Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, TBMM Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmelerinde Kuzey Irak’ta hayatını kaybeden 12 askerle ilgili konuştu. Şık, “Tabutlara sardıkları bayraklara suçlarını gizleyip şehadetler, kahramanlık yazanlar kurdukları talan düzeni sürsün istiyorlar… Çaresiz kalışımızdan utanmanın ağırlığından kurtulmanın tek bir yolu var, ‘barış’ demekte ısrar etmek” ifadelerini kullandı.
Şiddet karşısında barışı savunmanın zor olduğunu söyleyen Şık, “Şiddeti çözüm diye sunarak yoksul çocuğunun kanı üzerinden yapılan siyasetin, devlet soygununun faturası gençlerin canıyla/kanıyla ödetiliyor. Barışı savunmayı kolay sananların, başkalarının hayatları üzerinde bu kadar kolay ölümcül ahkamlar kesmesi elbette tesadüf değil. Gençler ölüp halk kaybederken, silahı tutan ve birbirini kırdıranlar bu yüzden her zaman kazanıyor. Şiddetle gücünü var ettiğini sananlar, sürekli öldürmekten, yok etmekten bahsediyor ve bununla gururlanıyorlar. Tabutlara sardıkları bayraklarla suçlarını gizleyip, şehadetler, kahramanlıklar yazanlar, kurdukları talan düzeni sürsün istiyorlar” şeklinde konuştu.
‘GECEKONDUDAKİLER ÖLÜYOR’
Şık’ın konuşmasındaki ilgili bölüm şöyle:
“‘Savaşa hayır’ dediğinizde ‘Taraf olmayan bertaraf olur’ diyerek üstünüze yürüyor. Her türlü şiddeti, katliamı kınadığınızda ‘Bedelsiz olmaz bu işler’ diyerek parmak sallıyor. Ama saraydakiler sefa sürerken gecekondudakiler ölüyor. Yoksul ailelerin omuzlarındaki tabutların sorumluluğu hepimizin üzerinde. Yan yana durarak, barış isteyerek güçleneceğimiz yerde şiddeti çözüm görenlerin nefretine yenik düşüyoruz, can veriyoruz. Savaşın, katliamların korkak birer seyircisine dönüştürüldüğümüz kanın kanla yıkandığı bir bedele mahkûm değiliz.”
BEDEL ÖDENECEKSE…
“Artık hayatla, kanla bedel ödemek istemiyoruz. Bedel ödenecekse barış için, eşitlik için, özgürlük ve demokrasi için ödenecek. Bunun gerçekleşmesi için ihtiyacımız olan tek şey cesaretli olmak.
Tarihin yükünden, bu tarihi çarpıtan tek tip devlet ezberinden, bu ezberle kirletilen zihinlere sahip toplumsal hafızadan, linççi kalabalığının çıkardığı gürültüden azade düşünebilme cesareti. Güçten, güçlüden korkmama cesareti. Zalimin değil mazlumun yanında durma cesareti. Firavun karşısında Musa olabilme, hakikati, doğruyu ve hakkı söyleme cesareti.
‘UTANMANIN AĞIRLIĞINDAN KURTULMANIN TEK YOLU VAR…’
Çünkü hakikate kendinizden daha fazla saygı duymayı yitirdiğinizde, zalimin karşısında korkak olmayı tercih ettiğinizde elinizde kalacak tek şey utanç olur. Anlamını, haysiyetini ve taşıdığı umudu utanca ezdiren bir hayat ise insana sadece yüktür. Çaresiz kalışımızdan utanmanın ağırlığından kurtulmanın tek bir yolu var ‘barış’ demekte ısrar etmek.”