Rusya Devlet Televizyonu’nda üç yıl önce duyduğum bir şeyi hatırladım.
O dönem, Ruslardan Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 16 yıl daha iktidarda kalmasına kapı aralayacak anayasa değişikliği önerisine destek vermeleri isteniyordu.
Sunucu Putin’i çalkantılı küresel sularda Rusya gemisinin dümenindeki kaptan olarak tanımlıyordu:
“Rusya bir istikrar vahası, bir güvenli liman. Putin olmasaydı halimiz ne olurdu?”
Ama bu istikrar vahası ve güvenli limanda Kremlin gemisinin kaptanı 24 Şubat 2022’de fırtınalı bir havada denize açıldı ve doğrudan buzdağına doğru yol aldı.
Putin’in Ukrayna’yı işgali, Rusya’nın komşusuna ölüm ve yıkım getirdi. Rus ordusu büyük kayıplar verdi. On binlerce Rus askerinin yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor.
Seferberlik emriyle yüz binlerce Rus vatandaşı silah altına alındı. Cinayetten hüküm giyenler dahil, mahkumlar Ukrayna’ya karşı savaşmaları için cepheye gönderildi.
Bu arada dünya genelinde gıda ve enerji fiyatlarını etkileyen savaş Avrupa’yı ve küresel güvenliği tehdit etmeye devam ediyor.
Titanik boyutlarında devasa sorunlar…
Peki Putin neden işgal ve savaş yolunu seçti?
Siyasi analist Ekaterina Shulman, “Ufukta 2024 devlet başkanlığı seçimleri var” diyor:
“Seçimden iki yıl önce Kremlin bir zafer istedi. 2022’de amaçlarına ulaşacaklar, 2023’te de Ruslara şu fikri aşılayacaklardı: Ruslar geminin dümeninde böyle bir kaptanları olduğu için çok şanslı. Sadece fırtınalı suları aşmakla kalmadı onları yeni ve zengin kıyılara kavuşturdu. 2024’te de seçim yapılacaktı. Ne yanlış gidebilirdi ki?”
Yanlış varsayımlar ve hesaplar söz konusuyla birçok şey yanlış gidebilir.
Kremlin “özel operasyon” adını verdiği bu işgalin yıldırım hızıyla sonuçlanacağını düşündü. Haftalar içinde Ukrayna Rusya’nın yörüngesine girecekti. Başkan Putin, Ukrayna’nın direnme ve karşı koyma kapasitesiyle Batı’nın Kiev’i destekleme kararlılığını hafife aldı.
Rusya lideri henüz Ukrayna’nın işgali kararıyla yanlış yaptığını kabul etmedi. Putin, krizi daha da tırmandırma ve eli yükseltme peşinde.
Bu durumda aklıma iki soru geliyor:
Putin birinci yılın sonunda durumu nasıl görüyor ve Ukrayna’da bundan sonraki adımı ne olacak?
Bu hafta bize bazı ipuçları verdi.
Putin’in Ulusa Sesleniş konuşması Batı karşıtlığıyla doluydu. Ukrayna’daki savaştan ABD ve NATO’yu sorumlu tuttu ve Rusya’yı masum taraf gibi gösterdi. ABD ile Rusya arasında nükleer silahların sınırlandırılmasına ilişkin kalan tek anlaşmayı (Yeni START-Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması) askıya alma kararıyla Ukrayna’da geri adım atma ve Batı’yla gerginliği sonlandırma niyeti olmadığını ortaya koydu.
Ertesi gün Moskova’daki bir stadyumda Putin cephedeki askerlerle bir araya geldi.
Putin, özenle hazırlanan Kremlin yanlısı bu mitingde kalabalığa “tarihi cephelerde” bir savaş verildiğini söyledi ve askerlerin cesaretini övdü.
Sonuç: Kremlin’den bir U-dönüşü beklemeyin. Rusya geri dönmemekte kararlı.
Putin’in eski ekonomi danışmanı Andrey Illarinov, “Direnişle karşılaşmazsa gidebildiği kadar gidecek. Onu askeri direnişten başka durduracak bir şey yok” diyor.
Peki Putin’le barış müzakeresi yapmak mümkün mü?
Illarinov, Putin’le anlaşmanın mümkün olduğunu söylüyor:
“Ancak Putin tüm anlaşmaları ihlal etti. Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kuran anlaşmayı, Ukrayna ile Rusya arasındaki ikili anlaşmayı, BM sözleşmesini, 1975 Helsinki Anlaşması’nı Budapeşte Memorandumu’nu vesaire çiğnedi. Yani Putin’in ihlal edemeyeceği bir anlaşma yok.”
Anlaşmaları ihlal etme konusunda Rusya’nın da Batı’yı suçladığı uzun bir listesi var. Bunun başında NATO’nun 1990’larda verdiği doğuya doğru genişleme sözünü tutmaması var.
Putin, iktidarınının ilk yıllarında NATO’yu bir tehdit olarak görmediği izlenimini veriyordu.
2000 yılında Rusya’nın bir gün NATO’ya katılma olasılığını bile dışlamadı.
İki yıl sonra Putin Ukrayna’nın NATO üyeliği perspektifiyle ilgili bir soruya “Ukrayna egemen bir devlet ve kendi güvenliğini nasıl sağlayacağını belirleme hakkı var” diye yanıtladı. Bunun Moskova’yla Kiev arasındaki ilişkilere gölge düşürmeyeceğinde ısrar etti.
2023 yılında ise karşımızda bambaşka bir Putin var.
Kendisini Kolektif Batı’yı; ülkesini mahvetmek isteyenleri püskürten kuşatılmış bir kalenin lideri olarak konumlandırıyor.
Konuşmaları, yorumları ve Büyük Petro ve 2. Katerina gibi Rus hükümdarlarına göndermeleriyle Putin kendisini bir şekilde Rus imparatorluğunu yeniden canlandırmakla yükümlüymüş gibi hissettiği izlenimini veriyor.
Peki bunun Rusya’ya bedeli ne olacak? Putin bir dönem ülkesine istikarar getiren lider olmuştu. Ama bu imajı, artan askeri kayıplar, seferberlik ve ekonomik yaptırımların ortasında değişti. Savaşın başlangıcından bu yana yüzbinlerce Rus ülkesini terk etti.
Savaşın sonucu olarak çok sayıda silahlı grup, Yevgeni Prigozhin’in Wagner grubu gibi paralı askerler ve bölgesel taburlar ortaya çıktı.
Düzenli ordunun bu gruplarla ilşkisi uyumlu değil. Savunma Bakanlığı’yla Wagner arasındaki gerginlik, elitler arasındaki çatışmaya işaret ediyor. İstikrarsızlık ve özel ordular tehlikeli bir birleşim.
Moskova merkezli Nezavisimaya Gazeta’nın sahibi ve editörü Konstantin Remçukov, önümüzdeki 10 yıl içinde bir iç savaş tehlikesine dikkat çekiyor:
“Bu koşulların ülkenin zenginliğinin yeniden dağıtılması için bir fırsat içerdiğini düşünen çok fazla çıkar grubu var. İç savaşı önlemek Putin’den hemen sonra doğru bir kişinin iktidara gelmesiyle mümkün; Seçkinler üzerinde otoritesi olacak ve durumdan yararlanmak isteyenleri devre dışı bırakma kararlılığını sergileyecek bir lider” diyor.
Remçukov’a “Rus elitler doğru kişinin kim olacağını tartışıyorlar mı?” diye soruyorum.
“Sessizce. Kendi aralarında tartışıyorlar” diye yanıt veriyor.
Peki Putin bu tür tartışmalar yapıldığını biliyor mu?
Remçukov, “Evet biliyor. Her şeyi biliyor” diyor.
Bu hafta Rusya Parlamantosu’nun alt kanadının başkanı “Putin var olduğu sürece Rusya da var olacak” dedi.
Bu bir sadakat ifadesiydi. Kuşkusuz Rusya var olmaya devam edecek. Ama Vladimir Putin’in kaderi tartışmasız bir şekilde Ukrayna’daki savaşın sonucuna bağlı.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE