Sağlık Bakanlığı, ihtiyaçlar çerçevesinde 2020’ye kadar 136 bin olan hekim sayısını 200 bine çıkarmayı hedefliyor. ÖSYM de, 2013’te tıp fakültelerinde her yıl yüzde 25 oranında kontenjan artırımı kararı aldı. Ancak akademik kadro ve fiziksel şartların yeterliliği dikkate alınmadan yapılan artış, tıp eğitimini tıkanma noktasına getirdi. Türk Tabipleri Birliği, önümüzdeki yıllarda niteliksiz hekimlerin hastaneleri dolduracağını vurguluyor
Devlet üniversitelerinde 63, vakıf üniversitelerinde ise 25 olmak üzere 88Tıp fakültesi var. Bu fakültelerdeki kontenjan ise son 10 yılda iki katını aştı. Öğrenci kontenjanları, 2008 yılında 6 bin 492 iken bu rakam 2009’da 7 bin 726, 2010’da 8 bin 90 öğrenci oldu. Bu yıl tıp fakültelerinin devlet ve vakıf üniversitelerindeki kontenjanı tam 12 bin 499 öğrenci. Peki bu kadar kısa sürede meydana gelen kontenjan artışına üniversiteler adapte olabildi mi? Sahada yaptığımız çalışmalar Avrupa standartlarına göre de iyi bir noktada olan tıp eğitiminin alarm verdiğini gösteriyor. Her yıl artan kontenjanlardan dolayı öğrenciler amfilere sığmıyor. En yüksek puanla öğrenci alan fakültelerde bile altyapı eksikliği var. Tam gün yasası öğretim görevlilerinin özellikle devlet üniversitelerinden kaçışını hızlandırdı. Bu sebeple teorik ve pratik eğitimde sıkıntı yaşanıyor. Kısıtlı da olsa pratik eğitim yapılabilen üniversitelerin tıp fakültelerindeki dersler ise öğrenci, hoca ve hastalar için eziyete dönüşüyor.
Tıp fakültesi sayıları veya fakülte kontenjanlarında artışa gidilirken, akademik kadrolar ve fiziksel şartların yeterliliğinin olmadığını ifade eden Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Bayazıt İlhan, kontenjan artışıyla tıp eğitiminin tıkanma noktasına getirildiğini kaydetti. Pratikte öğrencilerin yeterli bilgi ve beceriye sahip yetkin birer hekim olarak yetiştirilemeyeceğini belirten İlhan, “Halkın sağlığı için tehdit oluşturuluyor. Yeterli planlama yapılmadığı için Türkiye’de önümüzdeki yıllarda gereğinden fazla niteliksiz hekim yetiştirmeyle de karşı karşıya kalınması söz konusudur. Kontenjanların artmasıyla öğretim görevlisi başına düşen öğrenci sayısı oldukça fazla. Tamamen kontrolden çıkmış bir tabloyla karşı karşıyayız.” diyor. Kontenjan artışlarının son 10 yıldır tartışılan önemli bir sorun olduğunu söyleyen Tıp Eğitimini Geliştirme Derneği Başkanı Levent Altıntaş da, “Öğrenci sayısı artıyor ama ders veren hoca sayısı aynı kalıyor. Bu şuna benziyor; 100 kişilik otobüse 200 kişi bindirdiğinizde, otobüsün tüm dengeleri altüst olur. Onun için kaç kişiyi yetiştireceği fakültelerin yetkisi dâhilinde olmalıdır.” ifadesini kullanıyor.
200 bin doktor hedefi eğitim sistemini zorluyor
Sağlık Bakanlığı, hekim sayısını 2020’ye kadar 136 bin 600’den 200 bine çıkarmayı hedefliyor. Buna bağlı olarak tıp fakültesi ve tıp öğrencisi sayısını hızla artırıyor. Ancak tıp fakültesinde okuyan öğrenciler yeterli ve kaliteli eğitimi alamamaktan şikâyetçi. ÖSYM, 2013 eğitim yılı başında doktor açığını azaltmak için tıp fakültelerinde her yıl yüzde 25 oranında kontenjan artırımı öngördü. Ardından Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Mısır ve Suriyeli öğrenciler için yüzde 10’luk kontenjan artırma kararı aldı. Öğretim görevlileri ise tıp fakültelerinde yapılan yüzde 25’lik kontenjan artışının büyük bir sorunu tetiklediğini, bu da yetmezmiş gibi Mısır ve Suriye’den gelen öğrenciler için yüzde 10’luk ekleme de yapılınca eğitimin zora girdiğini söylüyor. Tıp fakültelerinde nicelikten çok niteliğe bakmak gerektiğini söyleyen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin eski Dekanı Prof. Dr. İskender Sayek, “Bugün Türkiye’de öğrenci sayısının artırılmasına karşın tıp fakültelerinin tıp eğitimi niteliğini korumak için büyük bir çaba içerisinde olması gerekiyor. Tıp eğitiminde teorik bilgilerin yanında uygulamalı eğitim çok önemli.” dedi. Özellikle devlet üniversitelerinde fiziki koşullar yetersiz olduğu halde kontenjan sayısının düşürülmesi gerekirken artırılmasının eğitimi kalitesizleştirdiğini ifade eden Türk Sağlık-Sen Başkanı Önder Kahveci ise yeni kurulan fakültelerin yeterli öğretim üyesinin ve hastanesinin bulunmadığını söyledi.
Okul var, ders verecek hoca yok
Tıp fakültelerinde öğretim görevlilerinin nitelikleri ve sayıları batıdaki üniversitelerden doğudaki üniversitelere doğru azalıyor. Devlet üniversitelerindeki tıp fakültelerinin öğretim elemanlarının akademik görevlerine göre dağılımında en çok profesör (742) İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, en çok doçent (139) Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Yrd. Doç. ise (432) Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bulunuyor. En az profesör Kahramanmaraş Üniversitesi Tıp Fakültesi (38), en az Doç. Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi (21), en az Yrd. Doç. İstanbul Tıp Fakültesi’nde (5) görev alıyor.
Tabureyle derse giriyorlar
Son on yılda tıp fakültelerinde alınan öğrenci kontenjanının, iki buçuk kat arttığını söyleyen Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Bayazıt İlhan, buna karşın kütüphanesi, laboratuvarı, temel bilimler laboratuvarı olmayan pek çok tıp fakültesi bulunduğunu belirtti. Kökleşmiş tıp fakültelerinde kontenjanların çok artmasından öğrencilerin amfilere sığamadığına dikkat çeken İlhan, öğrencilerin merdiven basamaklarında ve yerlerde oturduğunu, ellerinde tabureler ile derse gelmek zorunda olduklarını söyledi. Sağlık Bakanlığı’nın hekim sayısını 2020 yılında 200 binin üzerine çıkarma hedefi sonrası köklü üniversite hastanelerinde eğitim kalitesinin düşmeye başladığının altını çizen İlhan, “Eğitim kalitesinin düşmesi, verilecek sağlık hizmetinin kalitesinin düşmesi demektir. Ders verecek öğretim görevlisi başına düşen öğrenci sayısı da oldukça fazla. Hasta başı pratikte yapılan uygulamalı eğitime düşen öğrenci sayısı çok fazla. Laboratuvardaki çalışmalar sırasında öğrenciler ile ders yapılamıyor. Bu etkenlerden dolayı tıp eğitiminin kalitesi de düşüyor. Sağlık Bakanlığı kontenjan artırımını, genel nüfus üzerinden hesaplıyor. Böyle son derece kaba değerlendirmeyle bu kontenjan sayıları artırıldı.” şeklinde konuştu.
Yeni fakültelerde hastane bile yok
Günümüzde Türkiye’nin her şehrinde üniversite açıldığını dile getiren Türk Sağlık-Sen Başkanı Önder Kahveci, artan öğrenci sayısı ve sınıfların yoğunluğuna rağmen öğretim görevlilerinde artışın olmamasının büyük bir çelişki olduğunu söyledi. Kahveci, tıp fakültelerinin eğitim altyapısı açısından ihtiyaçlar belirlenmeden, eğitim öğretim programları ve araştırma faaliyetleri planlanmadan, öğrenci sayıları ve eğitim hizmet dengesi üzerinden akademik kadrolar oluşturulmadan açıldığını vurguladı. Özellikle devlet üniversitelerinde fiziki koşullar yetersiz olduğu halde kontenjan sayısı düşürülmesi gerekirken artırıldığını ifade eden Kahveci, “Yeni kurulan fakültelerin yeterli öğretim üyesi ve hastanesi bulunmadığına dikkat çekerek, “Altyapısı yetersiz bir şekilde öğrenci kontenjanlarını artırmak eğitimi kalitesizleştiriyor. Tıp fakültelerindeki eğitim donanımlı ve planlı bir şekilde olmalıdır. Hekim eksikliği Türkiye’nin önemli bir sorunudur. Ancak bu sorunu çözmek altyapısı yetersiz bir şekilde üniversitelerdeki kontenjan sayısını artırmaktan geçmemelidir. Bunun çözümü uzmanlara danışarak kontrollü ve planlı bir şekilde yapılmalıdır. Çünkü hekimlere halkın sağlığı teslim ediliyor.” ifadesini kullandı.
Bir hastane eve gönderdi diğeri ‘acil ameliyat’ dedi
Bir ilköğretim okulunda sınıf öğretmenliği yapan H.K. bir yıl önce çalıştığı kurumda midesinde büyük bir ağrıyla özel bir hastanenin acil servisine kaldırıldı. Büyük ağrılar çekerken doktorların ağrının neden kaynaklandığını bilmediği için sakinleştirici verdiklerini belirten H.K. ‘psikolojik olarak ağrı çekiyorsunuz’ diyerek eve gönderildiğini dile getiriyor. Ağrılarının devam etmesi üzerine yakınları tarafından başka bir hastaneye götürülen H.K.’ye yapılan taramalar sonucunda midesinde delik açıldığı ve acilen ameliyat olması gerektiği söylenir. H.K., “Doktorlar eğer eve gitseydim kötü şeyler olabileceğini söylediler. İlk gittiği hastanede neden teşhis konulamadığını anlayamadım. Erken müdahale edilmediği için çok zor günler geçirdim. Yanlış teşhis konulan hastane hayati bir risk taşırken bana zaman kaybettirerek maddi ve manevi acılar yaşattılar.” dedi.
Babama uzun süre teşhis koyamadılar
Babasının böbreklerinde taş olduğu için hastaneye götürdüklerini söyleyen Recep Kaya, babasına uzun süre sonra teşhis konulduğunu ifade etti. Hastane hastane gezdiğini ve artık umudunun kalmadığını belirten Kaya, başından geçen hadiseyi şu şekilde anlattı: “3 hastane gezdik, babama teşhis zor konuldu. Önce hastanede böbreklerinde taş olduğu söylendi. Daha sonra farklı bir hastane böbrek kanseri olduğunu söyledi ve böbreklerinden bir tanesini aldılar. Doktor bize ‘kanser kötü huylu olduğu için hemen kemoterapiye başlayacağız’ dedi. Oysa önceden teşhis konulsaydı babam için tedaviye erken başlayabilirdik. Kanser gibi bir hastalığın teşhisi rahatlıkla konulabiliyor. Bu hastalar için zaman çok önemli, bu hastalıkta tedavi edecek hekimlerin nitelikleri önemli.”
Hekimlikte nicelik değil, nitelik önemli
Tıp fakültelerinde şüphesiz nicelikten çok niteliğe bakmak gerektiğini söyleyen eski Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender Sayek, ancak bugün Türkiye’de öğrenci sayısının çok artırılmasına karşın tıp fakültelerinin tıp eğitimi niteliğini korumak için büyük bir çaba içerisinde olması gerektiğini belirtti. Tıp eğitiminin temel işlevleri mezunlarının bilgi, beceri, tutum ve davranışların mezunlara kazandırılması gerektiğini ifade eden Dr. Sayek, bunun da teorik ve pratik eğitimin birlikte verilmesiyle mümkün olacağını vurguladı. Tıp eğitiminde öğrenci sayısı kadar eğitimci sayısının da aynı oranda olmasının önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Sayek, konuşmasına şöyle devam etti: “Kontenjan sayısı ne kadar düşük olursa öğrencinin eğiticiden kazanımları artacaktır. Çünkü tıp eğitiminde bire bir eğitim ya da küçük gruplarda eğitim çok daha etkilidir. Tıp eğitiminde nitelik öncelikli olması gerekir. Nitelik sorunundan söz ettiğimize göre çözümü için tıp fakültelerinin eğitim programlarının niteliklerinin değerlendirilmesi gerekir.”
