Seçimlere iki aydan az bir süre kala dış politik gelişmelerde hızlı bir seyir var. Peki AKP’nin son dış politika adımları Cumhur İttifakı için dış dünyada itibar ve ekonomiye can suyu olarak geri dönebilir mi?
Seçimlere iki aydan az bir süre kala dış politik gelişmelerde hızlı bir seyir gözlenirken, AKP’nin son dönemde attığı bazı dış politika adımlarının Cumhur İttifakı için dış dünyada itibar ve ekonomiye can suyu olarak geri dönüp dönmeyeceği tartışmaları devam ediyor.
14 Mayıs seçimlerine 54 gün kala, bir yandan iç politikada seçim takvimi kapsamında hızlı bir trafik varken, diğer yandan dış politikada bazısı öne çıkan bazısı ise arka planda kalan önemli gelişmeler kaydediliyor.
Cumhurbaşkanlığı’nın dış politikadaki etkin aktörü Sözcü İbrahim Kalın’ın son ABD ziyareti, Türkiye’nin NATO genişlemesine vetosunu kaldırması ve Finlandiya’nın üyeliğine ilişkin onay sürecini başlatması, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmek için Moskova ziyareti sırasında öne sürdüğü şartlar ve akabinde Türkiye-Suriye-İran-Rusya dörtlü görüşmelerinin ertelenmesi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun son Mısır ziyareti ve Yunanistan ile aradaki buzların eritilmesi son haftalardaki bazı gelişmeler.
6 Şubat depremlerinin ardından dış dünyadan gelen yardımlarla ivme kazanan bu son dış politika adımlarının anlamı ne olabilir ve seçimlerde Cumhur İttifakı için bir fark yaratır mı?
Seçimde dış politikanın önemi ne?
Seçimlere giderken dış politika adımlarının nasıl ve ne oranda etkili olacağı tartışması gündemdeki yerini koruyor.
Washington’daki Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Çalışmaları Enstitüsü Direktörü Gönül Tol, dış politikanın otoriterleşmenin önünü açan faktörlerden bir tanesi olabildiğine dikkat çekerek şunları kaydediyor:
“Erdoğan da ilk seçildiği günden bu yana dış politikayı hep gücü kendi elinde toplamanın bir aracı olarak kullandı ve bunda da başarılı oldu. 2002’de AB üyeliğini vurgulayarak liberaller ve sosyal demokratlarla toplumun geniş kesimiyle ittifak sağlayabildi ve bu ittifak sayesinde aslında kendi amaçlarını gerçekleştirebildi. Amacı askeri devre dışı bırakmaktı ve bunu yapabildi.”
Tol, iktidarın 2011’de Arap ayaklanmalarının başlamasıyla içerde kendi gücünü konsolide ettiğini, 2015’ten sonra da MHP ile kurulan ittifakla beraber Suriye gibi ülkelerde sınır ötesi operasyonlarla başkanlık sistemine geçilmesinin sağlandığını hatırlatıyor. Tol bu çerçevede yaklaşan seçime dair de şunları söylüyor:
“Erdoğan dış politikayı her zaman içeride gücü konsolide etmenin bir aracı olarak kullandı. Şimdi bugün seçimler geliyor ve içeride o kadar büyük bir enkaz var ki. Ekonomik sorunlara çözüm bulmanın imkânı ve Erdoğan’ın verebileceği bir taahhüt yok. Bir tarafta içeride depremle mücadele edememiş, ekonomik sorunları çözememiş, zayıf bir lider görüntüsü var. Şimdi bu imajı değiştirmek için dış politikada Batı’ya sözünü dinleten, oyun kurucu bir dünya lideri imajı çizilmeye çalışılıyor.”
Dış politika ve ekonomi ilişkisi
German Marshall Fund (GMF) Türkiye Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı dış politikanın seçimlere olası etkisinin özellikle ekonomideki yansımaları açısından önemli olduğuna işaret ediyor.
Depremlerle sarsılan ve büyük bir ekonomik kayba uğrayan Türkiye’de sadece 2023 için yaklaşık 54 milyar dolarlık bir kaynak ihtiyacı olduğu hesaplanıyor. Kamunun bu borçlanmayı sadece içeriden sağlamasının mümkün olmadığına işaret eden iktisatçılar, AKP’nin şu andaki ekonomik enkazı kaldırmakta zorlanacağını vurguluyor.
Seçimlerle dış politikanın ilgisinin ekonomi bağlamında önemli olacağını ifade eden Ünlühisarcıklı, “Seçime kadar ekonomide bir şey olacak mı? Bir çalkantı yaşanacak mı? Döviz krizine benzer bir durum olur mu? Bu sorular ön planda… Bu noktada da yurt dışından para akışının devam etmesi önemli” diye konuşuyor.
Körfez’den özellikle de Suudi Arabistan’dan gelen maddi desteğin şu an Türkiye için çok hayati olduğunu hatırlatan Ünlühisarcıklı, Mısır ile atılan son normalleşme adımlarının da Suudi Arabistan’ın bu desteğiyle ilişkili olduğunu ve Suudi Arabistan gibi ülkeler tarafından bu tür maddi desteklerin seçimler öncesinde “havuç” gibi kullanılabildiğini kaydediyor.
