Türkiye’de mayıs ayında yapılan seçimlerin ardından ekonomi yönetiminde değişikliğe gidildi ve Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine getirilirken Merkez Bankası Başkanlığına Hafize Gaye Erkan atandı. Ekonomi yönetimi ‘rasyonel politikalara’ dönüş mesajları veriyor ancak uzmanlar bu değişimin ‘vitrinsel’ olup olmadığını görmek için zamana ihtiyaç olduğunu belirtiyor.
Türkiye ve küresel gelişmeleri yakından izleyen Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Profesörü Daron Acemoğlu, euronews stüdyolarına konuk oldu. Prof. Acemoğlu, Mehmet Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetiminin politikalarını, yabancı yatırımcı ve yapay zeka konularıyla ilgili soruları yanıtladı.
Mehmet Şimşek’in ilk bir aylık performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Şu anda biraz tabii ki emin olmak zor. Çünkü dediğiniz gibi Türkiye seçim ekonomisinden çıkıp daha normal bir ekonomiye dönmek durumunda. Ama çok yapısal ve kısa süreli problemleri olduğu için ve seçim süresince de ekonomi giderek kötüye gittiği için nasıl bir çare getirilecek bunu daha kesin olarak göremiyoruz.
Buradaki belirsizliğin bir nedeni de aslında Sayın Mehmet Şimşek’in elinde ne kadar güç olduğu da kesin değil. Çünkü Türkiye’nin ekonomisinin şu anki ciddi durumuyla gerçekten sonuç çare getiren bir politikalar geliştirmek için bir kadroya gerek var. Bu kadro da şu anda Türkiye’de yok.
Ama tabii ki Türkiye’nin Sayın Mehmet Şimşek’in de dediği gibi daha rasyonel politikalara dönmesi iyi bir şey olur. Ama benim burada vurgulamak istediğim şey aslında şu: Türkiye’nin problemleri çok daha yapısal, bir tek enflasyonu azaltarak çözülecek şeyler değil. Bu yapısal problemlere (yolsuzluk, verimsizlik, teknolojiye yeterince yatırım yapılmaması, eğitimin durumu, kurumların kötüleşmesi), çözüm getirmediğimiz sürece aslında ekonominin potansiyelinin çok altında kalacağız.”
Yapısal reformların ciddiye alındığı konusunda işaret var mı?
“Hayır, şu anda görmüyorum yine çünkü bu yapısal problemlerle başa çıkmak için, birincisi bir kadroya gerek var. İkincisi, kurumsal yeni bir yapıya gerek var. Örneğin yolsuzluğu durdurmanın yolu bu konuda denetim sisteminin çok daha kuvvetlendirilmesi, belirsizliğin azaltılması, verimliliğin artmasının yolu, rekabet, eğitim, teknolojiye olan çok daha fazla bir önem verilmesi. Bu konuda bir ilerleme görmüyorum. Tabii şöyle diyebilirsiniz. Önce ekonominin çok daha acil olan makro ekonomik problemleriyle ilgilenmek lazım, ondan sonra belki yapısal problemlere geçebiliriz. Ama bunun içinde pek bir şey görmüyorum yani. Çünkü yapısal problemlerle başa çıkmak gerçekten büyük bir reform, cesur reformlar gerektiriyor. Şu ana kadar bunu yapacak bir yaklaşım göremiyorum.”
Yabancı yatırımcı Türkiye’ye gelmek için hangi göstergelere bakacak, faiz artırımı yeterli mi?
“Yabancı yatırımcılara Türkiye’nin çok gereksinimi olduğunu vurgulayarak başlayalım. Çünkü Türkiye’de şu anda büyük bir kaynak eksikliği var. Bu kaynak eksikliği depremden önce de vardı çünkü Türk şirketlerinin, hatta bankaların bilançolarının durumu iyi değil ve Türkiye büyük bir cari açık yaşıyor. Aynı zamanda bütçe açığı yaşıyor. Bunlar için de kaynağa ihtiyaç var. Bu kaynak gereksinimleri çok çok daha fazla arttı. Çünkü korkunç bir deprem altyapıya ve başka şeylere olan yatırımların çok artmasının gerektiğini de gösteriyor.
Peki bu kaynaklar nereden gelecek? İçeride yeterince kaynak yok. Bunun için önce dışarıdan gelmesi lazım. Ama dışarıdan gelmesi şu anki dengeyle mümkün değil. Çünkü yatırımcılar Türkiye’deki belirsizlikten çok şikayetçi, Türkiye’deki faiz ve enflasyon politikasından çok şikayetçi ve Türkiye’nin durumunun nereye gideceğini pek bilemiyorlar.
Aslında bakarsanız dışarıda Türkiye için hala iyimser bir tablo var. Eğer makroekonomik olarak bir ilerleme olursa, Türkiye’de yabancı yatırımcıların geleceğine eminim. Önce kısa vadeli olarak, daha sonra belki daha uzun vadeli olarak gelen yatırımcıların olacağına eminim. Ama şu anda ne kadar güven duyuyorlar bunu bilmiyorum. Çünkü sonuçta yabancılar da Türkiye’deki iktisatçılar da, örneğin ilk faiz artışının daha fazla olmasını bekliyorlardı. Çünkü şu anda faizler enflasyonun o kadar altında ki, reel faizler ki iş dünyasının dikkat ettiği şey reel faizler dir (yani nominal faizle enflasyon arasındaki fark), reel faizler o kadar negatif ki onları sıfıra çekmek için daha büyük bir adım bekleniyordu. Ve bu adımın gelmemesi aslında belkide yabancı sermayecileri bir gerçeğe dönüş şeklinde iyimserlik lerinden biraz daha normale dönüşe zorladı ve bu yüzden de doların birdenbire arttığını gördük.”
Türkiye’nin IMF ile bir anlaşmaya ihtiyacı var mı?
“Şimdi bu Türkiye’de biraz duygusal bir problem haline gelmiş durumda. Yani İMF sanki Amerika’nın Türkiye’ye getirdiği bir baskı ya da yabancılara kapitülasyon gibi görülüyor. Onun için bunu IMF den değişik bir şekilde düşünelim. Türkiye’nin neye ihtiyacı var? Türkiye’nin yapısal bir reforma ihtiyacı var. Bu yapısal reform içinde hem Türkiyeli hem dışarıdan gelen yatırımcılara güven vermesi lazım. Bunu yapabilecek bir çerçeve nereden gelirse gelsin iyi olur. IMF şu anda birçok ülkede böyle bir çerçeveyi geliştirmek üzerinde çalışıyor. Türkiye de 2000-2001 krizinde de Dünya Bankasıyla beraber IMF böyle bir çerçeveye yardımda bulundular. Tabii ki aynı şey Türkiye’de de olabilir ama yani sonuç IMF ya da IMF değil. Önemli olan yapısal, kurumsal, güven verici bir yapının gelmesi.”
Türkiye’de asgari ücret, yüksek kira gibi toplumsal krize dönüşmüş sorunlar var. Bunlar orta sınıfı nasıl etkiliyor?
“Yani burada iki tane problem var. Birincisi orta sınıfın erimesi, gerisi fakirlik. Asgari ücretin bu kadar önemli olduğu çok az ülke var başka. Niye öyle? Çünkü ücretler artmıyor. Türkiye’de. Ücretler artmadığı için asgari ücret aslında bir çok işçinin ücretini direk olarak belirliyor.
Amerika’ya bakarsanız asgari ücret de çalışan işçi sayısı yüzde 10. Türkiye’de yüzde 50 kadar. Ve asgari ücretin artması tabii ki enflasyona katkıda bulunuyor ama artması lazım çünkü bakarsanız reel olarak asgari ücretler Türkiye’de artmıyor, eşitsizlik artıyor.
Niye? Bunun yine nedeni yapısal problemler. Çünkü verimlilik artmadığı sürece, üretkenlik artmadığı sürece şirketlerin üretimi artmıyor. Şirketlerin üretimi artmadığı sürece de işçiye olan talepleri az, böylece de ücretler artmıyor.
Bir de bunun üzerine eğitimin kötülerini görürseniz, ki eğitimde çok geri adımlar atıldı, yani Türk işçisi (hem bunun içinde mülteciler de var, Türk işçisi de var) yeterince eğitim düzeyine sahip değiller modern ekonomide en çok yüksek üretkenliğe ulaşmak için.
Böyle olunca da işçilerin refahı artmıyor. Fakirlik problemi ve orta tabakanın da giderek geri gidiyor. Yine bunlara çözüm kısa dönemde tabii ki enflasyonu durdurmak, belli bir istikrara gelmek. Bunlar çok önemli. Ama yapısal problemleri çözüp de ekonominin daha fazla büyümesi, daha kaliteli büyümesi ve aynı zamanda ücret artışının artması. Bunlar çok önemli.”
Son kitabınızda yapay zeka konusunu ele alıyorsunuz. Yapay zeka konusunda Türkiye ne yapmalı?
“Yapay zeka aslında bir örnek Türkiye bazında. Yeni kitapta tabii ki buna çok vurguda bulunuyoruz çünkü şu anda Amerika’da, Avrupa’da çok önemli bir hale gelmiş. Ama Türkiye’nin yatırım yapmadığı teknoloji içinde yapay zekalar, dijital teknolojiler genel olarak var, robotlar ve daha başka ileri teknolojiler de var. Bunların çoğunun önemi şu ki, yüksek düzeyde, özellikle ihracata açık, ihracat için yapılan bir üretimde, yüksek kalitenin elde edilebilmesi ve üretkenliğin arttırılabilmesi için bu teknolojilerin çok büyük önemi var.
