Çok sayıda depremzede aile hala mezarlarda, hastanelerde ve sosyal medya paylaşımlarında kayıplarını arıyor. Kayıp iki yeğenini arayan Orhan Köşker, “Çocuklarımızın kemikleri bile olsa bulunmasını istiyoruz” diyor.
6 Şubat”ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerde kaç kişinin kaybolduğuna dair henüz resmi bir açıklama yapılmadı. Fakat kimlik tespiti yapılamadan gömülen cenazelerin sayısı, durumun ciddiyetine dair fikir veriyor.
Hatay’da koordinatör Vali Ali Fuat Atik, kentte halen kimliği belirlenememiş yaklaşık 1000 cenaze olduğunu söylüyor.
Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUDER) Başkanı Prof. Dr. Ahmet Hilal ise tüm deprem bölgesinde yaklaşık 1400 cenazenin kimliklendirilmeyi beklediğini aktarıyor.
Bu veriler, DNA ve parmak izi örnekleri alınıp fotoğrafları çekildikten sonra kimliksiz bir şekilde defnedilen depremzedeleri kapsıyor.
Halen enkazlarda çıkarılmayı bekleyen ya da yoğun bakımlarda bilinci kapalı bir şekilde tedavi gören kayıp depremzedelerin sayısı ise bilinmiyor.
BBC Türkçe’ye konuşan Vali Atik, defnedilmiş tüm kimliği belirsiz cenazelerden DNA ya da parmak izi örneği alındığını söyleyerek, kimliklendirme sürecinin devam ettiğini belirtiyor.
Yakınlarını hiçbir yerde bulamayan kayıp aileleri ise haftalardır mezarlıklar, savcılıklar ve hastaneler arasında mekik dokuduklarını anlatıyor.
Vali Atik’in verdiği bilgiye göre, Hatay’da kimliksiz cenazelerin gömüldüğü Narlıca Mezarlığı’na 1989 kimliksiz cenaze defnedildi.
Bu cenazelerin yarısının kimliği zaman içerisinde DNA ve parmak izi eşleşmesi gibi yöntemlerle tespit edilerek ailelerine teslim edildi, bin cenaze ise hala kimliksiz:
“Narlıca’da halen kimliği belirsiz yaklaşık bin cenaze var. Kişilerin ya da cenazelerin kaybolması gibi bir durum yok, kısa süre içerisinde tamamı kimliklendirilecek. Artık kimliksiz cenaze gelmiyor, sadece kişilerin DNA süreci devam ediyor.”
Dolayısıyla kayıp başvurusunda bulunarak DNA örneği veren pek çok ise halen “ölü ya da sağ” biçimde yakınlarına ulaşabilmeyi bekliyor.
Depremde kaybolan kişi sayısının şeffaf bir şekilde açıklanmadığını söyleyen Prof. Ahmet Hilal, enkazlardan çıkan cenaze sayısının ise oldukça azaldığını söylüyor:
“Çoğu kişi, ölü sayısı bunun çok daha yüksek olduğunu düşünüyor. Ben böyle düşünmüyorum. Sahada görev yapan adli tıpçı arkadaşlarımla konuştuğumda, göçük altından gelen cenaze sayısının çok azaldığını biliyorum. Dolayısıyla halen göçük altında on binlerce cenaze olduğunu düşünmüyorum.”
Kayıp sayısı şeffaf bir şekilde açıklandığı takdirde bu endişelerin ortadan kalkacağını düşünen Hilal, “Açıklanan ölü sayısı içerisinde kırsal alanlara muhtarların izniyle gömülen cenazeler dahil edilmemiş olabilir. Öte yandan belediyeler, mezarlıklara kaç kişi gömdüklerini belirtseler, çok rahatlıkla bu sayılar ortaya çıkacaktır” diyor.
Bu insanlar neden kayboldu?
Peki, farklı kentlerde binlerce cenazenin kimliksiz bir şekilde defnedilmesiyle sonuçlanan süreçte neler yaşandı?
