Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 14 Mayıs 1950 seçimlerini referans göstererek önümüzdeki genel seçimlerin tarihine dair sinyal verirken geçtiğimiz günlerde, o dönem Demokrat Parti’nin (DP) kullandığı “Yeter söz milletindir” sloganına da atıf yaptı. 27 yıllık CHP yönetimini sona erdirecek seçimlerde kullanılan bu slogan, 20 yıldır iktidarda olan AKP tarafından kullanılmış oldu. Peki, 14 Mayıs 1950’de ne olmuştu?
Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Yılmaz Esmer BBC Türkçe’ye, “14 Mayıs, DP’nin iktidara gelişi ve her ne kadar Altılı Masa’da Demokrat Parti adıyla bir parti var ise de Erdoğan ‘Biz Demokrat Parti’nin devamıyız’ diyor. Bu tarihin sembolik olarak önemi var ve o kesimin psikolojisinde çok önemli bir yer tutar. Tek parti dönemine ‘Yeter artık’ deyiş olarak görülür” diyor ve ekliyor:
“Siyaset benim kanaatime göre ekonominin, enflasyonun vs. ötesinde, semboller ve algılar üzerinedir. Ama bu sembolizm dışında hiçbir önemi yok 14 Mayıs’ın. Ben öğrencilere ’14 Mayıs 1950’de ne oldu?’ desem hiçbirinin haberi yok”.
BBC Türkçe’ye konuşan Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Faruk Birtek de 14 Mayıs 1950’nin “tek partili dönemden çok partili döneme geçişin dönüm noktası olduğunu” ifade ederek “Türkiye’de iktidar değişti, Menderes geldi, DP geldi, çok mühimdir. Dünyada çok az olan bir değişimdir otoriter bir rejimin seçimle değişmesi. Demokratlar için de kutsaldır bu tarih. AKP’liler doğrudan o kanattan geldiklerini iddia ederek bundan istifade etmek istiyorlar. DP’nin açtığı kapıdan girmeye çalışıyorlar. Ancak onlar demokrat değil” diyor.
Erdoğan konuşmasında, “Rahmetli Menderes 14 Mayıs 1950’de ‘Yeter söz milletindir’ diyerek milletin gönlüne girmiş ve sandıktan ezici bir zaferle çıkmıştır… Milletimiz 73 yıl sonra bir kez daha aynı gün 6’lı masa diyerek karşımıza çıkan bu darbe şakşakçılarına, bu müstemleke heveslilerine ‘yeter’ diyecektir” dedi.
Prof. Birtek bunun “farkında olmadan, düşünmeden” söylendiğine inandığını belirtiyor. Erdoğan’ın bu sloganı tekrar etmesinin “Seçimlerde başına bela olacağını” düşündüğünü söylüyor.
Prof. Esmer de benzer bir düşünceyi paylaşıyor: “Bana ‘Yeter söz milletindir’ denilmesinde biraz sorun var gibi geliyor. 27 yıl sonra CHP’ye karşı ‘Yeter artık’ sloganı 1949-50 için çok anlamlı. Ama hele ki 20 küsür senedir iktidarda olan bir parti bunu sözlerse ‘Kim, neye yeter diyor?’ denilebilir. Ama tahminim o ki bu sloganı hemen bırakacaklardır”.
‘DP’yi iktidara taşıyan afiş’
Aynı zamanda Tarih Vakfı Başkanı olan İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan, BBC Türkçe‘ye, afişin hikâyesini şu şekilde anlatıyor:
“‘Yeter söz milletindir’ yazan ve ‘Dur’ işareti yapan elin bulunduğu, bileğinde de ucunda Türk bayrağıyla bir fiyonk olan o afiş hala belleklerde. 7 Ocak 1946’da DP kuruluyor ve çok rağbet görüyor. Bunun üzerine iktidar partisi CHP, bir erken baskın seçimine giderek DP’nin örgütlenmesine, hazırlanmasına olanak tanımadan hezimete uğratmak istiyor.
