmelerin devlet yönetimine yön vermesi diye bir şey olamaz. Ufuk ötesindeki ufku görebildiğimiz sürece, tehlikelerin ardında yeşeren nevzuhur tehlikeleri tarih şuuruyla okuyabildiğimiz taktirde milli güç kaynaklarını ülkemizin ve milletimizin bekası için devamlı tetikte ve zinde tutabiliriz.
“Misak-ı Milli ihlal edilemez bir egemenlik beyanıdır ve zaman aşımına tabi değildir”
Milli Mücadele kahramanlarının askeri, siyasi ve diplomatik mücadelelerinin merkezinde Misak-ı Milli’nin zamanlar üstü hükümleri vardır. Türk milletinin savunma hattının son sınırı Misak-ı Milli’yle çizilmiştir. Bilinmelidir ki, Misak-ı Milli ihlal edilemez bir egemenlik beyanıdır ve zaman aşımına tabi değildir. Vatanımızı korumak, devletimizi müdafaa etmek, milli varlığımızı savunmak Anadolu topraklarına saplanıp kalarak yapılamaz. Eğer böyle olursa kademe kademe vatanımızı kaybederiz.
“Erdoğan ülkemize yönelmiş tehditleri kaynağında bertaraf etmek için muazzam bir mücadelenin içindedir ve kesinlikle yalnız değildir”
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu şuur ve siyasetle ülkemize yönelmiş tehditleri kaynağında bertaraf etmek için muazzam bir mücadelenin içindedir ve kesinlikle yalnız değildir. Kudüs güvende değilse, Gazze güvende değilse, Halep güvende değilse, Kerkük güvende değilse, soydaşlarımız ve din kardeşlerimiz güvende değilse, altını çizerek belirtiyorum ki, Ankara’nın güvenliğinden hiçbir akıl ve vicdan sahibi bahsedemeyecektir.
“24 saat içinde ateşkes sağlanamazsa…”
Bugün Gazze’de yaşanan felaketler bir insanlık suçudur. Kadim devlet aklımız ve irademizle devrede olmazsak, siyasi ve diplomatik temaslarımızı askeri caydırıcılıkla desteklemezsek, günü geldiğinde Gazze’deki dramların bir benzerine, Allah muhafaza ama, Anadolu’da da mahkum olmamız kaçınılmazdır. Bu düşüncemin muhatapları zeka özürlüsü işbirlikçiler değildir. Bu düşüncemin muhatapları iç ihanet ve işgal cephesinde birleşen ciğeri beş para etmez soysuzlar hiç değildir. 21 Ekim 2023 akşamı sosyal medyadan yaptığım açıklamalar milletine, devletine, insanlık onuruna ve gelecek nesillere duymuş olduğum tartışılmaz sorumluluğun tanımı ve tavzihidir. O günden bugüne destek mesajları kadar haksız eleştiriler de tarafımca takip edilmiştir. Hatırlarsanız dediklerim şuydu: ‘Milliyetçi Hareket Partisi olarak çağrımız şudur: Eğer bugünden itibaren 24 saat içinde ateşkes sağlanamazsa, saldırılar durmazsa, mazlumların üzerine bombalar bırakılmaya ısrarla devam ederse, milletimle açık açık paylaşıyorum ki, Türkiye süratle devreye girmeli, tarihi, insani ve inanç sorumluluğunun gereği her neyse yapmalıdır. Gazze’yi koruma ve kollama misyonunu üstlenmek bize ecdadımızın mirasıdır.’
