Peki, 1 milyon 300 bin öğretmen ne istiyor?
Son bir ay içerisinde Türkiye’de; öğretmenler için öngörülen uzmanlık sınavları protesto edildi, kamudaki meslektaşlarıyla aynı haklara sahip olmak isteyen özel eğitim kurumu öğretmenlerinin eylemine polis müdahale etti.
MEB önünde açıklama yapmak isteyen Eğitim Sen üyelerinin eylemi engellendi, Eğitim-İş Türkiye genelinde ‘öğretmene saygı’ eylemleri başlatacağını duyurdu.
Öğretmenlerin itirazları arasında, öğretmenlerin kariyer planlamasında sınava dayalı bir sistem öngören Öğretmenlik Meslek Kanunu yer alıyordu.
Bu yaz döneminde 10 yıllık öğretmenler 180 saatlik online bir kursa, 10 yıllık uzman öğretmenler ise 240 saatlik online bir kursa tabi tutuldu.
19 Kasım’da gerçekleşecek sınavda 70 puan ve üzeri alan öğretmenler, “uzman” ya da “başöğretmen” olmaya hak kazanacak, özlük haklarında bazı iyileştirmeler yapılacak.
Ancak eğitimciler, sınava dayalı bu sisteme karşı çıkıyor ve öğretmenlik mesleğinin sınavla derecelendirilemeyeceğini savunuyor.
Halihazırda aynı işi yapmasına rağmen “kadrolu, sözleşmeli ve ücretli” gibi farklı istihdam biçimleriyle farklı özlük haklarına sahip olan öğretmenlerin, bir de sınava dayalı uzman ve başöğretmen statüleriyle ayrımcılığa uğrayacakları değerlendiriliyor.
Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan, yan yana sınıflarda aynı işi yapan iki öğretmenlerden birinin ‘uzman’ diğerinin ‘uzman olmayan’ öğretmen olarak nitelenmesinin, öğrenciler ve veliler önünde eşitsizliğe yol açacağını değerlendiriyor.
Geylan, “Sınavda 69 puan alan öğretmenin, veli ve öğrenci gözünde ‘yetersiz öğretmen’ gibi algılanma riski var. Halbuki sadece hizmet yılı esas alınarak 10 yıllık öğretmen doğrudan uzman, 20 yıllık başöğretmen olmalı” diyor.
Habertürk yazarı Kemal Öztürk’ün 9 Eylül’de yer alan haberine göre Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ilgili olarak “Öğretmenlerin mesleki başarısı ve gelişimi için çok çaba harcamış, düzenlemeler yapmış biriyim. Öğretmenlerimizin haklı taleplerini, süreçlerin iyileştirilmesiyle ilgili isteklerini mutlaka dikkate alacağız” dedi.
Öte yandan MEB, uzman ve başöğretmenlik eğitimlerine 610 bin 420 öğretmenin başvurduğunu açıkladı.
Bu rakam, Türkiye’de 10 yılını doldurmuş öğretmenlerin çok büyük bir çoğunluğunun uzman ve başöğretmenlik sınavına başvurduğunu gösteriyor.
Eğitimcilere göre bunun sebebi, Türkiye’de giderek derinleşen ekonomik kriz.
Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan, sınavı geçip uzman öğretmen olanların maaşlarına yaklaşık 1.800-2.000 TL zam alacağını söylüyor.
Geylan, “Türkiye’de öğretmen maaşlarının ortalama 10-11 bin TL civara olduğunu düşünürseniz, 1.800 TL’lik bir ekonomik ilave öğretmenlerimiz için ciddi bir rakamdır. Bu yüzden yoğun bir başvuru var” diyor.
Ancak öğretmenlerin “uzman” olması, diğer kamu branşlarından farklı olarak, yaptıkları işin niteliğinin değişmesine sebep olmuyor.
Örneğin Tıpta Uzmanlık Sınavı’na (TUS) giren bir doktor, branşına göre farklı nitelikte bir iş yapmaya başlarken; bir uzman öğretmen ise aynı okulda uzman olmayan meslektaşlarının yaptığı aynı işi yapmaya devam ediyor.
Aynı işi yapan öğretmenler, farklı maaşlar alıyor
Türkiye’de 1 milyon 200 bin öğretmen görev yapıyor. Fakat bunların tamamı, aynı özlük haklarına sahip değil.
Yeni atanmış bir öğretmen, mesleğe ilk önce 1 yıllık “aday öğretmen” olarak başlıyor, sonra 2 yıl “sözleşmeli öğretmen” olarak istihdam ediliyor.
3 yılın sonunda kadrolu olan öğretmenler, başka bir şehre tayin isteme vb. haklarını bundan sonra kazanabiliyor.
Türkiye’de hali hazırda yaklaşık 150 bin öğretmenin sözleşmeli olarak çalıştığını söyleyen Geylan, “Aynı işi yapan öğretmenleri, farklı statülerde istihdam edemezsiniz” diyor.
