Yargıtay başsavcılığına göre hapisteki Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili Can Atalay hakkında ‘hak ihlali’ne hükmeden Anayasa Mahkemesi (AYM) yetkisini aştı.
Yargıtay başsavcısı yardımcıları Fatma Özer ve Zafer Şahin, Can Atalay hakkındaki soruşturma ve yargılamanın milletvekili seçilmesinden önce başladığını savunarak, mahkumiyete esas suç maddesinin Türk Ceza Kanunu’nun 312’nci maddesinde düzenlenen suçlardan olduğu, bu nedenle ‘yasama dokunulmazlığı’ndan yararlanamayacağını aktardı.
Yargıtay başsavcılığının Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’ne yolladığı tebliğnamenin öne çıkan kısımları şöyle:
‘Anayasa koyucunun iradesiyle çelişmemek gerekli’
* Anayasa Mahkemesi soyut anayasal kuralların muhtevasını belirleme noktasında o kadar etkin bir konuma sahiptir ki bu normlara Anayasa koyucunun gerçek iradesiyle çelişen yorumlar yapılmaması, yorum yaparken Anayasanın içeriğini belirleyen kararlar vermesi gerekir. Aksi halde yorumun bağlayıcı etkisinin temeli ve meşruluğu ortadan kalkar. Tutarlı bir yorum teorisi geliştirilerek anayasal ilkeler arasındaki hiyerarşiyi nedensellik bağlarını vurgulayan ‘anayasanın bütünlüğünü ilkesini’ esas alarak ilmi ve objektif kriterlere, şeffaf denetlenebilir ölçütlere göre yorumlaması gerekmektedir. Anayasa yargısının, anayasallık denetimi kapsamında sahip olduğu anayasal yetki alanı ‘hukukilik denetimi’ yapmakla sınırlıdır.
‘AYM’nin aktifliğinin meşru görüleceği alan’
* Anayasal demokratik bir rejimde, AYM’nin aktif olmasının meşru görülebileceği alan, sadece kişisel ve siyasi haklar alanıdır. Yasamanın üstünlüğü ilkesinin, yürütmenin eylem ve işlemleriyle yargısal uygulamalar sırasında oluşabilecek hak ihlallerinin önüne geçilmesi bağlamında bu alandaki görev ve yetkilerinin istisnasını teşkil edecek iptal ve ihlal kararı verme yetkisine haiz AYM’nin, anayasal demokratik meşruiyetini temin edecek en önemli husus, temel hak ve hürriyetlerin anayasallık denetimi yoluyla korunmasıdır.
‘Diğer organlara ait yetkiyi kullanmaktan kaçınmalı’
* Her şeyden önce AYM’nin, anayasallık denetimi kapsamında sahip olduğu hukukilik denetiminin sınırlarının çok iyi tayin edilmesi gerekir. AYM hakimlerinin yapmış oldukları hukukilik denetimi, “yasama, yürütmenin yapmış oldukları işlemlerin, anayasal olarak sahip oldukları yetki sınırları içerisinde yapılıp yapılmadığını denetleme” yargı alanındaysa bireysel başvuruya konu hakkın ihlal edilip edilmediğini belirlemekle sınırlıdır. Anayasaya uygunluk denetimi yapılırken, anayasallık denetimi yapan yargı merciininin, her şeyden önce diğer organlara ait bir yetkiyi kullanmaktan imtina etmesi gerekir. Şayet bir konu, anayasal hükümler çerçevesinde yasama, yürütme, adli ve idari yargı alanına giriyorsa, AYM, bu mercilerin bu alanda Anayasaya aykırı olmayan işlemlerini iptal ederek gerçekleştiremez. Çünkü kuvvetler ilkesi gereği, yasama, yürütme ve yargının yetki alanları ve sınırları Anayasada belirtilmiştir. Anayasa yargısı mercii de dahil hiçbir merci yasama, yürütme ve yargının yetki alanlarına giren konularda düzenleme yapma yetkilerini kullanmalarına mani olamaz.
‘Oyunun kurallarını yeniden yazamazlar’
* Hukukilik denetimiyle sınırlı bir anayasallık denetimi icra eden AYM, AYM hakimi, bu yönü itibariyle vazifesini ifa ederken, yeni hukuk normları ihdas edemez, sadece mevcut anayasal normları yorumlayıcı yönde kararlar verir. Soyut bir anayasal norma anlam vermek durumunda olan AYM hakimi yorumlama sürecinde, o norma yüklenebilecek değişik manalardan istediği manayı keyfi olarak öne çıkararak karar veremez. Anayasallık denetimi yapan mahkemeler, bir hakem gibi konulmuş olan kurallara uyulup uyulmadığını tespit mercii olmalı, oyunun kurallarını yeniden yazan yerler olmamalıdır. Aksi yönde bir tutum, kuvvetler ayrılığı prensibine aykırıdır, kuralı koyan yasama organı, icra eden yürütme, kurala uyulup uyulmadığını da tespit eden yargıdır.
