Irak’ın işgali için Türkiye topraklarının Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ye kullandırılmasını öngören 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de reddedilmesinin 21. yıl dönümünde değerlendirmelerde bulunan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Batıcı bilinen birçok arkadaş tezkereye karşı çıktı ancak kendisini ‘geleneksel’ ve ‘yerli’ sayan birçok arkadaş ise tezkerenin geçmesi için daha çaba sarf etti” diye konuştu.
Tarih Dergi Genel Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü’ye konuşan dönemin Başbakanı Abdullah Gül, ABD askerlerinin Irak’ı işgali için Türkiye topraklarını kullanmasını öngören 1 Mart Tezkeresi’nin 21’inci yıl dönümünde değerlendirmelerde bulundu.
Tezkerenin 50 binin üzerinde Amerikan askerinin Türkiye’ye gelmesini, Türkiye’nin değişik havalimanlarından -Trabzon’dan Sabiha Gökçen’e kadar- giriş yapmasını öngördüğünü belirten 11. Cumhurbaşkanı Gül, şöyle konuştu:
“Kürt bölgesine ABD askerini biz sokmuş olacaktık”
“ABD’nin bir ‘neocon’ projesiydi, BM Güvenlik Konseyi’nden bir karar neticesinde değil, ABD önderliğinde, İngilizlerle bir koalisyon sonucu ortaya çıkmıştı.
Böyle bir olaya girerseniz ABD postalı ilk defa Türk topraklarına ayak basacak. Bir kısmı burada bir kısmı orada. …Nihayetinde savaş bitecek, Irak yakılacak-yıkılacak ama ondan sonra bunlar ne zaman gidecekler? Yakın tarihte Güney Kore’den tutun da Afganistan’a kadar, bunlar çok büyük sorulardı.
Savaşa girerseniz kaçınılmaz olarak güvenlik politikaları uygulayacaksınız. Halbuki biz o dönem Güneydoğu Anadolu’da 30 senedir uygulanan ‘Olağanüstü Hâl’i kaldırmışız. DGM’ler sona ermiş…
Eğer savaşa angaje olursak bu kadar yabancı asker gelince ister istemez bunların arkasına kendi topraklarınızda da kendi askerlerimizi koyacağız.
Ayrıca Türkiye’deki Kürt meselesi zaten hallolmamış büyük bir mesele. Girilen bölge Kürt bölgesi olacak ve Amerikalıları o coğrafyaya biz sokacağız.
Bu şartlar altında ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la da buluştuk. Yaptığımız özel görüşmede onun da aslında bu savaşa çok gönüllü olmadığını gördüm, hissetim. …Ben bunu şüphesiz Meclis’e götüreceğim, Meclis karar verecektir’ dediğimde ‘O zaman karar Türkiye’nindir’ diyecek kadar dürüst bir yaklaşımı vardı.
“Ne emirim ne kralım, seçilmiş bir Başbakanım”
Türk kamuoyu ciddi bir şekilde bu savaşa karşıydı. Hatta Türkiye’ye gelip halkla röportajlar yapan televizyonlar -BBC gibi- benimle mülakatlar yapıyorlardı. Bana ‘Halkınız karşı, siz nasıl geçireceksiniz?’ sorularını yöneltiyorlardı. Ben de onlara şunu söylüyordum: ‘Ne emirim ne kralım seçilmiş bir Başbakanım. Meclis ne derse o olacak.’
Meclis’teki Genel Kurul’dan bir gün önce grup toplantısı yaptık. Grup toplantısında Genel Başkan Tayyip Bey de bir konuşma yaptı. Ben de başbakan olarak herkesi bilgilendirdim. Konuyu Meclis’e getirdiğimizde milletvekillerini detaylı bilgilendirdim. Son konuşmamızda şunu söyledim: ‘Şu yönde oy kullanın gibi bir talimatım olmayacak. Sizi yeterince bilgilendirdik. Neticede altında benim imzam olacağı için durumum farklı. Ancak sizler de farklısınız. Örneğin ABD Kongresi neyse bizim Meclis’imiz de öyledir.’
“Kendisini ‘geleneksel’ ve ‘yerli’ sayan birçok arkadaş tezkerenin geçmesi için çaba sarf etti”
Bizim içimizdeki siyasetçiler ve milletvekilleri arasında eğitimlerini Batı’da almış, hatta ‘Batıcı’ olarak bilinen birçok arkadaş da tezkereye karşı çıktı. Çünkü ahlaki sorumluluğu hissetti. Ancak bunun yanında kendisini daha ‘geleneksel’ ve ‘yerli’ sayan birçok arkadaş ise daha ‘pratik’ hareket etmez istedi; tezkerenin geçmesi için çaba sarf etti.
1 Mart 2003’te Meclis’te yapılan oylamada bildiğiniz gibi 264 kabul, 250 ret, 19 çekimser oy kullanıldı. Anayasa’nın 96.maddesinde öngörülen 267 salt çoğunluğa ulaşılamadı. Yani 3 oyla da olsa tezkere reddedildi.”