Seçimlere katılıp katılmamak konusunda tereddüt yaşayan DP katılma kararı alıyor.
“Cumhuriyet döneminin ilk çok partili genel seçimleri olacağı için afiş ve propaganda çok önemli. DP bunun için farklı mesleklerden kişilerin olduğu bir komisyon kuruyor. Bir komşusu vasıtasıyla davet edilen Selçuk Milar ‘Yeter söz milletindir’ deyip bir el işareti koymanın yeterli olacağını söylüyor.
“Milar bu afişi bir gecede çiziyor. Ertesi gün parti genel merkezine götürüyor ve herkes çok beğeniyor. Milar bunun film baskısı olmasını istese de, afiş İstanbul’a götürüldükten sonra anlaşılan matbaacı başka bir ressama bu afişi çizdirip çoğaltıyor.
“Bu slogan ve afiş o kadar beğeniliyor ki, bu kez Milar’ın kendi renkli çizimiyle 1950 seçimlerinde de kullanılıyor ve DP’yi -tabii iktidara gelmesinin sebebi o değil ama- iktidara taşıyan afiş diye görülüyor”.
Afişi çizen Milar, Urfa’ya tayin edildi
CHP’nin de 1946’da bu afişi gördüğünde çok etkilendiğini belirten Alkan şöyle devam ediyor:
“CHP, Selçuk Milar’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Teknik Öğretmen Müsteşarlığı’nda mimar olarak çalıştığını öğreniyor. O sırada Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel. CHP’liler ona takılıyorlar ‘Koynumuzda yılan mı besliyormuşuz?’ diye.
“Bunun üzerine Yücel, Milar’ı makamına çağırıyor. ‘Sizin böyle bir yeteneğiniz olduğunu bilseydik, biz sizden istifade etmek isterdik’ diyor. Ancak Milar ‘Ben isteseydiniz de size katkıda bulunmazdım. Çünkü iktidarın değişmesini istiyorum’ diyor. En azından Milar bunu böyle anlatıyor yıllar sonra. Milar’ın 20 gün sonra Urfa’ya tayini çıkıyor. Bir sürgün tayini. Ama istifa edip sivil hayata geçecek”.
‘İktidar partilerinin aklına hemen erken seçim gelir’
İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945’te Türkiye’nin çok partili siyasal hayata geçeceği konusunda bir konuşma yaptığını, onun açtığı bu kapıdan ilk girenin Milli Kalkınma Partisi olduğunu belirten Alkan, “Ama asıl Türkiye’de çok partili siyasal hayata geçişi simgeleyen ve 15 yıla damgasını vuracak olan DP, 7 Ocak 1946’da kuruldu” diyor.
Türkiye’nin 1946’daki ilk çok partili genel seçimlerine giden günlerde DP’nin gördüğü yoğun rağbete iki partinin de şaşırdığını söyleyen Alkan şunları ekliyor:
“Çok kısa sürede DP’nin üye sayısı, il ve ilçelerde örgütlenme artıyor. İktidar partilerinin hemen aklına erken seçim gelir. 1947’de yapılması gereken seçimler 1946 yılı Temmuz ayına alındı.
“Seçim sistemi değişti, tek dereceli ve çoğunluk sistemine dönüştü. Yani, bir seçim çevresinde hangi parti en fazla oyu almış ise o parti bütün milletvekilliklerini çıkartıyordu.
“Ayrıca iktidar partisi bütün Türkiye’ye hakimdi. Askeri bürokrasiden sivil bürokrasiye, yargıdan muhtarlıklara… Aklınıza gelebilecek bütün devlet mekanizmalarına hakimdi. Bu büyük bir avantajdı”.
1946 seçimlerinde seçim güvenliği neden sağlanamadı?
