BİLGEHAN UÇAK / HABERDAR ( ÖZEL)
“Medya Mahallesi’nin ‘Ayşenur Abla’sı” Ayşenur Arslan, Ergenekon sürecinde yaşananları ve gazetelerin bu süreçte neler yaptığını anlattı. Sadece Ergenekon’u değil, Balyoz, Fenerbahçe ve Askeri Casusluk davalarını da “aynı zihniyetin ürünü” gören Ayşenur Arslan, başta Taraf ve Ahmet Altan olmak üzere medyayı da eleştirdi. “Yaptığı şey asla gazetecilik değildir” dediği Mehmet Baransu’nun içeride olmasına çok üzüldüğünü söyleyen Arslan, geçen on yılın diğer önemli davalarını da değerlendirdi.
Ergenekon süreciyle başlayalım ama iki sorum var: Bir, Ergenekon; iki, bu süreçte yapılan “gazetecilik” hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir kere, bundan yedi-sekiz sene önce Ergenekon vardır, diyen bir kesimin o gün de buna inanmadığını düşünüyorum. Ayıca, o sırada “Cemaat tehlikelidir” diyenlere karşı “Cemaat’i eli üstünde tutmaya çalışan” bir kesim vardı, onların da inanmadıkları halde bu söylemde bulunduklarına inanıyorum. Yani, aslında herkes fikrini koruyor, değişen sadece pozisyonlar. Pozisyonunu değiştirenlerin başında elbette iktidar geliyor.
Hem de yüzseksen derece…
Çünkü iktidar o zaman Cemaat’le kol kola yürüyordu ve Ergenekon meselesi de işlerine yarıyordu. Bak, adını bilmiyorum, ama diyelim ki “Ergenekon”, eğer böyle bir oluşum varsa, Silivri’de cezaevine atılanların ve yargılananların o oluşumla bir ilgisi bulunmadığı kaanatindeyim. Bunların içinde bir bölümünün olabilir tabii. Ergenekon soruşturması, operasyonu, yargılaması, davası, ne derseniz deyin, çok önemli ölçüde muhalefetin susturulması, birtakım muhalif isimlerin içeriye atılması ve -bence çok üstünde durulmadı- Merkez Sağ’ın daha cenin halineyken öldürülmesi amacıyla kullanıldı.
AKP’YE ALTERNATİF BİR MERKEZ SAĞ OLUŞUMU PLANLANIYORDU
Ne gibi?
Örneğin, Mehmet Haberal’ın yaptığı toplantılar. Bu toplantıların darbe girişimiyle veya hükümeti devirmek amacıyla yapıldığına dair hiçbir şey yok ortada. Üstelik bunu iktidar da biliyordu, Cemaat de. Basına, kamuoyuna, herkese açık bir darbe toplantısı olabilir mi? Ama orada AKP’ye alternatif bir Merkez Sağ oluşumu planlanıyordu. Öyle isimlerin yer aldığı toplantılardı onlar…
Numan Kurtulmuş ile Süleyman Soylu’nun da partiye dahil edilmesini, bu bağlamda, birlikte düşünebilir miyiz?
Onlar tam Merkez Sağ değillerdi ama amaç aynıydı: Oradaki nüveyi yok etmek. Ama Türkiye’deki asıl boşluk, ikibinlerden itibaren, Merkez Sağ’da. MHP, biraz Bahçeli’nin biraz da partinin karakteri sebebiyle bu açığı kapatamaz, boşluğu dolduramaz. Menderes’ten beri gelen Merkez Sağ’ın boşluğu doldurulamadı ve o bileşenlerin tamamı AKP’ye aktı. Türkiye’de bunun arkasında “derin devlet” de olabilir. Devlet, bir “ortak akıl” ise, bunun bir parçası kendisini korumak adına bazı planlar yapabilir. Ben burada “darbe” diye suçlanabilecek bir şey de göremiyorum. “Ortak aklın” bir Merkez Sağ partisi kurularak AKP’ye alternatif olması için çaba verdiğini biliyorum zaten.
“Biliyorsunuz”?
Evet, tahmin değil, biliyorum.
Kimler vardı peki bu oluşumda?
Kamran İnan’dan tutun da Silivri’ye atılan bir yığın insana… Haberal’ın kendisi “aktif” siyasette yer almadığı için yoktu ama malum otel toplantılarına katılan kim varsa o oluşumun içindeydi. Belki Abdüllatif Şener de olacaktı.
ERGENEKON İLE HEDEF ALINAN SADECE “ORDU” DEĞİLDİ
Turhan Çömez?
Tabii tabii. Bu ve benzeri isimlerle Merkez Sağ’da konumlanacak bir parti arayışı vardı. Bir ara, hatırlayın, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu siyasete atılmak istedi ve bir parti arayışı için nabız tutmak üzere Anadolu turuna çıktı. Hemen arkasından ne oldu? TOBB’a müfettişler gitti. Orada başka bir biçimde kesildi Hisarcıklıoğlu’nun önü. Merkez Sağ’ın önü de büyük ölçüde Ergenekon ile kesildi. Ergenekon ile hedef alınan sadece “ordu” değildi.
Peki, Ergenekon yoktur diyebilir miyiz?
Ben Susurluk hadisesini çok yakından bilen bir insan olarak, karanlık bir odak olduğunu söylerim ama adını bilemem. Kendilerine ne dediklerine dair hiçbir fikrim yok. Ama örneğin JİTEM bunun bir parçasıdır. Susurluk’ta ayan beyan gördüğümüz tablonun üstü örtülmeseydi Türkiye zaten başka bir yere giderdi ama orada o yarayı pansumanla kapattılar. Sonra, o hatırayı kullanarak bu Ergenekon adı verilen operasyonu yarattılar. Bazı şaibeli isimleri torbaya attılar. Ergenekon operasyonunda çok açık olarak belli olan bir şey var ve ben bunu defalarca söyledim. Birbiriyle hiçbir alakası olmayan insanların biraraya nasıl getirilip de içeri atıldığını gördüm. “Bana ‘Ergenekon vardır’ dedirtemezsiniz” demiyorum, bir odak vardır, ama o bu mu hiç emin değilim. 12 Eylül sonrası neler yaşandığını, bazı eski ülkücülerin nasıl kullanıldığını bilmiyor muyuz? Faili meçhulleri, Cem Erseverleri, Haluk Kırcıları görmedik mi? Her birini ayan beyan gördük.
Fırat’ın öte yakasına geçseydi, torbaya herkes atılmasaydı ve tutuksuz yargılama olsaydı Ergenekon hedefe ulaşabilir miydi?
Keşke!
Bunun bir Cemaat operasyonu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Hem Cemaat’in hem de AKP’nin. Cemaat’in derdi belki askerler ve kendine muhalif olanlardı. İşte Ahmet Şık ile Nedim Şener… “Dokunanı yakmak” istediler. Ama AKP’nin derdi, bence, Merkez Sağ’ı öldürürken muhalefeti de sindirmekti.
AKP, ERGENEKON’U TAMAMEN CEMAAT’E FATURA EDİP ELLERİNİ YIKADI
Ahmet Şık ile Nedim Şener’den ne istemiş olabilirler?
O sırada Nedim Şener, Hrant Dink cinayetiyle ilgili gerçeğe ulaşmış ve onun kitabını yazmıştı. Gerçeği görmek ve anlatmak tehlikelidir. Ahmet Şık da keza bir kitap yüzünden içeri alındı… Bu isimlerin ya da Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenlerin Ergenekon denince aklan gelen “derin yapılanma” ile ne alakası olabilir? Hiçbir alakası yok. Ben bunu o zaman da gördüm ve söyledim ama başkaları nasıl görmediler anlaşılır iş değil. Kendi işine geleni görmek isteyenler var tabii bir de. AKP’nin bu Ergenekon operasyonundan hâlâ nasıl yararlanmakta olduğunu görmüyorlar. AKP, Ergenekon’u tamamen Cemaat’e fatura edip ellerini yıkadı ve bu meseleden kendini uzaklaştırdı. Tamam, Cemaat savcıları kullanıldı belki ama hepsi mi Cemaatçi bu savcıların?
Onlara “Cemaat savcıları” diyebilir miyiz?
İddiaya göre söylüyorum. Ama ya Cemaat ya AKP. Orada, Silivri’de, bütün açıklığıyla ortaya konan delilleri görmezden geldiler. Duruşmaları izledim, bu yapılanlara tanık oldum. Bak, savunmayı dinlemediler bile! Kumpas üstüne kumpas kuruldu…
Ümraniye’deki bombalar?