Amfiler, kaçak göçmenlerle dolu bir tekne gibi
“Ben gerçekten iyi bir hekim olmak istiyorum.” diyen 23 yaşındaki genç doktor adayı E.G., “Klinik derslerde kalabalık gruplarla ders yaptığımızdan ve vaktin darlığından o derslerde yeteri kadar öğrenemiyoruz. Ben de asistanlardan rica edip ameliyatlara girmeye karar verdim. Onların desteğiyle diğer arkadaşlarımdan bir adım önde olduğumu söyleyebilirim. İleride çok kutsal bir görev yapacağız. İnsanların hayatı bizim elimizde olacak. Bizim bilgimiz, tecrübemiz ön planda olacak. Bu eğitimle biraz tehlikeli hale geliyor. Böyle eğitimle ancak pratisyen yetişir.” dedi. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okuyan K.O., yaklaşık olarak 320 kişilik sınıflarda ders işlediklerini söylüyor. K.O., “Okulumuzda bu sayıyı kaldıracak amfi ne yazık ki yok. Zorunlu derslerde oturacak yer bulamıyoruz ve ayakta kalıyoruz. Amfiden daha çok, kaçak göçmenlerle dolu bir tekne gibi.” ifadesini kullandı. Hocalarının birçoğu henüz asistanlığını bitirmiş ve yeni öğretim üyesi olmuş kişilerden oluşmakta olduğunu vurgulayan O.K., konuşmasına şöyle devam ediyor: “Mevcudun çok olmasından ötürü gerek ders esnasında gerek aralarda hocalarımızla yeteri kadar iletişime geçemiyoruz. Klinik derslerde ise dikiş atma, tansiyon ölçme, acil müdahale, sonda takma, enjeksiyon gibi temel klinik bilgileri yine kalabalık olmamızdan dolayı yeteri kadar öğrenemiyoruz. Sadece maketler üzerinden bu temel klinik bilgileri öğreniyoruz. Bunların da bize yeterli olmadığını düşünüyorum. Klinik bilgisi sadece maket üzerinde öğrendikleriyle sınırlı, hasta görmeden mezun olmuş, bu kalabalıklar içerisinde eğitim görmüş kişilerin mezun olmasıyla ileride hasta-hekim diyaloğunda çok sıkıntı olacağını düşünüyorum.”
Öğrenciler kadavra görmek için birbiriyle yarışıyor
Çapa Tıp Fakültesi’nden 2 yıl öce mezun olan B.K., tıp fakültelerindeki kontenjan artışının uygulamalı ders sistemlerini aksattığını söyledi. Altyapı hazırlığı yapılmadan, karar verilmeden ya da öğretim görevlilerine sorulmadan her yıl kontenjan artışına gidildiğini belirten B.K., “Bu da bizim uygulamalı olarak almamız gereken tıp eğitimini zora sokuyordu. Kadavralar ve bu alanda uygulamalı olarak verilmesi gereken dersler bizim için çok önemliydi. Çünkü zaten Türkiye’de kadavra bağışçısı azdı. Kadavra üzerinde uygulamalı olarak görmemiz gereken dersleri arkadaşlarımızla birbirimizi itekleyerek ve kadavralara omuzlardan bakmaya çalışıyorduk. Öğle araları, yoğunluktan dolayı yemekhane kuyruklarında geçiyordu. Staj dönemlerinde hastaları kapıdan bile göremiyorduk. Tıp eğitiminde teorik değil aynı zamanda pratik eğitim tarafı daha çok önemli. Amfi ve sınıflara sığmadığımız için dersler konferanslarda yapılabiliyordu. Merdivenlerde saatlerce ders dinlemeye çalışıyordum. Tıp eğitimi, ağırlıklı olarak uygulamalı bir eğitimdir. İyi hekim olmanın ön koşulu yeterli sayıda hasta görmek ve muayene etmekten geçmektedir.” şeklinde konuştu. Tıp fakültelerinin artık sadece pratisyen hekim yetiştirdiğini söyleyen Çapa Tıp Fakültesi’nden S.T., “Hastalar için uygulanan tedaviler Nazi zamanına benziyor. O zamanlarda iki hasta olduğunu varsayalım ve birinin yaşama şansı var diğerinin yok ise yaşama şansı olana iğne yapılıyor, diğerine yapılmıyor. Yani grip hastasına herkes bakar, ama kanser hastasına ölümcül olduğu için kimse bakmıyor.” dedi.