Rusya’nın Erdoğan’a desteği sürer mi?
Türkiye’ye ekonomik açıdan yardım eden ve seçimlerde tüm kartlarını Erdoğan’ın kazanmasından yana oynadığı düşünülen önemli aktörlerden birisi de Rusya.
Şu anda Ukrayna savaşı, ağır yaptırımlar ve son olarak da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Devlet Başkanı Vladimir Putin için “savaş suçu” gerekçesiyle çıkardığı yakalama kararı nedeniyle zor bir dönemde olan Moskova’yı Türkiye gibi kritik konumda bir ülkedeki seçimler yakından ilgilendiriyor.
Akkuyu nükleer santralindeki sermaye girişi, tahıl koridoru anlaşması, BOTAŞ’ın borçlarının ertelenmesi, Türkiye’nin “enerji merkezi” yapılması iddiası, Suriye yönetimi ile normalleşme süreci gibi gelişmelerin Rusya’nın Batı’ya karşı Türkiye’yi yakın tutma çabası olduğu kadar Türkiye’deki seçimleri etkilemeye yönelik de olabileceği yorumları yapılmıştı.
Peki uzmanların yorumlarıyla şimdiye kadar “yumurtalarını tek sepete koyan” Moskova bu politikasını eskisi kadar istekli şekilde sürdürür mü?
Rusya’yı iyi bilen isimlerden dış politika analisti Aydın Sezer zamanlama olarak depreme denk düşen bir dönemle beraber Moskova’nın Erdoğan’a destek konusunda daha çekimser olmaya başladığına ilişkin gözlemlere katıldığını söyleyerek, şöyle konuşuyor:
“Depremle başlayan süreçle birlikte Rusya’nın Türkiye perspektifinde bir değişiklik olduğunu düşünüyorum. Bunu söylerken de şu iki hususa dikkat çekmek isterim; bir tanesi Erdoğan’ın Batı ya da ABD kartını tekrar kullanarak Rusya’yla temaslarda farklı arayışlar içine girmiş olması muhtemeldir. Bu daha fazla finansal ve siyasi destek gibi bir arayış olabilir. İkincisi depremler ‘büyük lider Erdoğan’ imajının sorgulanmasını da beraberinde getirdi.”
Ünlühisarcıklı da Rusya’nın seçime yönelik bakışı ile ilgili “Rusya da riski dağıtmak isteyecektir. Uzun süre bütün yumurtaları bir kefeye koydu ama 2 ay sonra Türkiye’de farklı bir tablo da olabilir ve bu nedenle daha dengeli bir politika gözetmek istemiş olabilir” yorumu yapıyor.
Öte yandan Sezer, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili yaşadığı krizin aşılmasının da Moskova’da yakından takip edildiğini belirterek, “Bu süreçten Kılıçdaroğlu’nun adaylığı güçlenerek çıktı ve ilk kez Ruslar Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimaliyle yüzleşmeye başladı” yorumu yapıyor.
Kılıçdaroğlu’nun kendisine yaptığı son açıklamada Rusya ile ilişkilere dair önemli mesajlar verdiğini belirten Sezer, “Kılıçdaroğlu çok diplomatik bir dille ‘asıl önemli olan hükümetler arası ilişkiler değil devletler arası ilişkilerdir’ vurgusu yaptı. Bir de iç işlerine karışmama, BM ambargosu olursa uyulabileceği, ilişkilerin yeni bir teste tabi tutulmaması gerektiği gibi Rusya için önemli mesajlar verdi” diyor.
ABD seçime yönelik tavrını değiştirir mi?
Bu arada ABD’nin Türkiye’deki seçimlere yönelik olarak şu ana kadar dikkatli bir tutum takip ederek muhalefet ya da iktidardan yana veya karşısında bir tutum içinde olmamaya çalıştığı gözleniyor.
Kalın’ın ziyareti ya da Finlandiya’nın NATO üyeliğine onay verilmesi bu durumu değiştirebilir mi?
Ünlühisarcıklı, bu gibi gelişmelerle ABD’nin seçime yönelik tarafsız kalabilme çabasının değişmesini olası bulmazken, diğer taraftan belki Türkiye üzerindeki baskıyı azaltabileceği öngörüsünde bulunuyor.
Gönül Tol da ABD’nin seçim sürecinin kendi dengesinde ilerlemesi yönündeki tutumunu değiştireceğini düşünmüyor. İsveç ve Finlandiya’nın üyelik süreçlerinin sonuna kadar kullanılmasının Ukrayna savaşının ilk dönemlerinde Türkiye için oluşan olumlu algıyı zedelediğini de hatırlatan Tol, önümüzdeki dönemde Washington’un seçimlere iyi ya da kötü yönde etki edebilecek bir adım atmasını beklemiyor.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – GÜLSEN SOLAKER