Hangi İstanbullunun anısı yoktur ki?..
Sabah koştura koştura işe giderken çantamıza attığımız mis gibi simitle kış soğuklarında kese kâğıdından ayıklaya ayıklaya yerken ellerimizi yaktığımız kestaneyle, ayağımızı uzatıp muhabbetle boyattığımız ayakkabı tezgâhıyla, susuzluktan öldüğümüzde yanı başımızda biten su satan çocukla, kış geceleri kapımıza gelen bozacıyla, ‘şunu mu alsam, bunu mu alsam’ diye dakikalar geçirdiğimiz takıcılarla?
Kenti kent ve daha insancıl yapan, yaşanabilir kılan en güzel detaylardır sokak satıcıları.
Şimdi onlar da hepimiz gibi kaygılılar, hepimiz gibi dertliler; ama hepimizden daha fazla mağdurlar. Çünkü sokaktalar ve insanların salgın korkusu onları biraz daha yoksullaştırmış durumda.
Independent Türkçe’den Müjgan Halis İstanbul’un dört bir yanındaki sokak satıcılarıyla konuştu.
Fotoğraf: Independent Türkçe
“Eski ile yeninin arasında dörtte üç fark var; pandemi üçünü götürdü, bize biri kaldı”
Mehmet Dinç, 66 yaşında, Elbistanlı. SSK emeklisi. 25 yıldır İstanbul’da yaşıyor, 15 yıldır da Mecidiyeköy’de simit satıyor. Pandemiden çok etkilendiğini anlatıyor. “Yine de Allah bereket versin” diyerek halinden şikâyet etmemeye çalışıyor.
Mehmet Dinç, her gün Mecidiyeköy’e gelmek için saat 04.00’te kalkıyor. Sancaktepe’deki evinden o saatte yollara düşüyor, önce Çağlayan’daki simit fırınına uğrayıp simitlerini alıyor, ardından tüm gün Mecidiyeköy altgeçidinin altında simitlerini satmaya çalışıyor, akşam 17.00’de tezgâhını kapatıyor, akşam 18.00-19.00 gibi evinde oluyor:
Eski ile yeninin arasında dörtte üç fark var. Yani pandemi üçünü götürdü, bize biri kaldı. Mesela ben burada 250-300 simit satıyordum, şimdi 70-80 simit satıyorum. Kazancımın önemli bir kısmını simit fırınına veriyorum. Bana günlük 40-50 TL para kalıyor.
“Ben burada 20 TL bile kazansam mecburen gelip gideceğim”
Neden emekli olduğu halde simit satmak zorunda olduğunu soruyorum, “Geçinemiyoruz kızım, tabii bu yaşta çalışmak iyi bir şey değil” diyor ve devam ediyor:
Emekli maaşım 1,700 TL. İki tane de yetim torunum var, üniversiteye gidiyorlar, onlara bakıyorum, okutuyorum. Ne yapabilirim çalışmak dışında? Ben burada 20 TL bile kazansam mecburen gelip gideceğim.
Tezgâhındaki su, meyve suyu gibi içeceklerin kazandırıp kazandırmadığını sorunca “Büyükşehir Belediyesi’nin bize verdiği işgaliye kâğıdına göre sadece simit mamulleri satma iznimiz var. Su, meyve suyu, kâğıt mendil gibi şeyleri zabıta izin verirse satıyoruz, bazen izin veriyorlar, bazen vermiyorlar” diye yanıt veriyor.
Tezgâhında hala epey simit var Mehmet Dinç’in. “Bunları satamazsanız ne yapacaksınız?” diye soruyorum, “Satamasam da parasını fırıncıya ödeyeceğim” diyor:
Pandemi öncesi ben buraya 170 mal koyuyordum, saat 11.00 gibi bitiyordu. Sonra gidip yenisini alıyordum. Ama şimdi akşama kadar bitmiyor ki. Kalanı da götürüp mahallede çoluk çocuğa dağıtıyoruz.