O bombaların serencamı okusan anlarsın. Tutanak karakolda tutululuyor, sayısı tutanaklara başka başka geçiriliyor, imha ediliyor…
Cumhuriyet’e atılması?
Ama atan kimdi… İsimlere girersek işin içinden çıkamayız. Büyük fotoğrafa bakmak lazım. Kurunun yanında yaş da yanmış. Bu süreçte hukuka aykırı davranılmıştır. Yargı ilkeleri çiğnendi, yargı usulü bozuldu, sahte deliller üretildi, akıldan noksan insanlar “gizli tanık” diye dinletildi… Kendi öz kızkardeşini öldürüp yeğenini de fuhuşa teşvik etmiş ve bundan hüküm giymiş Osman Yıldırım en önemli tanıklardan biri yapıldı… Neden? Danıştay’ı bağlayabilmek için. Öteki tarafta ne silah vardı ne de kan çünkü.
KUMPAS OLDUĞU APAÇIK
Ama bir yandan da bu adamın kötü işleri biliyor olması, böyle bir “oluşumda” ona gereksinim duyulduğunu düşündürtebilir…
Sen yedi yılın sonunda Ergenekon’un gerçekte varolduğu halen savunuyorsan benim sana bunun aksini söyleyebilmem için belki bir bu kadar süreye daha ihtiyacımız var! Çok açık hukuksuzluklar yapıldığı aşikarken artık neyin Ergenekon’u? Somut delil var mı? Yok. Yazmış, falanca şöyle dedi diye… Ne bu? Gizli tanık ifadelerine dayanan bir yargılama mı olur? Çok ağır bir süreci göz göre göre yaşadı Türkiye. Dediğim gibi, bu savcılar Cemaat’in mi yoksa AKP’nin savcıları mıydı, bilmem, bilmek durumda da değilim. Ama şunu biliyorum: O hakimlerle savcılar orada anlatılan hiçbir gerçeği dinlemediler. CD’lerde olmayan sokak adları yer alıyordu. Güya onlar sonradan düzeltilmiş de vs… Ama CD’nin son güncelleme tarihine bakınca görüyorsun ki iddia edildiği gibi değil. Askeri casusluk davası da öyle değil miydi? İnsanların haysiyetleriyle oynadılar, itibarsızlaştırdılar, mesleklerinden ettiler. Hayatları paramparça oldu ya. Daha ne olacak? Kumpas olduğu apaçık belli olan söylemlerle yapıldı hem de bunlar. Türkiye, şu anda, Atatürk’ten bu yana hiç olmadığı kadar güçlü bir insanın elinde. Askeri-sivil istihbaratıyla, savcısıyla, her şeyiyle…
Zaten AKP milletvekili Galip Ensarioğlu geçenlerde bunu teyit eden sözler sarf etti…
Çıkarsınlar Susurluk’un içyüzünü de görelim! Cemaat burada kumpas mı yapmış? Onun da gerçeğini bulsunlar o zaman. Hepsi ellerinde değil mi? Neden yapmıyorlar? “Ergenekon yok diyemeyiz.” E varsa hadi işte, ne bekliyorsunuz? Bütün notlar, kayıtlar, deliller, ne varsa elinizde. Eğer Ergenekon’da yargılanan beşyüz kişi içinde varsa beş suçlu insan, yargılayın onları. O beş kişi için dörtyüzünü yakmaya değer mi? Ayrıca, belki var belki yok, şu anda hiçbir şey iddia edemem, benim işim yargısız infaz değil çünkü.
Medya nasıl bir sınav verdi sizce?
Yargısız infaz yaptı. Göz göre göre. Ahmet Hakan, şimdi oturmuş günah çıkartıyor. “Hepimiz suçluyduk” diyor, hadi canım Ahmet Hakan, hepimiz suçlu falan değildik. “Hepimiz uyuduk,” diyor başka bir yerde, yooo, hepimiz uyumadık. Ben bu sebeple Kanal D’den CNN Türk’e gönderildim. O da herhalde beceremez, iki güne ayrılır umuduylaydı…
MEHMET ALİ BİRAND BENİ ATMAYA DA KALKTI
Öyle mi düşünüyorsunuz?
Yüzde yüz bile değil, yüzde yüzbeş! Zaten iki defa CNN Türk’te Medya Mahallesi’ni yaparken Mehmet Ali Birand beni atmaya da kalktı.
Birand hem de?