‘Adalete olan inanç sarsılır’
* Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 14’üncü maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve demokrasisi, yani varlığı için olmazsa olmaz unsurları belirlemiştir. Zira, hiçbir devlet varlığına kasteden bir suçu işlemekle suçlanan bir kimsenin dokunulmazlığını kabul etmez. Aksi bir kabul, hak ve nefaset ilkeleri ile eşitlik kuralıyla bağdaşmayacağı gibi adalete olan inancı sarsarak kamu vicdanını da rahatsız eder.
‘Yargısal aktivizm’ yorumu
* Yusuf Şevki Hakyemez’e göre, yargısal aktivizm gerçekleştirdikleri anayasaya uygunluk denetimi sürecinde mahkemelerin, belirli bir sonuç elde etmeye odaklanmış aktif bir yaklaşımla, anayasa hükümlerini sahip olduğu anlamı zorlayacak, ya da bazen tamamen ters yüz edecek şekilde yorumlayarak, nihai aşamada yasama tasarruflarına ilişkin olarak siyasal iradenin de hedeflemediği yeni uygulamalara yol açabilen kararlar vermeleri durumudur. Yargı sistemi içerisinde birbirine üstünlüğü yerine, yargısal sınırlılık ilkesiyle uyumlu olarak, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve demokratik sürece dayandırmak bir zorunluluktur.
‘Yasama dokunulmazlığından yararlanamaz’
* Can Atalay’ın 2013 yılında işlediği suç nedeniyle soruşturma ve kovuşturmaya milletvekili seçilmesinden çok önce başlandığı, mahkumiyetine esas sevk ve uygulama maddelerinin TCK’nın 312’nci maddesi kapsamında kalan suça ilişkin olduğu anlaşıldığında, seçimden önce bu madde kapsamında suç işleyen milletvekili, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 83/2 maddesinde öngörülen yasama dokunulmazlığından yararlanmayacaktır.
Yargıtay kararı TBMM’ye yollanmış
* Anayasa’nın 14’üncü maddesi kapsamına giren suçların tahdidi olarak sayılmaması kanun koyucunun bilinçli tercihidir. Hükümlünün mahkumiyetine konu suç ve eylemleri devlet güvenliğine karşı işlenen suçlardandır ve madde kapsamına girmeyeceğini düşünmek mümkün değildir. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin 28 Eylül 2023 tarihli kararı sonucu Can Atalay hakkında verdiği onama kararıyla hüküm kesinleşmiş ve infazı kabil hale gelmiştir. Sanık onama kararı sonrasında hükümlü statüsündedir ve Yüksek Daire de kararını TBMM’ye göndermiştir. Bu aşamada, Yüksek Daire temyiz incelemesi sırasında tahliye hususunda bir değerlendirme yapmış olmakla, tahliye talebinin reddi veya kabulü konusunda takdir Yüksek Daire’nindir.
Ne olmuştu?
AYM, Gezi Parkı davasından 18 yıl hapse mahkûmken Hatay’dan milletvekili seçilen avukat Can Atalay’ın başvurusunu 12 Ekim’de görüşmek üzere toplanmış, bir üyenin dosyaya hazırlanamaması nedeniyle görüşmeyi 25 Ekim’e ertelemişti. AYM 25 Ekim’de Atalay’ın ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma’ ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği’ hakkının ihlal edildiğine hükmetmişti. 50 bin lira manevi tazminat ödenmesine de hükmeden AYM, ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına, yargılamada durma kararı verilmesine ve hükmün infazının durdurularak Atalay’ın tahliye edilmesine karar vermişti.
AYM kararı, 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne 27 Ekim’de ulaşmış, günlerce AYM kararını uygulaması beklenen mahkemenin de karar için topu Yargıtay’a atmıştı. Yalnızca mahkeme başkanı Mesut Özdemir’in imzasının bulunduğu yazıda ihlalin daire kararından kaynaklandığı savunulmuş, gereğini aynı dairenin yapması gerektiği belirtilmişti. Üstelik yazının tarihi de 13 Ekim 2023’tü. Mahkeme, ertesi gün tarihin ‘yanlışlıkla yazıldığını’ savunarak 30 Ekim tarihli bir yazı daha yazmıştı.
Yargıtay 3’üncü Daire Başkanı Muhsin Şentürk de 1 Kasım’da mahkemeye bir yazı göndererek İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir karar vermediğini, kendilerine gönderilen yazının bir ‘müzekkere’ olduğunu, dosyanın gönderilmesiyle ilgili bir karar verilmesini istemişti.
Bunun üzerine, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi başkan Mesut Özdemir, üye hâkimler Ferhat Akdoğan ve Nihal Kara’yla toplanarak oy birliğiyle dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi kararı aldı. ‘Ek karar’ başlıklı yazı, Yargıtay’a gönderilmişti.
İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, dün (2 Kasım) mahkeme dosyasıyla ilgili 28 adet kelepçeli çuvalı İstanbul başsavcılığında görevli bir memurla Yargıtay’a yollamıştı.
KAYNAK: DİKEN – CANAN COŞKUN