Almanya için Alternatif (AfD), seçmenler arasında giderek daha fazla destek buluyor. Birkaç gün arayla iki seçim başarısı elde etti. Peki, bu yükselişin sebepleri neler?
Geçen pazar (02.07.) Almanya’nın doğusundaki Saksonya-Anhalt eyaletine bağlı Raguhn-Jessnitz kasabasında, belediye başkanlığı seçimi yapıldı. Almanya için Alternatif (AfD) adayı Hannes Loth, bağımsız rakibi Nils Naumann’ı yenerek Almanya’daki ilk AfD’li belediye başkanı oldu.
Bu başarıdan bir hafta önce de yine doğu eyaletlerinden Thüringen’e bağlı Sonneberg ilçesindeki ikinci tur kaymakamlık seçimini, AfD’nin adayı Robert Sesselmann kazanmıştı. Parti böylece, yerel düzeyde de olsa, arka arkaya iki önemli seçim zaferi elde etti.
Araştırmalar popülizmin onaylandığını doğruluyor
Bu sonuçlar, ülke çapında yapılan anketlerdeki eğilimi de teyit ediyor: Sağ popülist parti, artık Alman seçmenlerin yüzde 20’sinin onayını alabiliyor. Bu oran, Başbakan Olaf Scholz yönetimindeki Sosyal Demokratlar Parti (SPD) ile hemen hemen aynı.
Ancak siyaset uzmanları, aşırı sağın yükseliş nedenleri konusunda hemfikir değil. Bazıları, koalisyon hükümetinin ortakları arasında son dönemde iyice belirgin hale gelen fikir ayrılıklarının, seçmenleri farklı arayışlara ittiğini savunuyor. Bu görüşü destekleyenlerden biri olan Bavyera’daki Tutzing Siyasi Eğitim Akademisi’nin Direktörü Ursula Münch, “İktidarın izlediği politikalar, vatandaşı tedirgin ediyor. Genel olarak mevcut siyasi konjonktürden memnun olmayan insanlar, şimdi AfD tarafından yoğun bir şekilde harekete geçiriliyor,” diyor.
Leipzig Üniversitesi tarafından geçen hafta yayınlanan bir araştırma, mevcut siyasi eğilimlerle ilgili daha basit ama bir o kadar da rahatsız edici bir açıklama getiriyor: Özellikle ülkenin doğusundaki pek çok Alman seçmen, ırkçı görüşlere sahip.
AfD’nin popülist çizgisinin, nüfusun orta kesimlerinde giderek daha fazla destek bulduğunu gösteren ve 29 Haziran’da yayınlanan bir başka araştırmanın sonuçları da aynı derecede endişe verici. Sinus Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün devam eden araştırması, Almanların yüzde 56’sının popülist ifadelere katıldığını ortaya koyuyor. İki yıl önce bu oran yüzde 43 seviyesindeydi.
Sinus Enstitüsü Başkanı Silke Borgstedt, DW’ye şu değerlendirmeyi yapıyor: “Şu anda gözlemlediğimiz şey, iyi eğitimli, genç ve modern orta sınıf mensuplarının bile AfD’ye yakınlık gösterdiği. Ancak bu eğilimin, diğer partilerin buna uygun bir program hazırlayamamasından mı kaynaklandığını yoksa bilinçli bir siyasi karar mı olduğunu henüz söyleyemiyoruz.”
Aşırı sağ ile nasıl mücadele edilmeli?
Başbakan Olaf Scholz ise AfD’nin yükselişinin, hükümetin izlediği politikayla hiçbir ilgisi olmadığı konusunda ısrar ediyor. Hükümet içindeki tüm uzlaşmazlıklara rağmen yine de SPD anketlerde kıl payı da olsa zirvedeki yerini koruyor. Ana muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ise koalisyon içindeki çekişmelerden faydalanmakta ve seçmenlerin desteğini almakta hayli zorlanıyor. Pek çok muhafazakâr siyasetçi, AfD ile mücadelede nasıl bir yol izleneceği konusunda da fikir ayrılığı yaşıyor.
CDU lideri Friedrich Merz, 2019’da yaptığı, “AfD’nin seçmen tabanını yarıya azaltma” vaadinden geri adım atmak zorunda kaldı ve AfD’nin son başarılarının ardından, bundan böyle en büyük siyasi rakiplerinin Yeşiller olduğunu ilan etti. İşin ilginç tarafı ise Almanya’daki 16 eyaletin altısında, CDU ile Yeşillerin koalisyon ortağı olması.
Siyaset bilimi uzmanı Ursula Münch, CDU’nun sadece Yeşillere tutunmasının stratejik açıdan akıllıca olup olmadığından emin değil: “Bence CDU ve diğer partilerin, AfD ile siyasi olarak rekabet etmeleri son derece önemli. ‘Bu aşırı sağcı bir parti, onlara hiçbir şekilde bulaşmak istemiyoruz’ diyerek geri çekilmeleri doğru değil.”
Demokrasi için tehlike mi?
Pek çok kişi için asıl endişe verici nokta, partinin alenen ırkçılık propagandası yapmasına rağmen, çok sayıda Alman seçmenin AfD’ye oy vermesi. Nitekim Almanya’nın iç istihbarat teşkilatı olan Anayasayı Koruma Dairesi’nin gözetimi altında bulunan parti, kısmen aşırı sağcı ve dolayısıyla anayasa karşıtı ve anti-demokratik bir siyasi hareket olarak sınıflandırılıyor. Anayasayı Koruma Dairesi Başkanı Thomas Haldenwang, geçtiğimiz günlerde düzenlediği bir basın toplantısında, Alman seçmenlerin AfD’ye oy verirken iki kez düşünmeleri gerektiğini söyledi.
Tutzing Siyasi Eğitim Akademisi’nin Direktörü Ursula Münch, “İç istihbarat teşkilatının görevi, siyasi yorumlar yapmak değil,” diyerek bu açıklamayı eleştiriyor ve ekliyor: “Bu tür açıklamalar, özellikle Almanya’nın doğusundaki AfD seçmenlerinin gözünde, Anayasayı Koruma Dairesi’ni gayrimeşru hale getiriyor. Buradaki insanlar, Doğu Almanya döneminde eski Devlet Güvenlik Bakanlığı (Stasi) ile geçmişte yeterince olumsuz deneyimler yaşadı zaten. ‘Bize, neyin doğru neyin yanlış olduğunu artık kimse dikte edemez’ diye düşünüyorlar.”
Sinus Enstitüsü’nden Silke Borgstedt ise endişe uyandıran mevcut verilere ve siyasi eğilimlere rağmen, Almanya’daki kitle partilerinin, henüz paniğe kapılmasını gerektirecek bir durum olmadığına inanıyor: “Şu anda bir aşırı sağcı taban var, bir de mevcut siyasi atmosferden fazlasıyla etkilenen ve buna tepki veren bir seçmen grubu mevcut. Ancak bu siyasi tablo, 2025’teki genel seçimlerden önce pekâlâ değişebilir.”
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE