Meteroloji Genel Müdürlüğü (MGM) verilerine göre Türkiye’de sel felaketleri Mayıs ayında artışa geçerek Haziran ayında zirve noktasına ulaşıyor. Son yıllarda tüm zamanların rekorunu kıran sel vakalarının sayısının artmaya devam edeceği ön görülüyor. BBC Türkçe bu artışın nedenlerini ve sebep olduğu ekonomik kayıpların büyüklüğünü araştırdı.
Şiddetli yağış ve seller; fırtına, dolu, don, sis, hortum, kuraklık, orman yangını, yüksek sıcaklık ve kum fırtınası gibi vakalarla birlikte “meteorolojik afet” olarak sınıflandırılıyor.
MGM’nin 2010-2021 arasında Türkiye genelindeki meteorolojik afetlerin dağılımını gösteren verilerine göre Haziran ayı istikrarlı bir şekilde en fazla afetin görüldüğü ay.
Haziran ayında en fazla görülen afetse sel.
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Almanya’da Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü’nde Meteoroloji ve İklim Araştırmaları alanında Dr. Gamze Koç’un paylaştığı verilere göre Türkiye’de sellerin yaklaşık olarak yüzde 40’ı yaz, yüzde 24’ü ilkbahar, yüzde 20’si kış ve yüzde 16’sı sonbahar aylarında yaşanıyor.
Haziran aylarında vaka sayılarının, özellikle son yıllarda, rekor kırmasının altında temel iki etken var. Dr. Gamze Koç bunları şöyle açıklıyor:
”Birincisi ülkemizde ortalama en çok yağış Aralık-Mart ayında gerçekleşiyor. Fakat bu yağışlar toplamda uzun süreye dağılan, yoğunluğu düşük yağışlar ya da kar yağışı. Bu sakin yağışlar sırasında, su topraktan yer altına süzülmeye imkan buluyor çünkü toprak Temmuz-Ekim arası sıcaklardan dolayı düşük neme sahip ve kuru.
“Ve Aralık-Mart dönemi boyunca toprak neme doyuyor ve doygunluğu yüksek hale geliyor. Hemen bu sürecin ardından meydana gelen kısa süreli ve yoğun yağışlar -örneğin 90-100 mm’nin 10-15 dk’da düşmesi gibi- toprak zaten suya doygun olduğu ve yağış şiddetli olduğu için infiltrasyona zaman kalmadan aniden yüzeysel akışa geçerek sel olaylarını meydana getiriyor.
“Şehirleşen yerlerde, toprak yüzey alanı azaldığı ve sızmanın mümkün olmadığı beton yüzeyler olduğu için yüzeysel akış daha hızlı tetikleniyor.”
Çarpık kentleşme sorunu
BBC Türkçe’ye konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü ve Afet Yönetim Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Haziran ayındaki artışın daha çok kentleri etkilediğini şöyle anlatıyor:
“Seller oluşum hızına göre, yavaş, hızlı ve ani seller olmak üzere üçe ayrılıyor. Oluşum yerlerine göreyse, akarsu ve dere selleri, kuru vadi selleri, kent selleri, kıyı selleri ve baraj selleri olmak üzere beşe ayrılıyor.
“Yavaş ve hızlı seller genellikle akarsularda sonbahar ve kış aylarında gözlemleniyor. Türkiye’de akarsu selleri nehirlerin üzerine çok sayıda baraj yapılmasıyla büyük ölçüde engellendi.
“Ani sellerse havaların ısındığı, ilkbaharın sonu ve yazın başlarında görülen gök gürültülü sağanak yağışlarla ortaya çıkıyor ama bu yağışların sele neden olduğu yerler genellikle su geçirmeyen mekansal yüzeylerin olduğu yerler yani kentler.
“Çarpık kentleşme o kadar büyüdü ki, son 10 yılda İstanbul ve Ankara’da su geçirmeyen mekansal yüzeylerin büyüklüğü iki katına çıktı. Gök gürültülü ve sağanak yağışlarla gelen su, beton ve asfalt nedeniyle toprakla buluşamıyor.
“Yeterli altyapı, yağmur suyu yönetimi ya da drenaj olmayınca caddeler dereye, çukur yerler göle dönüyor. Büyükdere Caddesi gibi adında dere olan caddeler var.
“Tepeye ev yapılır gibi dere yatağına ev yapılıyor, oysa sıfır ya da bodrum katlardan tamamen vazgeçmemiz gerekiyor. “
‘2010 sonrası Haziran’da yağışlar ortalama yüzde 65 arttı’
MGM’nin 1970’ten günümüze mevsimsel yağış ortalamaları verilerine dikkat çeken Su Politikaları Uzmanı ve Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız, ülke genelinde düşen ortalama yağışların 2010 yılından bu yana bir azalma eğilimi taşıdığını belirtiyor ve ekliyor:
“Ancak Haziran ayında tüm ülke geneline düşen yıllık ortalama yağışlarda, 2000-2010 yılları ortalamasına göre 2010 yılından sonra yüzde 65 oranında ortalama bir artış göze çarpıyor.”
BBC Türkçe’ye konuşan Yıldız, yağış rejimlerindeki değişim ve kısmi kaymaların “çarpık kentleşme, plansız yapılaşma, altyapı yetersizliği ve bunlarla bağlantılı olarak aşırı betonlaşma gibi faktörlerle kent sellerinin sıklığının ve şiddettinin artmasına” neden olduğunu belirtiyor.
Seller en çok hangi kentleri etkiliyor, neden?
MGM’ye göre 2000’li yıllardan itibaren sel vakaları son 70 yılda görülen en yüksek seviyelere ulaştı. Türkiye’de son 10 yılda her yıl ortalama en az 100 sel olayı yaşandı. Ancak bu vakalar Türkiye geneline eşit dağılmadı. Bazı bölgeler ve iller bu sellerden daha fazla etkilendi.
Türkiye’de ölüm dahil kayıpların en fazla yaşandığı sel felaketi Karadeniz Bölgesi’nde meydana geldi. MGM’ye göre Karadeniz’de 2010-2021 arasına en fazla görülen meteorolojik afet, tüm afetlerin yüzde 32’sine yakınını oluşturan şiddetli yağış ve sel oldu.
Bölgede son dönemde yaşanan en şiddetli vakalardan biri olan ve Kastamonu’nun Bozkurt ilçesini etkileyen 11 Ağustos 2021’deki sel felaketinde 65 kişi yaşamını yitirmiş, 8 kişi kaybolmuş ve onlarca bina zarar görmüştü.
Bozkurt’un içinden geçen Ezine Çayı’nın bu hafta başındaki şiddetli yağışlarda 4 metre kadar yükseldiği bildirilmiş, bölgede taşkınlara karşı alarm durumuna geçilmişti.
Dr. Gamze Koç, Bozkurt’un Karadeniz genelinde birçok ilçe için benzer bir örnek teşkil ettiğini şu şekilde açıklıyor:
“Bozkurt’un konumuna baktığımızda dağların arasında bir vadide, Ezine Çayı’nın Karadeniz’e döküldüğü yolda bir yerde inşa edildiğini görürürüz. Zaten halihazırda bir akarsu yatağının üzerinde kurulmasıyla baştan riskli bir konumda. Sadece Bozkurt değil, Karadeniz’de benzer konumdaki birçok ilçe de aynı riski taşıyor zaten o sebeple en çok vaka/kayıp bu bölgede oluyor.
Türkiye’de sellerin en sık yaşandığı ikinci bölge Akdeniz Bölgesi. Akdeniz, başta Antalya olmak üzere özellikle “tarım, hayvancılık ve seracılık sektörlerinde meydana gelen kayıplar nedeniyle” sellerden en çok etkilenen bölgeler arasında yer alıyor.
MGM’ye göre Akdeniz Bölgesi’nde 2010-2021 döneminde yaşanan meteorolojik afetlerin yüzde 31’e yakınını fırtına; yüzde 27’sini şiddetli yağış, sel; yüzde 21’ini dolu ve yüzde 9’a yakınını hortum oluşturdu.