“Korona çıktığından beri çok az kazanıyoruz; evime ekmek götürmekte güçlük çekiyorum”
Ferhat Yıdırım ile de Mecidiyeköy ışıklarında karşılaştık. Ana caddedeki bankaların hemen önünde yapma ve kuru çiçeklerden kurulu bir tezgâhı var. Elindeki sigarasıyla dalgın dalgın caddenin kalabalığına dalmışken, yanaştık yanına.
Ferhat Yıdırım / Fotoğraf: Independent Türkçe
27 yıldır Mecidiyeköy’de çiçek satıyor, Ferhat Yıldırım. 44 yaşında, dört çocuk babası. “İşler nasıl” soruma şöyle yanıt veriyor:
Son bir yılda alt üst olduk resmen. Yaşam şartları çok zorlaştı. Şu anda evime ekmek götürmekte güçlük çekiyorum.
Yaz döneminde yapma çiçek, kış sezonunda da kesme çiçek sattığını söyleyen Yıldırım’ın şu anda tezgâhında bulunan çiçekler kurutulmuş yaz çiçekleri.
Eskiden çiçek satıcılığı ile rahatlıkla geçindiğini söylüyor:
Ama korona çıktığından beri çok az kazanıyoruz. Eski zamanlarda günlük geçimimizi rahat sağlıyorduk ama şu anda böyle bir şey yok.
Çiçeklerin İzmir’den, Antalya’dan geldiğini, kendisinin de ailesiyle birlikte Şişli’de oturduğunu söyleyen Yıldırım, her sabah 09.00 gibi tezgâhını açıyor ve akşam 21.00’e kadar sokakta:
Ama insanlar çiçek almaya çok çekiniyor. Özellikle yüksek sınıflardaki insanlar daha çekiniyor. Orta halli olanlar biraz daha rahat.
Genelde evdeki mobilyaya uygun çiçekler satıldığını söyleyen Ferhat Yıldırım, eşi Şennur Hanım’la birlikte çalışıyor:
Buradan başka geçim kaynağımız yok, aylık gelirimiz en fazla 2500 TL’yi buluyor. Ayda 1000 TL kiramız var. Kirayı ödedikten sonra kalanla ancak karnımızı doyuruyoruz. Diğer aya elimizde bir şey kalmıyor. Yine de şükürler olsun, şu anda sokakta aç olanlar da var.
“Gelirimiz yüzde 80 oranında düştü, tezgâh zor dönüyor, maliyetleri bile zor karşılıyoruz”
Sonraki istikametimiz Beşiktaş İskelesi. Bilenler bilir, yıllardır iskelenin hemen çıkışında simitçilerin yanı sıra, özellikle havaların serinlemesiyle mis gibi kestane ve mısır kokusu karşılar Üsküdar ve Kadıköy teknelerinden inenleri.
Eskiden kokoreççilik yapan Görkem Öztürk, damat kontenjanından seyyar satıcı olmuş. Eşinin ailesi, 40 yıldır Beşiktaş İskelesi’nde mısır ve kestane satıyor.
Görkem Bey Sivaslı, eşinin ailesi ise Adıyamanlı. İşlerin gidişatını sorduğumda Görkem Bey de pandemiden dert yanıyor:
Pandemiden dolayı çok sıkıntılı olduğu için iş yapamıyoruz. Eskiden kazana 250-300 mısır basardık, şu anda 50 tane basıyoruz (basmaktan kastı, kazana konulan mısır). Közlediğimi saymıyorum. Eskiden 100 tane közlenmiş mısır satardık, şimdi 20-30 tane. Gelirimiz yüzde 80 oranında düştü, tezgâh zor dönüyor, maliyetleri bile zor karşılıyoruz.
Kestanenin İzmir’den geldiğini, mısırı da halden aldıklarını anlatan Öztürk, sabah 10.00 ile gece 24.00 arası tezgâhın açık olduğunu söylüyor.
25 kilo kestane, 15 çuval mısır aldıklarını (bir çuvalda 30 adet mısır var) eskiden bu miktarın üç günde bittiğini, şimdi ise bu ürünleri ancak 10 günde satabildiklerini anlatıyor.
Ailecek dönüşümlü çalıştıklarını ve bu tezgâhla beş ailenin geçindiğini söylüyor:
Benim ailem, kayınbiraderim, kayınbiraderimin eşinin ailesi dâhil beş aile. Kazandığımız parayı eşit bölüşüyoruz, ama kurtarmıyor. Yakında bir da bebek geliyor aileye.
“Korona olduğu için millet korkuyor, onlar da haklı tabii”
Mısır ve kestane satarak geçen bu beş ailenin tamamı Üsküdar, Çengelköy civarlarında kirada oturuyor.
Sözü yeniden pandemiye getiriyor ve “Korona olduğu için millet korkuyor, onlar da haklı tabii. Sonuçta evlerine hastalık götürmek istemiyorlar. Ama biz elimizden geldiği kadar tezgâhımızı temiz tutuyoruz. Bir cumartesi günleri iş oluyor, o da sadece çorbamızı kaynatacak kadar. Müşteriler da daha çok turistler” diyor.
Tezgâhtan gelen para büyük oranda düştüğünü için alternatif işler yapmaya çalıştıklarını, aileden birinin kuryelik yapmaya başladığını söyleyen Görkem Öztürk, “Bu tezgâhı kapatmamak için elimizden geleni yapıyoruz, alnımızın teriyle vergimizi de veriyoruz” diyor.
Öztürk, son olarak küçük bir maruzatını dile getiriyor:
Kimseden bir beklentimiz yok ama bizi rahatsız etmeseler ne iyi olur. Bazen müşteriyi tezgâha çekmek için mısır koçanıyla duman yapıyoruz, çünkü bağırıp kimseyi rahatsız etmek istemiyoruz, ama zabıtalar gelip duman yapmayın, diyor. Keşke bunu yapmasalar.
“Eskiden işler güzeldi, pandemi nedeniyle düştü”
Ağrılı İsa Pakaç, 10 yıl önce Ağrı’dan gelmiş. O yıldan beri Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii’nin önünde simit satıyor. Her gün henüz gün ağarmadan yaşadığı Tuzla Orhanlı’dan Üsküdar’a geliyor, saat 05.00’te tezgâhını açıyor, saat 21.00’e kadar 16 saat çalışıyor ve bu haftanın yedi günü hep böyle sürüyor.
Tezgâhın sahibi ise bir başkası, İsa Bey günde 90 TL yevmiyeyle çalışıyor. Sadece iki haftada bir cumartesi günleri yarım gün izin yaptığını söylüyor.
Öğleden sonra bir saat olmasına rağmen İsa Pakaç’ın tezgâhında hala satamadığı epey simit var:
Eskiden işler güzeldi, pandemi nedeniyle düştü. Pandemi öncesi 350 tane simit satardık, şimdi 100 ila 120 arasında değişiyor. Yine de hamdolsun eve ekmek götürüyoruz, Allah daha beterinden saklasın.
“Pandemi sürecinde borçlandım; evde iki tane çocuk var, vallahi bakamıyoruz”
İnsanların simitten çekinmelerinin doğru olmadığını düşünen Pakaç; “Yani bu simit pandemiden önce nasıl üretiliyorsa, şimdi de aynı yöntemlerle üretiliyor. Bütün simitler günlük yapılıyor. Millet herhalde simitten hastalık bulaşacağını düşünüyor. Zaten hiçbir araştırmada da virüsün gıdadan virüsün çıkmadı” diyor.
İsa Pakaç, geçinemediğini açıkça söylüyor:
Pandemi sürecinde çalışamadığım için borçlandım. Evimin kirası 1100 TL. Halen üç kiramı ödeyememiş durumdayım. Elektrik, su, doğal gaz borçlarım var. Evde iki tane çocuk var, vallahi bakamıyoruz.
