Finansman bonolarından ve varlık kiralama şirketleri tarafından ihraç edilen bir yıldan kısa vadeli kira sertifikalarından sağlanan gelirlerde stopaj oranı da yüzde 10’dan yüzde 15’e yükseltildi.
Ekonomistlere göre bu kararlar ile, bireysel yatırımcıların döviz ve altını bir tasarruf aracı olarak kullanmaları zorlaştırılarak tasarrufların TL cinsi varlıklarda değerlendirilmesinin teşvik edilmesi amaçlanıyor.
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Selva Demiralp, BBC Türkçe’de yayımlanan analizinde, getirilen uygulamanın TL’deki değer kaybını dizginlemeyi amaçladığına vurgu yaparak, “Kriz dönemlerinde tüm gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’den de para çıkışı oluyor. Çünkü belirsizliklerin arttığı zamanlarda yabancı sermayedarlar risk almak istemiyorlar ve tasarruflarını döviz cinsi varlıklarda tutmayı tercih ediyorlar. Yılbaşından beri yurt dışında yerleşik kişilerin 6.6 milyar dolar değerinde bono, 3.5 milyar dolar değerinde hisse senedi sattıklarını görüyoruz” diyor.
“Arzı azalan bir ürünün fiyatı artar. Çünkü piyasada daha ender bulunur hâle gelir” diyen Demiralp, “Normal şartlarda arzı azalıp fiyatı artan bir ürüne olan talebin de azalması beklenir. Ancak eğer ileriki tarihlerde ürünün fiyatının daha da artacağına inanılırsa o zaman fiyat arttıkça talep de artabilir” ifadesini kullanıyor.
Prof. Demiralp, son adımların işe yarayıp yaramayacağı sorusunu şöyle yanıtlıyor:
“Covid-19 krizi boyunca TCMB’nin devam eden faiz indirimleri ile politika faizi yüzde 8.25’e düşmüş durumda. 15 Mayıs haftasında, bir aya kadar ortalama mevduat faizi yüzde 7.25 seviyesinde idi. TCMB’nin son faiz indirimi ile mevduat faizleri daha da inecektir.
Böylesine büyük bir kriz döneminde TCMB’nin neden faiz indirdiğini anlamak zor değil. Ancak kriz öncesi dönemde düzeltilmeyen makroekonomik dengesizlikler bugün başımızı ağrıtıyor. Keza enflasyonun yüzde 11, on iki ay sonrasına ait enflasyon beklentilerinin ise yüzde 10’lar civarında olduğu bir ortamda TL mevduata ödenen reel faiz negatif seviyelere düşüyor. Yani TL mevduatta tutulan parayı enflasyona karşı koruyacak bir nominal faiz verilmediğinden paranın alım gücü düşüyor.
Bu şartlar altında döviz işlemlerine gelen kambiyo vergisinin ne kadar işe yarayabileceği tartışılır. Ancak daha da önemlisi, swap haberi beklerken gelen bu tür bir haber endişeleri artırıp TL’nin cazibesini daha da azaltabilir.”
Son dönemde en çok konuşulan konuların başında gelen sermaye kontrollerine dikkat çeken ekonomist, bunun olağanüstü zamanlarda yabancı sermayenin serbest piyasadaki işlemlerine gelen vergi, tarife, miktar şeklinde gelen kısıtlamalar anlamına geldiğini belirtiyor.
“Ancak bu tür kontroller uygulandıklarında ‘daha kötüsü gelir mi?’ endişesi piyasalarda daha fazla oynaklık yaratabilir” uyarısı yapan Prof. Demiralp, “Atları ahırda tutmak için kapıya kilit vurmak istenebilir. Ancak bunu yaparken atları ürkütmek, kilidi kaldırdığınız anda daha büyük bir kaçış yaratabilir” görüşünü dile getiriyor.
TÜSİAD Başekonomisti Zümrüt İmamoğlu da, “Tobin vergisi olarak bilinen bu vergi tipik bir sermaye kontrolü aracıdır. Sorunları düzeltmez” eleştirisi yöneltenlerden.
Bir diğer ekonomist Erdoğan Sağlam da, konuya ilişkin T24’te kaleme aldığı yazısında, “Bunun kalıcı olmayacağını düşünüyorum. Bankalar bu vergiyi müşterilerinden tahsil ettikleri için onlara yük oluşturmayacak, vergi maliyeti dövizi satın alan kişilerin üzerinde kalacak” diyor.
Uzun zamandır kambiyo işlemlerinde vergi oranının sıfır olarak uygulandığını kaydeden ekonomist, “2019 yılında dövizde hareketlenmeler olunca dövize olan talebi azaltabilmek ve tabii ki kaynak yaratmak için önce 15 Mayıs 2019’da sıfır olan oran binde 1’e, sonra 7 Aralık 2019’da binde 2’ye ve nihayet 24 Mayıs 2020 tarihinden itibaren de yüzde 1’e yükseltildi. Neredeyse bir yıllık sürede müthiş bir artış. Vergi döviz satış tutarları üzerinden bu yükseklikte alınmaya başlayınca doğal olarak servet vergisine dönüştüğü eleştirileri yapılmaya başlanacaktır” yorumunu yapıyor.