Tabii canım. Beni Kanal D’den gönderen de, CNN Türk’ten atmak isteyen de oydu. Ama sonra uzlaştık bir noktada. Derken, hükümet gönderdi. O günlerde biz anlatmaya çalıştık ama onlar anlamamakta ısrar ettiler. Nedim Şener sık sık hatırlatır: Tutuklandığı gün demiştim ki, “eğer Nedim Şener terör örgütü üyesiyse ben de şimendiferim!” Bir insanı çizgisiyle, ailesiyle, yaşayışıyla, yaptığı işlerle tanıyorsanız bilirsiniz. Ha bunu ben biliyorum da polis ya da MİT bilmiyor mu? Bal gibi biliyor. Ama o sırada Nedim Şener gerçeğe, Ahmet Şık da Cemaat’e dokunmuştu. Tuncay Özkan, insanlar bir daha “Cumhuriyet” diyerek sokağa çıkamasınlar diye tutuklandı. Tuncay Özkan’ın hiçbir siyasi görüşüne katılmıyorum ama şunu biliyorum, Tuncay Özkan bir terör örgütü kurmadı. Sadece siyasete atılmak istedi. Çok heyecanlı, ateşli bir insandır…
Sabah programları yapardı bağıra çağıra…
Öyledir de zaten. Oradan bir gaz aldı, siyasete girmek de istiyordu belli ki, sokağa çıktı, Cumhuriyet mitingleri yaptı, bir karşılık görünce de devam etti.
Darbe günlükleri?
O günlüklerin de ne kadar ciddi, ne kadar gayrı ciddi olduğu çok tartışıldı. Özden Örnek’in bizzat kendisi bazı şeyler söyledi. Ayrıca, orada, velev ki bütünüyle doğru, akim kalmış, yani hayata geçmesi için organizasyon bile yapılmamış şeyler var. Organizasyonu yapıp hayata geçiremezseniz o başkadır…
Talat Aydemir gibi…
Tam olarak. Başaramayınca idam edildi. Orada teşebbüs var, burada o bile yok. Fikir yürütme var yalnızca. Tıpkı bugün laikliği ortadan kaldırmak için bir fikrin ortaya atılması gibi. Bunun için bir ceza maddeniz varsa yargılarsınız ama buradan bir darbe çıkarmak, o işte olacak şey değil. Hatırlasana neler yazıldı, camiler bombalanacakmış…
Taraf’ın mavi zeminli manşetlerinden biriydi…
Bavuldan çıkan ne varsa dayadılar gittiler. Böyle gazetecilik mi olur? BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünde yapılanlar…
Gene Taraf’ın manşeti, Baransu’nun haberiydi… Ahmet Altan kızmasın ama okuduğum zaman bile mantıksız gelen bir haberdi o -belki de tek haber.
Mirgün Cabas, helikopteri düşürmüş! Yahu, sonradan bu haberi savundular da! “Savcılık öyle dedi, biz ne yapalım” dediler. İyi de, sen savcılığın her dediğine neden atlıyorsun? Sığ suya atlarsan boynun kırılır. Onun için her atlama yerinde tabela vardır ve eğer yoksa önce bir kontrol edersin. Hiçbir derinliği, hiçbir ciddiyeti olmayan nice belge biliyorum ben. Atlamak mı lazım üzerine? Hukukta bile vardır, “hayatın olağan akışına uygun olup olmaması” kriteri. Sen eğer Mirgün Cabas hakkında en ufak bir fikre sahipsen böyle bir haber yapmazsın. Bir bilene açıp sormuyorlar bu helikopter böyle düşebilir mi diye… Bu vahim hatayı böyle yaptılar. Öyle bir kaos yaratıldı ki orada belki Cemaat bile amacına ulaşmış göründü. Kurusu, yaşı hep beraber yandı. Bir tek İlker Başbuğ olayı buna benzemedi, bence AKP’nin “ne oluyoruz?” deyip frene bastığı ilk nokta orasıydı.
Başbuğu’un tutuklanması mı o dönüşümü başlattı sizce?
Söyledi zaten. “Birlikte çok düzenli çalıştık” dedi. Bu kadar mı aymazlık olur? Üstelik de Anayasa’ya göre Yüce Divan’da yargılanması gereken Başbuğ’u terör örgütü üyesi diye önce gözaltına alıp sonra da tutuklarsan, üstelik bir de “sen” yargılarsan Silivri’de, belli ki artık işin endazesi kaçmıştır. Hakan Fidan olayı ve 17-25 Aralık’la da devam etti zaten. Ama medya o günlerde daha sakin gidebilirdi. Bir dakika, diyebilir, “Ruşen Çakır ile Mirgün Cabas, helikopteri düşürerek Yazıcıoğlu’nu neden öldürmek istesin” diye sorabilirdi.