Öte yandan farklı branşlarda görev yapan öğretmenlerin, maaş karşılığı girmek zorunda oldukları ders saatleri de farklılık gösteriyor.
Geylan, “Kimi öğretmenler maaş karşılığı haftada 15 saat ders girer, kimisi 20… Bütün öğretmenlerin maaş karşılığı girmek zorunda olduğu ders saatinin 15 saat olarak eşitlenmesi gerekiyor” diyor:
“Sözleşmeli öğretmenler, kadrolu öğretmenlerden ders başına 6 TL daha düşük ek ders ücreti alıyor. Aynı işi yapan öğretmenlerimiz, farklı ek ders ücretleri alıyor. Ayrıca sözleşmeli öğretmenlerin 3 yıl boyunca eş durumundan dahi tayin hakları yok. Eşinizden ayrı yaşamak durumundasınız.”
Türk Eğitim Sen’in 81 il valiliğinden aldığı resmi bilgilere göre, Türkiye’de geçen yıl 86 bin 68 ücretli öğretmen görevlendirildi.
Başka bir ifadeyle Türkiye’de geçen yıl, MEB kadrolu öğretmen sayısının neredeyse yüzde 10’u kadar da Valilikler tarafından ücretli öğretmen istihdam etti.
Peki ataması yapılmamış bir öğretmen, MEB kadrosuyla değil de valilikler tarafından istihdam edilirse ne olur?
Geylan “Ücretli öğretmenlerin tamamına yakını, asgari ücretin yarısı ücretle öğretmenlik yapıyor. Girdiği ders saati kadar ücret alıyorlar; tatillerde maaş almıyorlar” diyor.
Kamuda ücretli öğretmenlik uygulamasının “geçici süreliğine” uygulaması gereken bir tedbir olduğunu vurgulayan Geylan, “Bu artık ücretli öğretmenlik uygulamasının bir pansuman tedbiri olmaktan çıkıp, bir öğretmen istihdam modeli haline getirildiğini gösteriyor” diyor.
‘Özel eğitim kurumu öğretmenleri mevsimlik işçi gibi çalıştırılıyor’
Özel eğitim kurumlarında çalışan öğretmenler için bazı sorunların ayyuka çıkması pandemi süreciyle başladı ve akabinde ekonomik krizle derinleşti.
Enflasyonla birlikte çoğu özel eğitim kurumu artan maliyetleri velilere zam olarak yansıtırken, öğretmenlerin maaşına ise cüzi artışlar yapıldığı görüldü.
Kamuda öğretmenlerin haftalık çalışma saatleri 15 zorunlu + 15 ek ders olarak maksimum 30 saat olarak tanımlanmışken, özel eğitim kurumlarında öğretmenler çok daha düşük ücretlere haftada 40-60 saat derse girebiliyor.
Öğretmenlerle yapılan sözleşmelerin süresi ise kurumdan kuruma farklılık gösteriyor.
Fakat yaygın uygulama, öğretmenlerin neredeyse her eğitim öğretim yılı sonunda ‘kovulma ya da sözleşmesinin yenilenmemesi’ riskiyle karşı karşıya kalması şeklinde sonuçlanıyor.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası yöneticilerinden Arzu Başer, yasadışı olmasına rağmen çoğu kurumda 10 aylık sözleşmelerin yapıldığını belirtiyor.
“Öğretmenler ‘mevsimlik işçi’ gibi çalıştırılıyor” diye Başer’e göre, kalan iki ayda nasıl geçineceğini bilemeyen öğretmenler çoğu zaman kasiyerlik, pazarcılık ya da boyacılık gibi ek işlerde çalışmak zorunda kalıyor.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’na göre, Türkiye’de kayıtlı ve kayıt dışı olmak üzere toplamda 400 bine yakın özel sektör eğitim emekçisi bulunuyor.
Peki, özel sektörde çalışan eğitimciler ve kamu personellerinin hakları arasındaki makas nasıl bu kadar açıldı?
Eğitimciler bu sürecin, 2014 yılında Özel Öğretim Kurumları Kanunu’ndan “taban maaş düzenlemesinin” kaldırılmasıyla başladığını savunuyor.
İlgili hükümde, özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin kamuda çalışan öğretmenlerden daha az ücret alamayacağı düzenleniyordu.
“Asgari ücretin altında bir maaşla haftada 60 saat çalışan öğretmenler biliyoruz” diyen Başer, bu hükmün kaldırılmasıyla birlikte yüzbinlerce eğitim emekçisinin asgari ücrete mahkûm edildiğini belirtiyor.
Özel okulların ücreti arttı, peki ya öğretmenlerin maaşı?
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın verdiği bilgiye göre, Türkiye’de özel eğitim kurumlarında çalışan eğitimcilerin maaşı büyük oranda ya asgari ücret ya da asgari ücretin biraz üzerinde seyrediyor.
Öte yandan bu yıl özel birçok özel eğitim kurumlarının yıllık ücretlerinde, en az yıllık enflasyon oranında zam yapıldığı görülüyor.