“Allah devletimize zeval vermesin, ama bize el uzatmaları gerekiyor”
Bazı simit tezgâhlarında su, meyve suyu gibi içecekler satılırken Üsküdar’da buna izin yok. Pakaç, bundan şikâyet ediyor, bu türlerin şeylerin satılması durumunda biraz daha kazanabileceklerini söylüyor:
Burada su gibi şeyleri satmak yasak, görünce ceza yazıyorlar. O yüzden satamıyoruz maalesef. Esnafın biraz daha desteklenmesi gerekiyor. Allah devletimize zeval vermesin, ama bize el uzatmaları gerekiyor.
“Bu korona çıktı, artık insanlar su almaya bile korkuyor; Peki biz nasıl yaşayacağız?”
Yaprak Hanım, bir Roman. Onunla Üsküdar Marmaray Durağı’nın hemen dışında karşılaştık. Üç yıldır, bu noktada su satıyor.
Yaprak Hanım / Fotoğraf: Independent Türkçe
Karşılaştığımızda yanında üç yaşındaki kızı Esmanur da vardı. Yaprak Hanım işitme engelli bir kadın, Esmanur’un dışında üç çocuğu var.
Kısa sohbetimizde sokakta çalışmaya dair şunları söylüyor:
Hayatımız zabıtalardan kaçmakla geçiyor. Masrafları çıkarınca günlük kazancım bazen 30 TL, bazen 40. Ama 50 TL’yi hiç bulmuyor. Bu korona çıktı, artık insanlar su almaya bile korkuyor. Peki biz ne yapacağız, nasıl yaşayacağız?
“Eskiden tezgâhı sıfırlayıp giderdim; şimdi 50 kiloya ulaşıyor sattığım miktar”
Muzaffer Başkut, Üsküdar Balıkçılar Çarşısı’nın hemen yanındaki sokakta taze fındık ve ceviz satıyor.
Karşılaştığımızda tezgâhında 150 kilo ceviz, 60 kilo fındık vardı. Muzaffer Bey, 2004 yılından beri bu işi yapıyor. Hemen derdini anlatıyor:
İşler pandemiden dolayı çok düşük. İlk başlarda sokağa çıkma yasakları varken biraz artmıştı, çünkü lokantalar kapanmıştı. Ama şu anda yüzde 70 düşüş var.
Muzaffer Başkut / Fotoğraf: Independent Türkçe
Muzaffer Bey mevsimine göre değişik ürünler satılıyor. Yazın kiraz, şeftali sattığı da oluyor, kıvırcık sattığı da. Ama ceviz-fındık zamanı, tezgâhını bolca bu ürünlerle dolduruyor. Ne kadar sattığını soruyorum “Nasip kısmet” diyor;
Bazen bu tezgâhın çeyreğini sattığım oluyor, bazen yarısını. Ama eskiden tezgâhı sıfırlayıp giderdim, 200 kiloluk malın tamamını satardım akşama kadar. Şu anda en fazla 30 kilo ceviz, 20 kilo da fındık satabiliyorum. Yani toplamda 50 kiloya ulaşıyor sattığım miktar.
Gelirinin yüzde 60’ını kaybettiğini söyleyen Muzaffer Başkut; bir başka gerçeğe de dikkat çekiyor, artan rakipler: “Eskiden” diyor, “Daha fazla kar ederdik, ama şimdi rakipler çoğaldı, şimdi kilo başına en fazla 2 TL kar edebiliyorum.”
Rakiplerden kastı ise mahalle aralarına kadar yayılan süpermarketler. Müşterilerin kalite kaygısı gütmeden, ucuz buldukları için süpermarketlere gittiğini, gelirlerinin bundan doğrudan etkilendiğini söylüyor:
Bize daha çok kaliteli ya da organik ürün almak isteyenler gelmeye başladı. Mesela cevizlerim Sapanca cevizidir, hale dahi uğramadan doğrudan dalından getirdim. Hale gelenler daldan önce buzhaneye gönderilir, oradan tezgâhlara dağıtılır. Zaten hale giren ürünün fiyatı da artar. Ben Sapanca’dakilerle doğrudan irtibatla getirtiyorum.