Dr. Gamze Koç, 2020’de yayımlanan ve Türkiye’de 1960’tan itibaren yaklaşık 50 yıllık sürede gerçekleşen en şiddetli 25 sel vakasının sebeplerini inceleyen bir araştırmanın baş yazarı. Koç, sellerin sebeplerini şöyle özetliyor:
“Yalnızca bir şehri, küçük alanları etkileyen küçük ölçekli seller genelde plansız dere yatağına yapılan inşaatlar, yetersiz drenaj altyapısı gibi yanlış arazi kullanımı nedeniyle tetikleniyor. Yıl boyunca karın kaplı olduğu Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’da ani ısı artışına bağlı ani kar erimesi topoğrafyayla birlikte tetikleyici oluyor.
“Karadeniz ve Akdeniz’de, belirttiğim gibi, dağların etkisinin yanında yanlış arazi kullanımının sonucu. Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri paralel olarak bu bölgelere eşlik eden dağ sıraları nedeniyle (Pontidler ve Toroslar) çoğunlukla coğrafik bariyer etkisi altındaki yoğun yağışa maruz kalıyor. O nedenle bu bölgeler göreli olarak daha fazla maddi ve manevi kayba uğruyor.
“İç Anadolu ve Ege bölgeleri ise bahar ve yaz aylarında ani ısınmanın ve hızlı buharlaşmanın neden olduğu konvektif, kısa süreli, yoğun yağışların etkisiyle sele maruz kalıyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki seller ise özellikle Mart, Nisan, Mayıs aylarında havaların ani ısınmasıyla, yükseklerde kış boyu meydana gelen ve depolanan karın ani erimesiyle tetikleniyor.”
Dünya Bankası: 100 yılda bir görülen bir sel vakası Türkiye’ye 2080’de 140 milyar dolara mal olabilir
Türkiye’de yaşanan sellerin ekonomik kayıplarına ilişkin kamuoyuna açık bir veritabanı yok.
Dünya Bankası’nın 2015 yılında yayımladığı bir analize göre Türkiye seller nedeniyle her yıl ortalama Gaysi Safi Yurt İçi Hasılasının (GSYİH) yüzde 6’sını kaybediyor. Sellerden etkilenen kişi sayısıysa yıllık ortalama 600 bin.
Bu kaybın yıllar için arttığı ve artmaya devam edeceği tahmin ediliyor. Örneğin Dünya Bankası analizinde Türkiye’de 100 yılda görülen bir sel vakasının 2015’te görülmesi durumunda kaybın 20 milyar doları bulurken, aynı vakanın 2080’de yaşanması durumunda kaybın 80 ila 140 milyar dolar arasında olacağı öngörülüyor.
Dr. Gamze Koç bu durumu şöyle açıklıyor:
“Dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de iklim değişikliği, sosyo-demografik projeksiyonlar ve buna bağlı olarak değişen arazi kullanım senaryolarına göre, sel felaketleri ve beklenen ekonomik kayıplar artış eğiliminde denilebilir.
“Bunu, nüfus artışına, iç ve dış göçün getirdiği şehirleşme potansiyeline bağlı plansız yapılaşma senaryolarına, ve elbette iklim değişikliğine bağlı yağış rejimlerinin değişimine bağlayabiliriz.
“Özellikle nüfus yoğunluğunun fazla olduğu İstanbul, Ankara gibi şehirlerde, dere yataklarına yapılan inşaatlar, köprüler, yollar vs., iklim değişikliğine paralel gelen aşırı ısı ve hızlı buharlaşma ve yoğunlaşma ani, yoğun yağışlarla birleşince sele ve ekonomik kayıplara neden oluyor.
“Karadeniz Bölgesi gibi topoğrafyanın şehirleşmeye dominant olarak hakim olduğu yerlerde ise yine görece inşaatın kolay olduğu dere yataklarında kentleşme (plansız ve sel önleme çalışması olmaksızın), bu mali kayıpların en büyük sebebi.”
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – MERVE KARA-KAŞKA