Türk Lirası’nın dolar ve euro karşısındaki değer kaybı hızlanıyor. Kurlardaki yükseliş bugün yüzde 7’ye yaklaştı. Dolar kuru 23 lirayı geçerken, Euro/TL tarafında da 24,83 ile rekor görüldü.
Dolar seçimden sonra TL karşısında yüzde 16 değer kazanırken, yıl başından bu yana kaydedilen artış yüzde 20’ye yaklaştı.
Peki kurlardaki bu hızlı yükselişin nedeni ne?
Uzmanlara göre kur hareketi seçim öncesinde çok ciddi bir şekilde, alternatif finansal araçlar vasıtasıyla baskılanırken bu politika sürdürülebilir değildi. Şu anda görülen yükseliş, TL’nin uzaklaşmış olduğu gerçek değerine yakınlaşması anlamına geliyor.
DW Türkçe’ye konuşan iktisatçı Prof. Dr. Sinan Alçın, iki ülke arasındaki kur farkını belirleyen en temel faktörün bu ülkelerdeki enflasyon oranı olduğuna dikkat çekiyor.
“Gecikmiş olarak realize oluyor”
Amerikan Doları ile Türk Lirası karşılaştırıldığında Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) enflasyon oranı 4,5 civarı iken Türkiye’de aynı dönemde enflasyonun yüzde 80’ler civarında olduğunu hatırlatan Alçın’a göre özellikle son 2,5 yıldaki enflasyonist dönemde TL’nin değerinin Amerikan doları ve diğer para birimleri karşısında düşmesi gerekiyordu.
Özellikle seçime yaklaşılan süre içerisinde Merkez Bankası’nın kendi rezervleri üzerinden Türk Lirası’ndaki değer kaybının önlemeye çalışıldığına işaret eden Alçın, “Öte yandan ihracatçılarımızın dolar geliri önemli ölçüde kontrol edildi. Dövize bağlı hesapları sınırlandırmak için bankacılık sisteminde sürekli düzenlemeler yapıldı ve Türk Lirası’ndaki değer kaybı suni veya sentetik biçimde son 5, 5 buçuk aydır belli bir seviyede tutulmaya çalışıldı” diye devam ediyor.
Seçimden sonra ise Ekim 2021’den bu yana uygulanan bu politikanın sonuna gelindiğini ifade eden Alçın, dolayısıyla Merkez Bankası’nın döviz satışının da azaldığını ifade ediyor ve ekliyor: “Buna mukabil de o gecikmiş olan değer kaybının yavaş yavaş realize olduğunu, gerçekleştiğini görüyoruz.”
Son dönemde kuru baskılamak için ihracatçıdan gelen döviz gelirleri, Kur Korumalı Mevduat kanalıyla gelen dövizler ve swaplar kullanılsa da Merkez Bankası rezervlerindeki düşüşün önüne geçilemedi. Merkez Bankası net rezervi 19 Mayıs haftasında eksi 0,2 milyar dolar seviyesine gerileyerek 21 yıl sonra ilk kez negatife geçti. Swap hariç net rezervler eksi 60,3 milyar dolarla kritik bir seviyeye geldi.
“Kullanılan araçlar tükendi”
DW Türkçe’ye konuşan iktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan’a göre de seçimden sonra kurlarda bir normalleşme eğiliminin zaten bekleniyordu; çünkü kurları tutmak için kullanılan araçlar artık tükendi.
“Yaklaşık iki yıldır iktidarın yaptığı hem kurlara hem faizlere müdahale etmekti ki kurları düşük tutmak için her türlü çabayı gösterdi, kur korumalı mevduat, Merkez Bankası’nın döviz rezervleri vesaire. Fakat orada işin sonuna gelindi” diyen Oyan, Merkez Bankası rezervlerinin eksiyi gördüğünü, Kur Korumalı Mevduat’ta da 130 milyar dolarlık seviyenin aşıldığını ifade ediyor.
Kur Korumalı Mevduat’ın yaklaşık 2,5 milyon liralık bir yük oluşturduğunu söyleyen Oyan sözlerini şöyle sürdürdü: “Ellerinde araç kalmadığı gibi, Ortodoks politikalara dönüleceği mesajını veren Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetimine getirilmesi ile birlikte ideolojik baskı da ortadan kalkınca kurun önü açıldı. Burada gecikmeli bir uyum söz konusu”.
Yükseliş ne kadar devam eder?
Seçimlerin ardından dolar/TL’de yükseliş ivmesi görülürken yabancı kurumlar da dolar/TL beklentilerini revize etmişlerdi. Commerzbank yıl sonu dolar/TL tahminini 20 seviyesinden 25’e yükseltirken, 2024 yıl sonu beklentisini 30 olarak açıkladı. Goldman Sachs ise 3 Haziran tarihli raporunda üç aylık dolar/TL tahminini 19’dan 23’e, altı aylık tahminini 21’den 25’e, on iki aylık tahminini de 22’den 28’e yükseltti.
Prof. Dr. Sinan Alçın’a göre de üç aylık bir perspektifte dolar kurunun 26-27 liralara kadar yaklaşabileceğini söylemek mümkün.
Ancak bugünkü güçlü hareketi bundan sonraki bir iki ay boyunca her gün aynı biçimde beklememek gerektiğini ifade eden Alçın, bunun özellikle bireysel yatırımcı açısından dikkatli olunması gereken bir süreç olduğunu vurguluyor.
Dolar kurunda günlük yaklaşık 30-40 kuruşluk bir artış olduğunu belirten Alçın, bugün ise hızlı bir yükseliş yaşandığını söylüyor. Türkiye’de çok farklı amaçlarla elinde dolar tutan yatırımcılar olduğuna işaret eden Alçın, “Bunların bir kısmı kendilerini güvence altına almak veyahut da vadesi geldiğinde borçlarını ödemek, hammadde ve ara malı almak için dolar tutan kurumsal işletmeler. Hane halkı da biraz daha kendini güvence altında hissedebilmek veya tasarruf saikiyle amacıyla tutuyor. Dolayısıyla günlük hareketler aynı hızda gerçekleşmiyor. Bu nedenle zaman zaman bir yandan da kazanç elde edebilmek için satışların da olduğunu görmek lazım. Yani tek taraflı işlemiyor süreç” ifadelerini kullanıyor.
Türkiye’nin bir gün içinde adeta bir kur şoku yaşadığını dile getiren Oğuz Oyan da bankalara güvenin sağlam olduğunu, dolayısıyla bankalardan döviz çekme gibi bir eğilimin söz konusu olmayacağını düşünüyor. Son dönemde yürütülen politikalar nedeniyle Türkiye’de dolarizasyonun arttığına dikkat çeken Oyan, doların 25-26 liralık denge kur seviyesine kadar yükselebileceğini vurguluyor.
Oyan, “Normalde eğer bu iktidar enflasyonu azdırmamış olsaydı ne kur bu kadar yükselirdi ne enflasyon. Yüzde 30’un altında bir enflasyonla 12 13 lirayı aşmayan bir kur olurdu. Ama bütün bunlar, bu yanlışlıklar yapıldıktan sonra şimdi hala yüzde 40 düzeyinde bir enflasyonumuz var. Dolayısıyla şimdi bu telafi mekanizması çalışıyor. Yani 25-26 liraya kadar bu enflasyona uyum süreci devam edecektir. 26 liradan sonrası reel olarak TL’nin aşındığı bir evre olur” diye konuşuyor.
Enflasyona etkisi ne olur?
Oğuz Oyan, kurlardaki artışın geçişkenlik etkisiyle enflasyonu da yukarı çekeceğini belirtiyor.
Doğal gaza sıfır fiyat uygulanarak mayıs ayında enflasyonun kâğıt üzerinde yüzde 40’ın altına düşürüldüğünü ifade eden Oyan, bunun bir istatistik oyunu olduğunu belirterek enflasyonu artık yüzde 40’ın altına tutmanın imkânı olmadığını vurguluyor. Oyan, “Yüzde 40 ihtimali bu kur artışlarıyla iyice tükenmiştir. Enflasyon hızla yüzde 50’nin üzerine tekrar çıkacaktır. Önümüzdeki aylarda göreceğiz” yorumunu yapıyor.
Sinan Alçın da son bir aydır resmi kurla piyasa kuru arasındaki makasın açılması ve seçim sonrasında da kurdaki yükselişin yanı sıra dünyada ham petrol fiyatları artmasının Türkiye’de hem akaryakıt fiyatlarının hem de genel olarak doğal gaz ve enerji fiyatlarının arttığı bir görünüm ortaya çıkartacağını söylüyor.
Bunun da enflasyonu besleyecek bir unsur olduğunu dile getiren Alçın, öte yandan Türkiye’de gıda fiyatlarının da dünyadaki düşüş trendinin aksine yükseldiğine dikkat çekiyor. Bu durumun tamamen tarımsal üretimdeki arz sıkıntısından kaynaklandığını ifade eden Alçın, “Bu yönüyle baktığımızda hem kur etkisi, kur geçişkenliği etkisi hem de gıda fiyatlarındaki olası yükseliş eğiliminin devamı nedeniyle yıl sonu enflasyonunda benim beklentim yine 40-45 bandında bir düzeyle yılı tamamlayabileceğimiz yönünde. Yani beklenen, istenen fiyat istikrarı en azından 2023 yılında tam olarak sağlanabilir gözükmüyor” diyor.
Reel ücretlere nasıl yansır?
Kurlardaki yükselişle birlikte dolar bazında ücretler de geriliyor. Prof. Dr. Oğuz Oyan, gelirlerdeki dolar bazında erimenin süreceğine işaret ediyor.
İktidarın seçim vaatlerinden biri olan yeni asgari ücret için haziran enflasyonunun bekleneceği belirtiliyordu. Seçim öncesi yapılan açıklamalarda temmuz ayında zam yapılacağı ve asgari ücretin 500 dolar seviyesine çıkarılacağı belirtilmişti.
Asgari ücretin 500 dolara çıkarılacağına dair açıklamalar yapıldığında doların 19,5 liralarda olduğuna dikkat çeken Oyan, yeni kur seviyeleriyle birlikte bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görüşünde.
Oyan, “Asgari Ücret Tespit Komisyonu diyelim ki iki hafta içinde toplandı ve o sırada dolar 24 lira oldu. Asgari ücreti 12 bin lira yapacaklar mı? Yapsalar bile bu anlık bir düzeltme olur. Daha sonra yeniden kur yukarı gittiği sürece dolar bazında, döviz bazında azalır. Bunu her halükârda yaşayacağız. Ancak ben 12 bin lira gibi bir asgari ücret düzeyine çıkacaklarını hiç sanmıyorum. Belki 10 bin eşiği aşılabilir ama Türkiye’de ucuz iş gücü arayışı, en azından dolar bazında ucuz iş gücü arayışı sürecektir, devam edecektir. Bu yöndeki baskıları, sermaye kesimi üzerinden de gelen baskılar, iktidarın yok sayması, bunları yani ciddiye almaması mümkün olamaz” diye konuşuyor.
İhracatçı için ne ifade ediyor?
Yaklaşık iki buçuk yıl sürdürülen kuru sabit tutma politikasının bir parçası olarak Türkiye’de ithalat ucuzlarken ihracat da daha pahalı hale geldi. Dış ticaret açığı ve cari açıkta uçurum büyüdü.
Türkiye 2021 yılında 46 milyar dolar dış ticaret açığı vermişken, açık 2022 yılında 110 milyar dolara ulaştı. Dış ticaret açığı, yılın ilk beş ayında ise 56,1 milyar dolara yükseldi. Son açıklanan verilere göre 12 aylık cari açık da şubat ayında 55,4 milyar dolar ile 10 yılın zirvesini görürken martta 54,2 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Peki kurlardaki yükseliş ihracatı olumlu etkileyecek mi?
Prof. Dr. Sinan Alçın, Türkiye’deki temel meselenin ihracatın ithalata bağımlılığı olduğunu söylüyor. Türk Lirası değer kaybettiğinde dışarıya satışın daha ucuza gerçekleştiğini, daha fazla ürün satılabildiğini ifade eden Alçın, “Fakat o sattığımız malı üretebilmek için hammadde, ara malı ve enerjide yüzde 70’lere varan oranda bağımlılık olduğu için ithalat harcamaları ihracat gelirinden daha hızlı artıyor. Dolayısıyla attığınız taş ürküttüğünüz kuşa değmiyor” diyor.
