Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni iken 1 Şubat 1979’da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Abdi İpekçi mezarı başında anıldı.
İpekçi, ölümünün 44’üncü yıldönümünde Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri başında anılan düzenlenen anma törenine İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi İzet, Türkiye Gazeteciler Genel Sekreteri Sibel Güneş, Eski İstanbul Baro Başkanı Turgut Kazan’ın yansıra, birçok meslektaşı katıldı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Güneş ve İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi İzet törende konuşma yaptı.
Sibel Güneş, “Abdi İpekçi, gazeteciliğini, halkın haber alma, bilgi edinme, gerçekleri öğrenme hakkına saygı göstererek yapmıştır. Doğruluğunu kontrol etmeden haber yayınlamamayı esas saymıştır” dedi. “Tetiği çektiren karanlık güçlerin hala ortaya çıkarılmamış olması günümüzde de gazetecilere yönelen tehditlerin sürmesinde önemli rol oynamaktadır” diyen Güneş sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Abdi İpekçi cinayeti gazetecilik tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. İpekçi’yi öldürenler, demokrasiye ağır bir zarar vermiştir. İktidar ve muhalefet temsilcileri bunu hiç unutmamalıdır. Günümüzde de demokrasinin tüm kurallarıyla işletilenseler olması için biz gazetecilerin görevlerini yapabilmesi gereklidir. Halktan, emekten, adaletten, özgürlüklerden yana olan gazetecilerin haber yapması engellenmemeli, gazeteciler siyasetçiler tarafından hedef gösterilmemelidir.
Tanışma şansını yakalayamadığımız ama gazeteciliğine duyduğumuz hayranlığın her yıl bir az daha arttığı Abdi İpekçi’yi bir kez daha sevgi ve saygıyla anarken, ‘tüm zorluklara rağmen gazetecileri gazetecilik yapmaktan vazgeçmemeye’ çağırıyoruz. İktidar ve muhalefete, ‘gazetecilere yönelik saldırı ve cinayetlerdeki cezasızlık uygulamasından vazgeçilsin’ çağrımızı tekrarlıyoruz.”
“Artık uğraşma, kimse hatırlamıyor o günleri”
Konuşmasına törene katılanlara teşekkür ederek başlayan Nükhet İpekçi İzet, “Bu yıl içinde bir arkadaşımın “artık uğraşma, kimse hatırlamıyor o günleri” sözleri dikkat çekiciydi. Çok sevgili bir yakınım da “en iyisi bu yıl protesto et, oraya hiç gitme” demişti. Aslında bir zamanlar Onu da yapmıştık. Annemle birlikte “Konuşacak ne kaldı ki” demiştik. Bütün suikast kurbanlarıyla alay edercesine, engellenen çabalarla dolu bir oyunun parçası olmayı, oradan oraya çekiştirilip kullanışlı mağdur haline getirilmeyi içimize sindirememiştik. O zaman da “bu bir vazifedir, bir sorumluluktur.
Susmak korkmaktır, suça yer açmaktır. Konuşmak, var olmak, olanlar hatırlatmak, tanıklık etmek, unutturmamak zorundasınız” diyenler olmuştu” ifadelerini kullandı.
Hâlâ 1979 yılındayım diyen İpekçi, “O zamanki İçişleri Bakanı’nın kendi makam odasının ardında, gizli bir oda daha olduğunu dehşet içinde fark ettiği ve bir komploya uğratıldığı dönemdeyim. O andaki hakikatim, yani aslında hepimizi ilgilendiren bu dehşetli hakikat, incelenip irdelenmemiş, isimlendirilmemiş ve tarihteki verine resmen kaydedilmemiş haliyle olduğu gibi duruyor.
Belirli dönemlerde ani düğmeye basılırcasına üstümüze yağdırılan bombaların, kurşunların, yangınların biz kurban yakınlarına yasattığı ruhsal şiddeti, her yeni suikastta, içimizde hissedip bütün kurbanların yakınlarıyla hemhal olmamak mümkün değil” değerlendirmesini yaptı.
“Bizim dosyaların hali malum”
İzet, “yerine getirilmemiş bir borcun ağırlığıyla çöken omuzlarımla buradayım” dedi ve sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Şoförler, koruma görevlileri, polisler, savcılar, ihbarcılar, istihbaratçılar… Çok sayıdaki suikast sırasında bu görevlerdeki birçok kişinin de canlar alındı. Cenaze törenlerinde öldürülenler oldu. Ayrıca birçok şaibeli ölüm de var. Onların tek tek sıralandığı bir çalışma var mı? Ayni hikâyenin, ayni döngünün içindeyiz. Ama bizler çiçekler, güzel avutucu sözler, heykellerle şereflendirilirken aynı anda canları alınanların adların bile bilmiyoruz. Oysa kayıtlara bu cinayet dosyalan içinde girmeliydiler. Ama bizim dosyaların hali malum… Çoğunun içi bos, her nedense kaybolanlar var, çoğu takipsizlik damgası yemiş, zamana yenilmiş. Kaçanlar, cezalar, beraatlar. Hiçbiri bizi asıl bildiğimiz hakikate götüremiyor. Bir varmış bir yokmuştan öteye gidemiyoruz. Bütün bunlar bir borç duygusu yaratıyor.
“Neye hizmet ettiğinin farkında olamayanlar”
Cinayet dosyalarının yeniden açılması, bir arkeolog titizliğiyle çalışılması, tuzaklar kuran, engel olan, taş koyan, duvar ören, üstüne toprak örten, şaşırtmaca ve kandırmaca yayanların ortaya çıkarılması ne kadar iyi olurdu. Hatta o zamanlar neye hizmet ettiğinin bile ayrımında olamayanların bazıları kendiliğinden de mertçe ortaya çıkabilir hakikate katkıda bulunabilirlerdi. Ne iyi olurdu.
Abdi ipekçi henüz otuz yaşına varmadan yazdığı bir yazıda bu borçluluk duygusunu söyle dile getirmiş; “Vatana borç, yedek subaylık vazifesi ile ne baslar ne de biter. Borcumuz hayatımızla kaimdir. Doğduğumuz gün baslar, öleceğimiz güne kadar devam eder. Gazetecilik vazifesi boyunca hep bu anlayış ve vicdanla yasarken onun öleceği günü planlayıp canini almasalar ne iyi olurdu.”