Başkut, kendini bildiğinden beri sokakta çalışıyor. Onun diğer sokak satıcılarına göre şansı, evinin kira olmaması:
Bütün dünyadaki insanlar gibi zorlandım, ayağımı yorganıma göre uzatarak yaşamaya çalışıyorum ben de.
“Satın almıyorlar, ama şu kahvecide oturup kahve içiyorlar”
Son durağımız Dudullu. Takı tezgâhı sahibi Nurettin Bar’la birlikteyiz. Nurettin Bey 45 yaşında ve 30 senedir takı satıyor. Tezgâhında bolca tespih, kolye, saat, yüzük, bileklik var. Sattığı ürünlerin neredeyse tamamı Çin malı.
Pandemi öncesi gelirinin ayda 10 bin TL’yi bulduğunu söylüyor. Peki şimdi?
Üçte birini bile bulamıyorum şimdi, bak öğlen oldu cebimde 20 TL var. Üstelik bugün hafta sonu.
Nurettin Bey, Dudullu’nun değişen sosyolojisi ile ilgili bir gözlemini de paylaşıyor bizimle:
Burada çok sayıda, belki binlerce Özbek yaşıyor. Zaten takılarımı da artık yerliler almıyor ama Özbekler her gördüğü takıya saldırıyor, parlak şeyleri çok seviyorlar nedense. Onların sayesinde kazanıyorum, ne kazanıyorsam.
“Peki, yerli halk neden takı almıyor” diye sorduğumda ise “Neymiş korona varmış. 40 tane el değiyormuş. Saçmalık. Bakın ama şu kahvecide oturup kahve içiyorlar” diye yanıtlıyor.
Üç çocuk sahibi Nurettin Bey’in enteresan bir hikâyesi var, sohbetin sonlarına doğru, takı satmak için her yıl Konya’dan geldiğini söylüyor. Gelir gelmez başını sokacağı bir ev tutuyor, ardından da hemen tezgâhının başına geçiyor:
Yazları pandemiden önce festivallerin olduğu yerlere de gidip takı satıyordum. Şimdi sadece burası kaldı. Kışın da Konya’ya dönüyorum, takı satmaya orada devam ediyorum.
Nurettin Bar’ın hayatı boyunca hiç sosyal güvencesi olmamış. “Yaşlanınca ne yapacaksınız” şeklindeki soruma “Onu Allah bilir abla, bakalım yaşlanabilecek miyiz” diye yanıt verip, tezgahına geri dönüyor.
Dudullu sokaklarında arka kapısı açık bir aracın önünde bir taburede oturuyor, 73 yaşındaki Hüseyin Karasöz. Sohbet önerimizi kabul ediyor ama fotoğraf çektirmek istemiyor.
Kırklarelili Hüseyin Bey 15 senedir mont, kazak satıyor. Gaziosmanpaşa’da oturuyor ama bazen Dudullu’da, bazen Şirinevler’de, bazen Avcılar’da bazen de İstanbul’un bir başka köşesinde açıyor tezgâha çevirdiği arkasının arka kapısını, bazen de İstanbul dışında. Aslında bir Bağkur emeklisi. Çalışmak zorunda olduğunu şu sözlerle anlatıyor:
Olmuyor, yetmiyor maaş. 1600 TL maaş alıyorum. Ev kira, yeme var, içme var.
Mallarını daha çok Mahmutpaşa’dan toptan alıyor Hüseyin Bey. En fazla ne zaman kazandığını sorduğumda ise “Bazen 50 TL, bazen 100 TL” diyor.
Pandemi öncesi ve sonrasını ise “İnsanlar konuşmaya bile çekinirken nasıl mal alsınlar. Bir de tabii bu dönemde giyim biraz arka plana atıldı” sözleriyle yorumluyor.