Eski Asker Hakan Şahin, Rus ordusuna isyan bayrağı açan Wagner ile SADAT arasında benzerlik kurulmasını eleştirerek TSK içinde SADAT veya başka bir örgütlenmenin Wagnerleşmesinin mümkün olmadığını öne sürdü.
15 Temmuz 2016 sonrası askerî karar alma mekanizmalarının tamamen devre dışı bırakıldığını hatırlatan Şahin bu durumun TSK için SADAT’tan çok daha büyük tehlike anlamına geldiğini savundu.
Eski Milli Savunma Bakanı Akar’ın 15 Temmuz sonrası önemli kararları Cumhurbaşkanından talimat almaya bile gerek kalmaksızın tek başına verdiğine dikkat çeken Şahin, TSK içinde komuta kademesini dinlemeyen gruplar çıkabileceğini ileri sürdü.
Hakan Şahin şunları yazdı:
Wagner meselesi üzerinden Türkiye ile kurulan kolaycı ve “düz kontak” bağlantı SADAT oldu. Örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu açıkça SADAT’ın Türkiye’nin Wagner’i olduğunu söyledi.
Sosyal medyada epeyce alıcı bulan bu akıl yürütme, SADAT’ın da günün birinde TSK’ya karşı bir isyan bayrağı açabileceği imasını taşıyor ve dikkatli olmamız gerektiğini öğütlüyordu.
Oysa kendi üniformalı askerleri, bir emir komuta yapısı, teçhizatı, eğitim ve barınma tesisleri, ağır silahları olan ve dünyanın birçok ülkesinde tıpkı bir ordu gibi aktif çatışma içinde bulunan Wagner ile SADAT arasında bir benzerlik kurmak hiçbir biçimde mümkün değil. Basitçe söylemek gerekirse SADAT bu türden bir askerî kapasiteye sahip değil ve Türkiye’deki yasal mevzuat da bu tür bir yapılanmaya izin vermiyor.
Başka bir deyişle Türkiye’de devletin meşru şiddet kullanım tekelini yürüten örgütlü tek askerî yapı, TSK. En azından bugün için, SADAT veya başka bir örgütlenmenin Wagnerleşmesinden endişe etmemiz gerekmiyor.
Ancak, “Wagnerleşme tehlikesi” açısından baktığımızda aklımıza gelmesi gereken çok daha tehlikeli bir şey söz konusu.
Askerliğini 4’üncü Ordu ve Suriye-Filistin Umum Kumandanı Cemal Paşa’nın özel kalem subayı olarak yapan Falih Rıfkı Atay, o günlere ilişkin gözlemlerini aktardığı Zeytindağı adlı muazzam eserinde bugünle doğrudan ilgisini kurabileceğimiz o tehlikeye, ordudaki subaylar arasında bölünmeye dikkatimizi çeker:
“Her adamın da kendi adamı vardı. Gruplar büyüdüğü zaman artık Enver Paşa takımı, Talat Paşa takımı, Cemal Paşa takımı demek doğru olurdu. Zeytindağı üzerinde de ‘Dördüncü Ordu karargâhının zabitleri’ ile ‘Cemal Paşa’nın adamları’ diye iki sınıf olmuştur.”
Falih Rıfkı, son cümlesiyle dehşet verici bir saptamada bulunuyor ve ordu karargahının ikiye bölünmüş olduğunu söylüyordu: Bir yanda resmî atamalı subaylar, yanı başlarında ise “Cemal Paşa’nın adamları” denilen ve ayrıcalıklı oldukları anlaşılan bir başka grup subay!
Emir-komuta ilişkisinde böylesine bir yarılmanın o günlerde nelere yol açtığını tahmin etmemiz zor değil.
Bu tarihsel bilginin günümüzle ilgisi şu:
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte, Cumhurbaşkanı TSK’nın yönetiminde tek güç haline geldi. Cumhurbaşkanı kimi işleri Milli Savunma Bakanı’na havale etmiş olsa da, bakan, tüm önemli kararları ya doğrudan doğruya Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda aldı, ya da daha ileriye giderek, ondan talimat almaya bile gerek kalmaksızın, onun ne tür kararlardan hoşlanabileceğini öngörerek hareket etmeyi tercih etti.
Bu süreçte Milli Güvenlik Kurulu ve Yüksek Askeri Şura’nın yanı sıra Genelkurmay Başkanlığı’nın ve kuvvet komutanlıklarının on yıllar içinde oluşan askerî karar alma mekanizmaları büyük ölçüde devre dışı bırakıldı ve atıl hale getirildi.
Personel alım, atama ve terfi süreçleri bu sistem değişikliğinden en çok etkilenen alanlar oldu. Askerî öğrenci, subay ve astsubay alımları politikleşmiş ve ideolojikleşmiş bir referanslar sistemi üzerinden yürütüldü. Binlerce yeni personel bu sistem içinde TSK’ya dahil edildi.
2016 yılını nirengi alırsak, bu yedi yıl içinde askeri okullara alınarak mezun edilenlerle birlikte üniversite eğitimleri sonrası doğrudan subay yapılanların sayısal büyüklüğünü ve TSK profesyonel yönetiminin icracı tabanının (subaylar bakımından teğmen ve üsteğmen rütbeleri) bu yeni subaylardan oluştuğunu akılda tutmamız gerekir.
Personel politikalarındaki dönüşüm bununla sınırlı kalmadı. Kurmay subay eğitimi ve general/amiral terfi sistemlerindeki uygulama değişikleri ile önemli bir şey daha oldu:
Değerlendirme kriteri liyakatten sadakate, sadakatin yönü de devletten ve yasadan lidere evrildi.
Böylece ordunun orta ve üst yönetim kademeleri de büyük ölçüde “uyumlulaştırıldı.”
Öte yandan, bir geçiş sürecinin doğasına uygun olarak “Ancien Régime”in bir kısım personeli de varlığını sürdürmeye devam etti.
Tüm bunların sonucunda bugün karşımızda gerek sayısal kompozisyonu, gerekse politik konumlanışları hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız bir halita, bir karışım, hatta bir muamma bulunuyor.
Öyle bir muamma ki Falih Rıfkı’nın kelimeleriyle söyleyecek olursak, hangilerinin “4’üncü Ordunun zabitleri” ve hangilerinin “Cemal Paşa’nın adamları” olduğunu da biliyor değiliz.
Bize gözlemlerini aktaracak Falih Rıfkılar da yok.