Türk Lirası’ndaki değersizleştirmenin ihracattaki artışı destekleyebileceğini ancak mevcut sanayi yapısı hala hammadde, enerji ve ara malı bağımlısı olduğu için bunun aslında girdi maliyetlerini artıran bir unsur olacağını ifade eden Alçın, “Yurtiçi hammadde kaynaklarıyla üretilebilen ve dışarıya satılabilen malların üretildiği sektörler için kazançlı bir durum diyebiliriz. Veya stoklarda artış yaşanan sektörler açısından da nakit akışını destekler. Fakat orta ve uzun vadede dış ticaret hadlerini olumlu etkileyecek bir durum değil” yorumunu yapıyor.
Kur korumalı mevduattaki risk artıyor mu?
Öte yandan kurlardaki artış, Kur Korumalı Mevduat’taki riski de artıracak. Kurları baskı altında tutmak için getirilen Kur Korumalı Mevduat yüksek maliyeti nedeniyle bütçede ağır bir yüke yol açmış, Türkiye’nin bütçe açığı Ocak-Nisan döneminde 382,5 milyar TL’ye çıkarken, dört ayda yıl sonu için öngörülen bütçe açığının yüzde 58’ine ulaşılmıştı.
Kur Korumalı Mevduat’ta mevduat sahiplerine hem faiz hem de kur farkı ödeniyor. Seçim öncesinde bankalar vade sonu beklenmeden prim ödemesi yapabiliyordu ve faiz oranı 26’ya kadar çıkmıştı. Seçimlerin ardından ise Merkez Bankası, 1 Haziran’dan itibaren açılacak veya yenilenecek kur korumalı mevduat hesaplarında önden prim ödemesi yapılmamasına karar verdi. Kur Korumalı Mevduat’ta faiz oranı yüzde 4’e kadar düştü.
Ancak ekonomistler döviz tevdiat hesabı olarak da değerlendirebilecek bu hesaplarda ciddi bir meblağın biriktiğine dikkat çekiyor.
Kurların tutulduğu dönemde Kur Korumalı Mevduat’ta büyük bir kur farkı oluşmadığını dile getiren Oğuz Oyan, son artışlarla birlikte ciddi ölçüde kur farkının oluştuğunu, dolayısıyla bunun ciddi bir külfet anlamına geldiğini aktarıyor.
Sinan Alçın da Kur Korumalı Mevduat’ın Hazine üzerinde büyük bir yük oluşturduğuna dikkat çekerek değeri 2 trilyon lirayı geçen bu hesapların tekrar Türk Lirası’na dönüşünün problemli biçimde gerçekleşebileceğini söylüyor.
Ekonomi yönetiminden ne bekleniyor?
İktisatçılara göre Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten beklenen, kendisinin de devir teslim töreninde ifade ettiği gibi, biraz daha uluslararası finans kapital çevrelerinin kabul edebileceği, yani şeffaf, öngörülebilir mali politikalar ve mali disiplin uygulaması.
Burada mali disiplinden ne anlaşıldığının çok önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Sinan Alçın, “Mali disiplin, kamu harcamalarını kısıtlamak, örneğin sayısı on binleri bulan makam araçlarının sayısını azaltmak veyahut da şatafatlı çeşitli törenlere son vermek gibi araçlarla mı gerçekleştirilecek? Yoksa mali disiplini vergi oranlarındaki artışla, özellikle dolaylı vergilerdeki artışla mı sağlayacak” diye soruyor.
Yine Şimşek’in yaptığı konuşmada verginin tabana yayılacağı ifadesinin olduğuna dikkat çeken Alçın, Türkiye’de zaten vergi dağılımının büyük ölçüde tabana yayılmış durumda olduğunu vurguluyor.
Ücretli kesimden alınan dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içerisindeki oranının yüzde 75’i bulduğunu, bu oranın Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 25’te kaldığını ifade eden Alçın, “Burada verginin tabana yayılmasından benim anladığım şey Özel Tüketim Vergisi’nde belli kalemlerde artış, Katma Değer Vergisi’nde yine belli bir gıda veyahut da mal türlerine dönük olarak artışlar veya tek seferlik çeşitli vergilerin, harçlarda artış olabileceği” diyor ve ekliyor: “Fiyat istikrarını önceleyip enflasyon kontrol altına alınmaya çalışılırken bunun bedeli olarak acı reçetenin veya kemer sıkma politikasının geniş kesimlerin alım gücünü biraz daha düşüreceği, ücret artışlarının sınırlandırılacağı, öte yandan çeşitli vergilerin artırılacağı bir politika demek ki bizi bekliyor.”
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – PELİN ÜNKER