“Füzeye karşı sapan taşıyla insanlık mevziisine girmek için yola revan olmazsam namerdim”
Bazıları şahsıma yönelik ‘önden siz buyurun’ diye alaycı bir üslupla karalama kampanyasına alet oldular. Hiç merak buyurmasınlar, bizim anlayış ve anılarımızda kimin arkadan geleceğine bakmadan önden gider şehit Önkuzular. Devletim istesin, milletim destek versin, şartlar da öyle gerektirsin, şayet Gazze’deki çocuklara kol kanat germek, füzeye karşı sapan taşıyla insanlık mevziisine girmek için yola revan olmazsam namerdim. Bu vatanın çocuklarını ateşe atmak istiyormuşuz. Gazze’yi ecdad mirası olarak göremezmişiz. Ne işimiz varmış Gazze’de. İsrail-Filistin çatışması bizim meselemiz de değilmiş. Bu ifade sahiplerinin hepsi birden vicdanen ve kalben yanmış ve küle dönmüş bir avuç çapulcudur. Gazze’deki toplu katliamı ve soykırıma varan İsrail şiddetini idrak etmek için Filistinli olmaya gerek yoktur, birilerinin iddia ettiği gibi Arap olmaya gerek yoktur, hatta Müslüman olmaya da gerek yoktur, sadece insan olmak, insani değerleri savunmak kafidir.
“Türkiye’nin kuşatılması amaçlanıyor”
Hastaneler bombalanıyor. Okullar, camiler, kiliseler vuruluyor. Ey vicdansız dünya, çocuklar Kelime-i Şehadet getirerek can veriyor. Ey suskun insanlık, hayatta kalan Filistinli çocuklar sırayla kefenlenmiş cansız bedenler arasında anne ve babalarını ağlayarak arıyor ve araştırıyor. Mazlumların ahı yüreklerimizi yakıyor. ABD-İsrail işbirliğiyle hazırlanmış planlar Gazze’nin yutulmasına hizmet ediyor. Gazzelilerin Sina Yarımadası’na, Batı Şeria’da yaşayanların da Ürdün’e sürülmesi için hazırlık yapılıyor. Bugün Filistin, yarın tüm bölge ve nihayet Türkiye’nin kuşatılması amaçlanıyor.
“24 saat dolmuştur, Türkiye Cumhuriyeti her türlü müdahale ve mücadeleye hazır ve kararlı olmalıdır”
Zulüm karşısında tarafsızlık namussuzluktur. Biz çok şükür namussuz değiliz, tarafız, haklının, masumun, insan onurunun, tarih ve inanç bağlarımız olan kardeşlerimizin tarafıyız. 24 saat dolmuştur. Türkiye Cumhuriyeti insanlık nam ve hesabına, barış ve çözüm iklimini yeşertmek, garantörlük mekanizmasını kurmak adına her türlü müdahale ve mücadeleye hazır ve kararlı olmalıdır. Bizde geri adım yoktur. Birleşmiş Milletler etkisizdir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Refah Sınır Kapısı’nda boy göstermekten başka bir şey yapamamıştır. İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan umut yoktur. ‘Gazze için Kahire Barış Zirvesi’nden bir sonuç çıkmamıştır. İslam ülkeleri atıl ve aciz şekilde Gazze’nin bombalanmasını izlemektedir. O halde Gazze’yi koruma ve kollama misyonu Türk milletinin üzerindedir. Ya kalıcı barış ortamı sağlanarak iki devletli çözüm için taraflar masaya oturur ya da Gazze’nin imhasına Türkiye Cumhuriyeti her ihtimali dikkate alarak tepkisini üst düzeyde, en seri ve sert şekilde gösterir. Bizim tavrımız, tutumumuz ve duruşumuz budur.
Gazze’ye gitmek gerekirse de, hiç kimse meraklanmasın, Mescid-i Aksa’nın manevi ihtişamıyla, Allah’ın inayetiyle aranılan ve beklenilen her yerde şafak sökmeden olmasını da gayet iyi biliriz. Çocuklar ölmesin, bebekler ölmesin, kadınlar ölmesin, zalimler mahvolsun, caniler kahrolsun; huzur, barış ve istikrar derhal ve önşartsız çatışma bölgesine hakim olsun.”