Alkan şöyle devam ediyor: “Seçimler hem bürokratik baskı altında geçer hem de açık oy gizli tasnif yapılmıştır. Yani sandık başkanının önünde, her partinin milletvekili aday listelerinin yazdığı oy pusulaları var. Siz sandık başkanının önünde duran bir oy pusulasını alıp onu, geçip içeride zarfa koyuyorsunuz, onu da dönüp sandığa atıyorsunuz. Dolayısıyla kimin hangi oyu attığı herkes tarafından görülüyor. Bu açık oylamadır.
“Oylar kullanıldıktan sonra seçim başkanı liderliğinde, herkes dışarı çıkartılır, sandık kurulu atılan oyları çıkartıp sayar, tutanağı tutar. Odadakiler imzaladıktan sonra da oylar yakılır. Bu da gizli tasniftir. Kimse tasnifi gözlemleyemez, sınayamaz. İtiraz etseniz bile kanıtınız yoktur.
“1950 seçimlerinde ise tam manasıyla gizli oy, açık tasnif yapıldı. Bir YSK kuruldu, seçim yargı gözetiminde yapıldı ilk defa. Radyodan yararlanma hakkı getirildi, daha demokratik bir seçim yapıldı”.
Halk neden DP’yi destekliyor?
Alkan, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmasa dahi savaşın bütün ekonomik sıkıntılarını, yokluğunu yaşadığını; ülkenin yüzde 80’inden fazlasını oluşturan köylü ve kırsal kesimin kıt olanaklardan, ürettiğinin büyük kısmına devletin el koymasından rahatsız olduğunu ifade ediyor.
Ayrıca devletin, savaşın fırsat verdiği ekonomik alanlarda sermayesini güçlendirmek isteyen özellikle ticaret ve sanayi burjuvazisini denetim altına alınmak için ekonomik baskıyı artırıldığını da vurgulayan Alkan “O dönem CHP deyince devlet, devlet deyince CHP akla geliyordu” diyor ve ekliyor:
“Tüm bunlardan rahatsız olmuş, kendisini mağdur hissedenler bu dönemin biterek daha özgür, daha eşitlikçi bir dönemin gelmesini istiyorlar. Kendilerinin iktidara etki edebileceği, kendi fikirlerine önem verecek bir partinin iktidara gelmesini istiyorlar. En güçlü aday da DP”.
CHP 1950 seçimlerine nasıl hazırlandı?
Tek parti dönemi boyunca halktan oy istemek zorunda kalmayan CHP, çok partili seçimlerde başka bir politika izlemek zorunda kaldı.
Alkan CHP’nin tavrını şöyle anlatıyor:
“1943 seçimleri dahil, önceki seçimlerde parti başkanı kimlerin aday olacağını seçiyor. İstanbul’dan 10 kişi seçilecekse zaten 10 aday ilan ediliyor. Aday ilan edildiğiniz anda zaten başka oy verecek kimse olmadığı için milletvekili seçiliyorsunuz.
“1943 seçimlerinde bazı illerde ilk defa daha fazla milletvekili adayı gösterildi. Bu adayları çok rahatsız etti, ‘Neden seçmenin ayağına gidelim, kendimizi beğendirmeye çalışalım, oy isteyelim’ dediler.
“1950 seçimlerinden önce CHP milletvekilleri ilk defa seçmenin ayağına gidip oy istemek zorunda kaldı. Bu çok radikal bir değişim seçim tarihimizde. DP için daha kolay çünkü onlar zaten o kesimin içinden gelen ya da o kesimi tanıyan insanlar. Ancak CHP bürokratik, devletçi, elitist, kendini toplumdan farklılaştırmış ve onun verdiği kibirle seçmenin ayağına gitmek konusunda tereddüt yaşayan bir partiydi.
“Seçmenin kendisinden uzaklaşma sebeplerinden birinin CHP’nin din politikası olduğunu da bu süreçte fark ettiler. Bunun üzerine 1946-50 arasında din dersleri getiriyor, imam hatipler açılmaya, seçmenin hoşuna gidecek İslami birtakım jestler yapmaya başlanıyor. Ama yeterli olmadı”.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – GÜNCE AKPAMUK