BBC Türkçe’nin araştırdığı örneklerde, pek çok depremzedenin depremin ilk günlerinde kaybolduğu görülüyor.
Deprem şehirlerindeki hastanelerin çoğu ağır hasar aldığı için kullanılamaz durumdaydı ve yaralı depremzedeler, Türkiye’nin farklı farklı kentlerine gönderildi.
Pek çok depremzede ise yaralı kurtardığı yakınını ambulansa bindirdikten sonra, halen enkazda bulunan diğer yakınları için enkazın başında beklemek zorundaydı; ambulansa bindirdiği diğer kişinin peşinden gidemedi.
Ailelere göre zor süreç burada başladı; kayıp yakınını hangi kentin mezarlığında ya da hangi hastanede arayacağını bilmiyordu, pek çok seçenek vardı.
Birçok tanık, özellikle depremin ilk günlerinde enkazdan yaralı kurtularak hastanelere götürülen kişilerin kimlik kaydının tutulamadığını anlatıyor.
Kayıp iki yeğenini arayan Orhan Köşker, depremden 3 saat sonra ablasının Nurdağı’ndaki evine ulaştıklarında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Bir hemşire bana, ‘Ben burada 6 tane çocuk topladım, Adana’ya götürdük’ dedi. ‘O can havliyle hastanelere yetiştirmek için uğraşıyorduk, rapor tutma şansımız da yoktu, hastanelere bırakıp geri dönüyorduk’ dedi. Başka hemşireler de bana ilk 3 gün yaralılara dair rapor falan tutamadıklarını söyledi.”
Kayıp Hicran Karadağ’ın kız kardeşi Özgür Dinler ise depremden sonra 112 acil hatlarının çöktüğünü, enkazdan kurtarılan kardeşinin bir ambulansa beşinci kişi olarak bindirildiğini söylüyor.
Prof. Ahmet Hilal de yaralıların genellikle başka kentlere gönderildiği söyleyerek, bu süreçte neler yaşandığını şöyle anlatıyor:
“Başka kentlere gönderilen bu yaralılar yolda gelirken ambulansta ya da bilinci kapalı olarak geldikleri hastanedeki tedavi sırasında öldüler. Yanlarında kimsesi olmadığı için, kimliği belirlenememiş cenaze olarak kaldılar.
“Bazı yerlerde kişiler yakınlarını göçük altıdan çıkarttı, kendi arabasına koyup kendi yaşadığı şehre götürerek defnetti. Böylece hem yaralılar hem de cenazeler başka kentlere taşındı.”
Kayıplarını arayan aileler, ilk olarak Sağlık Bakanlığı’na ait 184 hattı üzerinden kayıt oluşturuyor ve beklemeye başlıyor.
Köşker, “184 bize, ‘3-5 saatte bir arayıp sorabilirsiniz, günlük olarak yeni listeler geliyor’ diyor. Hastanelerde hafızası ya da bilinci yerine gelen çocukların sisteme düştüğünü söylüyorlar, biz de ümitle aramaya devam ediyoruz” diyor.
Özgür Dinler ise hastanelerde tedavi gören depremzedelere ilişkin etkili bir arama sistemi kurulmadığını eleştirerek, 184 hattındaki görevliyle arasındaki geçen konuşmayı şöyle aktarıyor:
“184’ün bana, ‘Hanımefendi kız kardeşiniz nasıl olsa çıkmış. Bir şekilde o hayata tutunur. Hastaneler en güvenilir yer’ dedi. Peki, yoğun bakımda kalan depremzedeleri bulabileceğim bir sistem var mı? Yok.”
“Depremzedelerin gönderilmiş olduğu hastaneleri söyleyin, ben onları gezeyim? Öyle de bir sistemleri yok. Yani bizi bize bıraktılar. Hastaneleri tek tek dolaşmamız gerektiğini söylediler. Türkiye 81 il, ben nereye gideceğim?”
Neden kimliği belli olmasa bile defnedildiler?
Depremin beşinci saatinde enkazdan çıkarılan ve ambulansa bilinci açık bir şekilde bindirildikten sonra kendisinden haber alınamayan Hicran Karadağ, bir ay sonra Narlıca Mezarlığı’nda bulundu.
Hicran Karadağ’ın ölü muayene tutanağında yer alan bilgilere göre, Karadağ’ın cansız bedeni Hatay’daki sahra hastanesinin otoparkında iki gün dışarıda bekletilmişti.
Cenazede “kokma belirtileri ile salgın hastalık belirtileri oluştuğu” için, Karadağ kimliği belirlenmesi beklenmeden defnedildi:
“Ülkemizde yaşanan büyük deprem felaketinden dolayı cesedin 2 gündür dışarıda beklediği, soğutucu, morg ve 15 gün bekletme imkânın bulunmadığı, definin zorunlu olduğu, kimliğin tespitine yönelik tüm delillerin de alındığı anlaşılmakla, cesedin belediye yetkililerine teslim edilmek üzere hazırda bulunan kolluk kuvvetine teslim edilmesine karar verildi.”
DNA eşleşmesi sonrasında Karadağ’ın ailesine verilen bu tutanakta yer alan bilgiler, depremin ilk iki günü Hatay’da hangi şartlar altında ölü muayene ve defin süreci gerçekleştirildiğine dair bilgi veriyor.
“Kimsesiz ceset numarası: 2023/…” şeklinde başlayan tutanakta Hicran Karadağ’ın “75” numara olduğunu kaydediliyor.
Karadağ’ın cinsiyet, yaş vb. diğer ayırt edici bilgilerinin de tutanakta boş bırakılan yerlere, sonradan elle yazıldığı görülüyor.
Sahra hastanesi otoparkında 2 gün bekletilen kaç kimliksiz cenazeye aynı tutanakla işlem yapıldığı ise bilinmiyor.
Aileler, yakınlarının öldüğünü nasıl öğreniyor?
İlk günlerde “doğru düzgün hiçbir organizasyonun çalışmadığını” belirten Prof. Hilal, kimliği bilinmeyen cenazelerin tamamına yakınından DNA örneği alındığını aktarıyor:
“Başlangıçta cenaze sayısı çok fazlaydı. İlk gün kitlesel halde yüzlerce cenaze getirildi ve bunların hepsinin muayenesini yapacak yeterli sayıda adli tıp uzmanı yoktu. Bazı yerlerde pratisyen hekimler ve aile hekimleri bile çalıştı.”
Vali Ali Fuat Atik ise depremin ilk iki gününde çevre illerdeki hastaneler dahil olmak üzere pek çok merkezde olay yeri inceleme ekiplerinin konuşlandığını ve ölü muayene işlemlerinin yapıldığını söylüyor.
Atik, depremin üçüncü gününden itibaren tüm merkezlerin Narlıca’da toplandığını ve Hatay’da enkazdan çıkan cenazelerin ölü muayene işlemlerinin sadece Narlıca Mezarlığı’nda yapılmaya başlandığını anlatıyor:
“Cenazelerin ileride kimliklendirilebilmesi için gerekli işlemler Narlıca’da yapıldı. Parmak izi alınabilenlerden parmak izi alındı; DNA örneği ve fotoğraf alındı ve bundan sonra DNA eşleşmeleri beklendi. Eşleşme olduğu zaman, profesyonel ekipler aileye usulüne uygun biçimde taziye bildiriyorlar.”
Fakat, BBC Türkçe’nin araştırmasına göre pek çok örnekte, aileler kendi çabalarıyla yakınlarının öldüğünü öğrendi.
Abdulkudüs Kazan, kimliksiz cenazelere ilişkin yeni fotoğrafların eklenip eklenmediğini öğrenmek için 7 Mart’ta gittiği Narlıca Mezarlığı’nda, kız kardeşinin hayatını kaybettiğini tesadüfen öğrendi.
Akabinde kendisine verilen belgeler, kız kardeşinin bir aydır Narlıca Mezarlığı’nda olduğunu gösteriyordu.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – FUNDANUR ÖZTÜRK / BERZA ŞİMŞEK