Merkez Bankası, Ağustos 2023 itibariyle el artırarak 500 puana çıkardığı faiz artışlarına geçtiğimiz hafta üçüncüyü ekledi. Politika metninde Ortadoğu’daki gerginliğin uzaması durumunda petrol fiyatlarının yukarı yönlü hareketinin enflasyon üzerinde yaratacağı yukarı yönlü riskler not edildi.
Faiz artışları Haziran’da daha yüksek dozda başlayıp kademeli olarak doz azaltılsaydı enflasyon beklentisi yönetimi açısından daha etkili olup nihai olarak daha az faiz artışı ile sonuçlanan bir süreç yaşanabilirdi.
Ancak biraz gecikmeli de olsa TCMB’nin sıkı para politikası duruşunda kararlı bir duruş sergilemeye başlamış olması son derece kıymetli.
Mehmet Şimşek, karar öncesi yaptığı açıklamalarda pozitif reel faize yakın olduğumuzu ifade etmişti. TCMB’nin 2024 sonu enflasyon beklentisinin yüzde 33 olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda yüzde 35’e gelen politika faizinin reel olarak pozitife geçtiği söylenebilir.
Ancak bizim Koç Üniversitesi’nden arkadaşlarımla yaptığımız tahminlere göre 2024 yıl sonu enflasyonu yüzde 50’li seviyelerde kalıyor.
Buradan yola çıkarak, şayet yüzde 33’luk enflasyon hedefinde samimi ise, Merkez Bankasının pozitif reel faiz noktasına geçebilmek için faiz artışlarına devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
İletişim politikasında düzeltilmesi gerekenler
Gerek Mehmet Şimşek, gerekse Merkez Bankası yönetimi başlangıçtaki aksamaları geride bırakıp ortodoks politikalarla yola devam edileceği konusunda yerli ve yabancı piyasa oyuncularını ikna etme gayretindeler.
Öte yandan, piyasalar nezdinde “ikinci bir Naci Ağbal vakası yaşanır mı?” endişesinin ekonomi yönetimi içinde de bizzat de yaşanmakta olduğundan şüphe ediyorum.
Bu tedirginliğimin sebebi para politikasının yönü tarif edilip sözlü yönlendirme yapılırken kullanılan dilden kaynaklanıyor.
Ekonomi yönetiminin enflasyonu düşürmek için yapılması gerekenlerden bahsederken “sıkı para politikası” ifadesine yaptıkları vurguyu takdirle izliyorum.
“Sıkı para politikası” teknik olarak faiz artışları ile değişimli olarak kullanılabilecek bir ifade. Zira para arzının sıkılaştırılması, paranın fiyatı olan faizin de artması anlamına geliyor.
Öte yandan Türkiye gibi faiz artışları önünde siyasi otoritenin net bir şekilde tercih belirttiği bir ülkede Merkez Bankası’nın da çoğu zaman gerektiği kadar faiz artışına gidemediği için yan yollar icat ettiğine, kimi zaman “makroihtiyati önlem” kimi zaman “koridor sistemi” adı altında vuku bulan bu yan yolların para politikasının etkinliğini azalttığını biliyoruz.
Bu sebeple “sıkı para politikası” ifadesinin benzer bir yan yol arayışı olmasından şüphe ediyorum.
Endişelerimi daha somut bir şekilde incelemek için Başkan Hafize Gaye Erkan’ın görev aldığı Haziran ayından bu yana yapmış olduğu üç konuşmada kullandığı dili ve kelime tercihini inceledim.
Gelişmiş ülke merkez bankalarının uygulamalardan farklı olarak, Türkiye’de Merkez Bankası Başkanı’nın kamuoyuna açık iletişimi son derece az.
PPK üyeleri ise hiç demeç vermiyor.
Dolayısıyla eldeki nadir iletişim fırsatlarında kullanılan dilin önemi daha da artıyor.
Zira merkez bankası iletişimi, doğru kullanıldığında para politikasının etkinliğini artıran, izlenecek yol konusunda piyasaları yönlendirerek acı reçetenin maliyetini bile azaltacak kadar öneme sahip güçlü bir silah.
Başkan Erkan’ın konuşmalarında para politikasının duruşu konusunda anahtar olabilecek kelimelerin kullanım sayısına baktığımızda ilginç bir tablo ortaya çıkıyor.
- Para politikasının temel aracı olan faiz kelimesinin 43 kere kullanıldığını gözlemliyoruz.
- Öte yandan “faiz” kelimesi tek başına bir anlam ifade etmiyor. Çünkü mevduat faizi ya da kredi faizi gibi parasal aktarım mekanizması için gerekli alt kanallardan bahsederken de kullanılabiliyor.
- Biraz daha derine inip sadece “faiz artırımı” ya da “politika faizi” gibi para politikası duruşunu en net şekilde ifade eden kelime gruplarını aradığımızda toplam sayı sadece 21’de kalıyor.
- Buna karşılık “sıkılaştırma” kelimesi 35 kere kullanılırken faiz artırımlarının yavaş olacağının sinyalini veren (ancak sonrasında tam tersi şekilde doz artışı ile sonuçlanan) “kademeli” kelimesi 18 kere kullanılmış. Yine faiz artışlarının makroihtiyati politikalarla destekleneceği anlamını içerdiğini düşündüğüm “bütünsel” kelimesi ise 9 kere kullanılarak “politika faizinden” daha yukarıda yer almış.
Sonuçlar ve iletişimde yapılması gerekenler
Türkiye gibi düşük faiz konusunda siyasi tercihin oldukça ne bir şekilde ifade edildiği bir ülkede Merkez Bankası’nın faiz artırım sürecini gerekli gördüğü dozda uygulayabilmesi kolay değil.
Oysa faiz artışı konusunda eli rahat olmayan bir merkez bankası için iletişim politikası tamamlayıcı bir silah olarak kullanılabilir.
İşte bu nedenle Türkiye’de bu zamana kadar ikinci planda kalan iletişim politikasının Batı örneklerine benzer şekilde birinci plana çıkarılması, kullanılan kelimelerin özenle seçilmesi gerekiyor.
Para politikasının birincil aracı olan politika faizi ile ilgili yönlendirmelerin net ve şeffaf bir şekilde yapılması, faiz artırımı sinyali verilirken “sıkı para politikası” gibi örtük ifadelerin arkasına saklanılmaması önemli.
Bu yapılabildiği durumda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğinin gerçekten de Merkez Bankası’nın arkasında olduğu mesajının sağlamlaştırılması mümkün olacak ve piyasa oyuncularının tedirginliklerinin azaltılması konusunda ilerleme sağlanacaktır.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – PROF. DR. SELVA DEMİRALP