Eğitim ücretlerine yansıyan bu zammın aynı oranda öğretmen maaşlarına yansıdığını söylemek ise oldukça güç.
Başer, her zaman veliden alınan payın adaletsiz dağıtıldığını ama krizle birlikte bu makasın açıldığını söylüyor:
“Ülkede olağanüstü koşullar yaşanıyor, patronlar bu sebeple velilerden zamlı ücretler alıyor ama öğretmenin payını aynı oranda vermiyorlar. Yükü öğretmenin omzuna yıkarak, kriz sebebiyle kârlarını artırıyorlar.”
Bununla birlikte MEB, Ağustos ayında yayımladığı bir yönetmelikle bazı özel okullarda maksimum sınıf mevcudu kapasitesini yüzde 25’e kadar artırdı.
Başer, “Öğretmeni daha yoğun bir şekilde sömürüyorlar. Bir tane daha öğretmen almak yerine, sınıf mevcutlarını artırıyorlar. Onlar için çok kârlı bir iş ve MEB de bunu bir gecede onaylıyor” diyor.
‘Öğretmen sayısı bilinçli olarak artırıldı’
MEB bu yıl 20 bin öğretmenin atanacağını duyurdu. Fakat Eğitim Sen’e göre, atanmayı bekleyen 600 bin öğretmen bulunuyor.
Eğitimcilere göre 20 bin atama hem Türkiye’nin hali hazırda ihtiyacı olan öğretmen açığını kapatmıyor hem de atanmayı bekleyen öğretmenlerin sayısını artırıyor.
Peki Türkiye’de işsiz öğretmen sayısının giderek artması, öğretmen emeğini nasıl ucuzlattı?
Aslında eğitimcilere göre hesap oldukça basit: Yıllar içerisinde ‘kapıda bekleyen’ öğretmen sayısı arttıkça, öğretmenleri maaşları da giderek azaldı.
BBC Türkçe’ye konuşan Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Hasan Şimşek’e göre, Türkiye’deki öğretmen sayısının artırılması “bilinçli” bir politikaydı.
2017 yılında YÖK ilk defa üniversitelerde açılacak öğretmenlik formasyon kadrolarına YÖK’ün değil, üniversitelerin karar vereceğini açıkladı.
Bu açıklamaya bağlı olarak, her üniversite rektörlüğü formasyon kontenjanlarını kendisini belirledi.
Şimşek’e göre, bu üniversiteler için bir “rant kapısıydı” ve üniversiteler ihtiyaçtan çok daha fazla sayıda formasyon kontenjanları açtı:
“Ankara’da çok büyük bir üniversite, kendi eğitim fakültesinde 2.500 öğrenci varken 4 bin formasyon kontenjanı açtı. Üniversiteler bu uygulamaya hücum etti ve neredeyse bir sene içerisinde 300-400 bin formasyonlu öğretmen açığa çıktı.
“Bütün üniversiteler daha çok kontenjan alma derdindeydi çünkü her bir formasyon öğrencisinden ciddi ücretler alınıyordu. Bu ücretlerden sadece dersi veren eğitmen değil, rektör ve dekan gibi idareciler de pay alıyordu.
“Bu öğretmen fazlalığı ile öğretmen emeği inanılmaz ucuzladı. Özellikle dershanelerden dönüşen okullarda inanılmaz bir sömürü mekanizması kuruldu. Asgari ücretin bile altında yeni formasyonlu öğretmenleri çalıştırdılar, bu çocukların da tabi işe ihtiyacı var…
“Öte yandan eğitim fakültelerinin kontenjanları orantısız olarak artırıldı. Şu anda Türkiye’deki 93 eğitim fakültesi sürekli öğretmen mezun ediyor.”
Şimşek’e göre öğretmen sayısının sürekli artırılmasının sebebi ise, hükümetin özel okul sayısını artırma hedefinden kaynaklanıyor.
Resmi verilere göre Türkiye’de örgün eğitimde 53 bin 620 resmi okul, 13 bin 501’i özel okul ve 4’ü açık öğretim okulu olmak üzere toplam 67 bin 125 okul bulunuyor.
Başer de sürekli öğretmen sayısının, özel eğitim kurumu patronları için “ucuz iş gücü kaynağı” olduğunu değerlendiriyor:
“Üniversitelerden çok fazla ataması yapılmayan öğretmen mezun oluyor. Haliyle patronlar çok rahat bir şekilde yasadışı çekmece sözleşmeleri dayatabiliyor, yüklü cezai şartlar içeren özel sözleşmeleri rahatça kabul ettirebiliyor.
“Sözleşmeyi feshedip bir başka arkadaşı aynı sömürü çarkının içerisine kolayca dahil edebiliyorlar. Eğer sen kabul etmezsen, kapının önünde bu şartları kabul edecek bir sürü işsiz öğretmenin beklediğini söylüyorlar.”
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – FUNDANUR ÖZTÜRK