Ama Taraf ertesi gün hem manşetten, hem de başyazıdan özür diledi… GMT ve TSİ meselesiydi…
Bu konuları çok iyi bilen DHA Genel Müdürü Uğur Cebeci benim programıma gelip o helikopterin neden telefon aramalarıyla düşürülemeyeceğini anlatmıştı. Ama dinlemediler bile. Bunu bir telefonla öğrenebilirdi Taraf… Eğer Taraf biraz araştırıp savcılığın bu söylediğinin gerçeğe ne kadar aykırı olduğunu görseydi, diğer haberleri ve manşetleri için de bu filtreyi kullanabilirdi. Medya ya Taraf gibi askeri vesayeti kaldırma adına biraz daha intikamcı bir şekilde…
Öyle mi düşünüyorsunuz Taraf için?
Kesinlikle. Askeri vesayeti kaldırmak için intikamcı bir anlayışla hareket etti. Kimi gazeteler de, her zaman yaptıkları gibi, araziye uydular. Onların fikirleri durmadan değişir zaten. Bak, gene Ahmet Hakan’dan bir örnek vereyim. Oda TV davasında, o da sırf Soner Yalçın’ı tanıdığı için, duruşmalara gelmiş, hatta destek vermiştir. Ergenekon’da ise arazi olmuştur. NTV haberinin Kabataş vakasından ne farkı var?
Kabataş da, twitter üzerinden Sümeyye’yi öldürme palavrası da eşsiz asparagas haberlerdi…
Akla hayale gelmeyecek işlerdi bunlar. Yetmiş kadar, belden üstü çıplak, elleri siyah deri eldivenli erkek Kabataş’ta yürüyecek… Bunu ilk ben yazdım. Ama o zamanlarda hiç satmayan Yurt Gazetesi’nde yazıyordum ve bir de köşeyazarı olarak bakılmıyordu bana. Arayıp Mehmet Tezkan’a söyledim bunu. O yazdı, ertesi gün ondan görüp Mehmet Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde aynı konuyu işledi ve haber patladı. Hayatın doğal akışına aykırı ve akla uygun değilse, bir durmak lazım. Ergenekon’da böyle binlerce şey var.
Balyoz ve Fenerbahçe davaları için de aynı kumpas iddiasını söyleyebilir misiniz?
Aynı mantığın ürünüdür. Fenerbahçe operasyonunda anlatılmadı mı, sözkonusu paranın o çantaya sığmayacağı. Daha ne anlatılsın? Delil yok ve olmayan deliller uydurularak bir operasyon yapılıyor. Böyle dava üretemezsiniz. Anayasa Mahkemesi, çok gecikmiş bir şekilde bunu görüp dedi ki, “önce isimler saptanmış, sonra da örgüt yazılmış.”
Medyayı burada da eleştiriyorsunuz sanırım…
Ayrıca, çok vahim başka işler de var. Medyanın da, vaktiyle görmezden geldiği için, hafızası çok zayıf. Balyoz’da bak neler yaşandı, anlatayım. Süreç nasıl işler? Hazırlık soruşturması yapılır, iddianame hazırlanır, iddianame mahkeme tarafından kabul edilir, dava açılmış olur. Sonra iddialar ortaya konur, savunma faslı gelir, karşı deliller alındıktan sonra savcının esas hakkındaki mütalaası gelir ve son olarak söz yeniden savunmaya verilir. Balyoz’da avukatlar bir noktada isyan ettiler. Savcı, esas hakkında mütalaasını okuduktan sonra hüküm vermeye kalktılar, avukatlar da sonsözün savunmada olması gerektiğinde direttiler. Yani, savunma haklarını kullanmak istediler! Öne sürdükleri delillerin birçoğu görmezden gelinmiş, tanıkları dinlenmemişti ya, geçiyorum o önceki faslı. Yargı sürecindeki en önemli faslı atlayarak Balyoz’u baştan sakatladılar.
AKP BİR GECEDE YASA DEĞİŞTİRDİ
Avukatlar ne yaptı peki?