Türkiye’nin verimliliğinin düşük olduğunun, teknolojiye yeterince yatırım yapmadığını vurguladığım zaman, bunlardan bahsediyorum.
Peki niye yapay zeka özellikle önemli bu bağlamda? Çünkü büyük olasılıkla gelecek yirmi sene içinde dünyanın bir çok yerinde üretimin çok önemli bir parçası haline gelecek, ve bu konuda geri kalan ülkeler ihracat piyasalarına da girmekte daha çok zorlanacaklar.
Şimdi Türkiye’nin önünde 20 sene zaten kritik bir vakit var. Çünkü Türkiye şu anda hala genç ve çok dinamik bir ülke, ama yaşlanmaya başlayacak. Bu 20 sene içinde hem genç potansiyele yüksek ekonomisine doğru kullanması lazım, hem de geleceğe açık yatırımlarda bulunması lazım.
Bu yatırımların üç alanı var. Birincisi normal işçilerin yeteneklerinin ve eğitimlerinin arttırılması. Çünkü herhangi bir işçinin gelecek fabrikalarda, geleceğin ofislerinde çalışması için çok daha fazla teknolojiyle bilgili, ilgili olabilmesi lazım. Şu anda ilk okullarımız, orta okullarımız bunu başaramadı.
İkincisi. En yüksek düzeyde, örneğin mühendis olan ya da manager olan insanların bu teknolojide, bilgisayar teknolojisinde, yapay zekada, diğer ileri teknolojilerde, çok iyi kademe almaları lazım. Türkiye bu konuda da çok az yatırımda bulunuyor. Örneğin yeterince bilgisayar mühendisi üretmiyor, yeterince insan yapay zeka konusunda ya da başka bu dijital teknolojiler konusunda uzmanlığa ulaşmıyor.
Üçüncüsü ise şirketlerin bu konuyu çok önem vererek kendi üretim sistemlerinin içine sokmaları lazım. Burada da yine Türkiye geri kalıyor. Özellikle en büyük yatırım inşaat sektörüne gidiyor. Inşaat sektörü teknolojik olarak ileri bir sektör değil. İhracat yeterince artmıyor ve ne ihracat ettiğimize bakarsanız bunların çoğu düşük teknolojili şeyler. Yani bu gelecek 20 seneyi iyice riske atıyoruz demek. Bu da Türkiye’nin gelecek potansiyeli için hiç iyi değil.
Seçimleri geride bıraktık. Türkiye’yi nasıl bir 5 yıl bekliyor?
“Türkiye’de böyle bir problem var ki ‘seçimler geride kaldı, bundan sonra belki biraz istikrara, normalliğe varırız’ dediğimiz zaman yeni bir yerel seçim gelecek. Tabii bu yerel seçim çok önemli çünkü AKP tarihinin en zor seçimini yaşadı ve gerçekten yerel seçimlerde de AKP’ye karşı büyük bir oy kayması mı olacak yoksa partinin gücü geri mi gelecek?
Bu tabii ki Türk politikası için önemli ve bunun riski de yakın zaman içinde yine seçim ekonomisine girmemiz. Bu yine belirsizlikler yaratıyor. Türkiye’nin gelecek 5 sene, gelecek 10 sene içinde, dediğim gibi teknolojik konuda çok önemli adımlar atması lazım, eğitim konusunda çok önemli adımlar atması lazım, bunlar için istikrar lazım, bunlar için demokrasi lazım. Türk demokrasisi de şu anda iyi bir durumda değil eğer uluslararası araştırma gruplarının sheet score’larına bakarsanız hepsi Türkiye’deki demokrasinin özellikle son on sene içinde geri gittiğini, zayıfladığını gösteriyorlar.
Yargı kurumlarında bağımsızlık yok, parlamento çok zayıfladı, cumhurbaşkanlığı sistemi başka çok az ülkede olduğu kadar bir merkezleşme getirdi ve yolsuzluk probleminden de zaten bahsettik. Bir de üstüne medyanın bağımsızlığını kaybetmiş olmasını getirirseniz, bunların hepsi demokrasinin zayıflığını gösteriyor. Bu demokrasinin zayıflığı ekonominin toparlanmasını da zorlaştırır, yapısal problemleri de zorlaşıyor. Yani gelecek bir beş sene, on sene Türkiye için çok kritik her açıdan.”
KAYNAK: EURONEWS TÜRKÇE – AYLİN ELÇİ / KAMURAN SAMAR