Mahkemeyi boykot ettiler. Hayır, biz savunma hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz, dediler. Mahkeme de direnince avukatlar çıktılar. Yasalara göre, avukatların yokluğunda hüküm okunamıyor. Dolayısıyla, o bir yılan hikâyesi gibi uzar giderdi. Bunun üzerine, AKP bir gecede yasa değiştirdi. Mealen, “avukatların zorunlu sağlık vs mazeretleri hariç duruşmalara katılmamaları halinde hüküm okunabilir” diye bir kanun çıkardılar. Sırf bunun için. Yürüyen davada kural değiştirildi, sebebi de bir hukuksuzluğu örtbas etmek. Ben daha ne diyeyim? Belki Balyoz’da suç vardı. Olayla ilgili ilgisiz herkesi biraraya topladınız, hukuku çiğnediniz, kural değiştirdiniz, delilleri incelemediniz, sahte CD’lere karşı hiç oralı olmadınız… Sonra da Balyoz gerçek mi değil mi… Buna nasıl cevap verilebilir? Yolunda giden bir şey yok ki ortada.
Baransu’nun içerde olması için ne düşündüğünüzü sormak istiyorum. Malum, bu haberlerin çoğu onun imzasıyla yayımlandı…
Baransu’yu hayatımda bir kere gördüm ben. O da bir şey için CNN Türk’e gelmişti de orada. Seslendim, “Baransu ne haber?” diye. O da dönüp, ilk kez karşılaşıyoruz, “aaa Ayşenur Abla merhaba” dedi. Bir kere, “abla” demesi çok hoşuma gitti. Biraz sohbet ettik. Şöyle söyleyeyim, ben Mehmet Baransu için üzülüyorum. Bana kızacaklar biliyorum ama onun için üzülüyorum. Birçok abi ve abla onu öne sürdü. Belli ki Baransu da ateşli bir çocuk. Birşeyleri değiştireceğine samimiyetle, içtenlikle inanmış olduğunu düşünüyorum. Onun bedelini ödüyor ama bedeli bir tek onun ödüyor olması benim ağrıma gidiyor.
Peki, Baransu’nun yaptığı gazetecilik midir sizce?
Asla değildir. Yolda giderken biri gelip içinde çok önemli belgeler olduğunu söylediği bir bavulu elime tutuşturdu. Ne şimdi bu?
BİZE NELER NELER GELİYORDU
O belgeler size gelse yayımlar mıydınız? Misal, Taraf’ın Genel Yayın Müdürü siz olsaydınız?
Sen bunlar sadece Taraf’a mı gönderiliyordu zannediyorsun? Bize neler neler geliyordu. O kadar elenmeden, o kadar fütursuzca yayımlandı ki o bavuldan çıkan her şey… Böyle şey olmaz. Uzak bir örnek vereceğim. Bir gün, Kanal D Haber’de çalışıyorum. Haber kanalları “flaş… flaş… flaş…” diyerek son dakika geçiyorlar. Hava Kuvvetleri, PKK’nın karargâhını yerle bir etti diye. Kısa bir süre sonra da görüntüler geldi. İstihbarat şefi gelip “abla” dedi, “şu görüntülere baksana.” İddiaya göre, yerle bir edilen karagâh burası. Tek bir ateş ya da is izi yok ama. Otlar bitmiş harabenin içinde diz boyu. Çatı yok, her yer kırık dökük ama bir bombanın düşmediği de belli. Bunu gidip Birand’a söyledim, “azizim” dedim, “böyle bir şey olmamış.”
O ne dedi?
Hepsi veriyor ama, dedi. Ayrıca, kamera çevrilince görüyoruz ki hemen yanında bir TSK birliği var. Orada bir PKK karargâhı olamaz. Neyse, biz diğer bütün haber kanallarının aksine bu haberi böyle verdik. Birand dedi ki, “burası bombalanmışa benzemiyor.” Ertesi sabah dokuzda beni arayıp derin bir iç çektikten sonra “Ayşe” dedi, “şimdi TSK’dan açıklama geldi, ‘biz böyle bir operasyon yapmadık’ diye.” Ama o ana kadar inanmakta güçlük çekmiş ve bütün gece içi içini yemiş! Çünkü, çoğunluğun söylediği şeye insanlar inanma eğilimindeler. Oysa doğru bildiğinizin peşinden gideceksiniz.
twitter: @bilgehanucak
KAYNAK: HABERDAR