Uluslararası kuruluşlara göre kamu sektöründe yolsuzluğun önlenmesi ve yolsuzlukla mücadele için temel ilkeler, yargı bağımsızlığı, basın ve ifade özgürlüğü, kamu işlerinin ve kamu mallarının düzgün yönetimi, şeffaflık ve hesap verebilirlik olarak sıralanıyor.
Peki bu alanlarda Türkiye’deki mevcut tablo ne durumda?
Türkiye, Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) bu yıl hazırladığı Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 140 ülke arasında 116’ncı sırada bulunurken, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre ise basın özgürlüğünde 180 ülke içerisinde 149’uncu oldu.
Medya özgürlüğü
DW Türkçe’ye konuşan Uluslararası Şeffaflık Örgütü Temsilcisi Oya Özarslan, yolsuzluğun azaltılması için en önemli hususun medya özgürlüğü ve yargı bağımsızlığının tesis edilmesi olduğunu söylüyor. Özarslan, “Medya özgürlüğü olmadığı sürece, yani gazeteciler, araştırmacılar rahatça bir yargılanma korkusu olmadan yazamadıkları sürece olayların üstü kapalı kalacaktır” diyor.
Yolsuzluk vakalarının büyük bir kısmının aslında araştırmacıların, gazetecilerin, bunu soruşturan kişilerin çabalarıyla çıktığına işaret eden Özarslan, ancak bir yargılanma korkusu olduğu sürece bunun üzerinde gizli bir baskı olacağını vurguluyor.
Her ay düzenli olarak basın özgürlüğü raporları açıklayan CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer de yolsuzlukla mücadelede özgür bir basının ve sivil toplumun büyük etkisi olduğunu vurguluyor.
“Türkiye’de belki de yolsuzluğun bu kadar yaygın olmasının nedenlerinden biri özellikle AKP iktidarı döneminde basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar” diyen Çakırözer, RTÜK, Basın İlan Kurumu gibi düzenleyici kurumların cezalandırma mekanizmasına dönüştürüldüğünü, basın kuruluşlarının finans kaynaklarının kesildiğini hatırlatıyor. Çakırözer, bu durumun özgür, araştırmacı, sorgulayıcı haberler yapmanın önündeki en önemli engellerden biri olduğunu ifade ediyor.
Son dönemde erişim engelleri meselesinin de basın özgürlüğünü kısıtlayan en önemli unsurların arasında yer aldığını dile getiren Çakırözer, erişim engeli kararlarının en fazla yolsuzluk ile ilgili haberlere yapıldığına dikkat çekiyor. Çakırözer, “Ucu cumhurbaşkanlığına, cumhurbaşkanının çevresine, ailesine, iktidar partisine, AK Parti’nin yöneticilerine ya da yerel yöneticilerine dokunan, yolsuzluk, rüşvet, kayırma, görevi suistimal, görevi kötüye kullanma iddialarına ilişkin haberlerin neredeyse tümü erişime engelleniyor” diye konuşuyor.
Medya Araştırmaları Derneği’ne göre Ekim 2020’de yürürlüğe giren Sosyal Medya Yasası’nın ardından geçen bir yılda 1197 haber hakkında içerik kaldırma kararı verilirken, bunların 675’i yolsuzluk ve usulsüzlük haberlerine oldu.
Yargı bağımsızlığı
Uluslararası Şeffaflık Örgütü Temsilcisi Özarslan, ikinci olarak ise yargı bağımsızlığının önemine dikkat çekiyor. Yolsuzluk yapanların cezalandırılmasını sağlamak ve cezasızlık ya da ceza veya zarardan muaf olma döngüsünü kırmak için etkili kanun yaptırımı gerekiyor.
Özarslan, “Gazeteciler ve araştırmacılar ne kadar yolsuzluk skandalı ortaya çıkarırsa çıkarsın, yargının üzerinde siyasi müdahaleler oluyorsa ne olursa olsun zaten yargılanmıyorlar, cezalandırılmıyorlar algısı olacaktır. Cezasızlığın var olduğu yerde de yolsuzluk yeşermeye devam edecektir” diye konuşuyor.
Türkiye’deki yargının bağımsızlığının yolsuzluğa karşı zayıf bir halka olduğu sadece Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde değil Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerinde de kendini gösteriyor.
Yolsuzlukla ilgili suçlara bakıldığında en çok bilinen rüşvet, görevi kötüye kullanma, nüfuz ticareti gibi suçlarda kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların son 15 yılda gittikçe arttığı görülüyor. Dava açılan hususlar neredeyse yüzde 10 kadar azalmış durumda. Resmi istatistiklere göre 2021’de rüşvetle ilgili soruşturmaların yaklaşık yüzde 34’üne kamu davası açılırken, dava açılma oranı nüfuz ticaretinde yüzde 26, görevi kötü kullanma suçunda yüzde 16 oldu.
Özarslan, “Bu da akla acaba yargı mensupları, savcılar ve hakimler, bu konuları biraz netameli bulup kendi üzerlerinde baskı yaratacağını düşünüp bundan çekiniyorlar mı sorusunu akla getiriyor. Çünkü yolsuzlukla ilgili suçların hepsi, büyük bir kısmı siyasi bağlantılı da olabiliyor” diyor.
Türkiye’de mevcut düzenlemelere bakıldığında yasal sistemin ve cezaların dünya standartlarında ve çok yeterli olduğunu vurgulayan Özarslan’a göre düzenlemelerin uygulanmasıyla ilgili sıkıntılar var. Özarslan, cezaların büyüklüğünün değil kesinliğinin caydırıcı olacağına vurgu yapıyor.
Oya Özarslan 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında siyasi bağlantılı olan kişiler ya da siyasilerin hepsinin bir şekilde birtakım mekanizmalar kullanılarak aklandığını hatırlıyor. Bunun büyük bir kırılma olduğuna işaret eden Özarslan, son dönemde kamuoyunu oldukça meşgul eden uyuşturucu ile ilgili skandallara dikkat çekiyor.
Bu soruşturmalardan birinde, süregelen yargılamada daha yeni birçok kişinin tahliye olduğunu ifade eden Özarslan, “Yani böyle çok büyük, kamuoyunun dikkatini çeken hususlarda bu gibi unsurlar aslında toplumun adalete güvenini sarsıyor. Yolsuzluğun cezasız kalacağı, özellikle de siyasi bağlantılar olunca bunun üzerine gidilmeyeceği yönünde bir kanı uyanıyor. Bu yüzden ne yolsuzluğu ihbar eden olabiliyor ne de yolsuzluğu ortaya çıkarmak için uğraşan kişiler bu konuların üstüne gidiyor. Yani otomatik olarak bir engel teşkil ediyor” ifadelerini kullanıyor.
Şeffaflık
Yolsuzlukla mücadelede başarılı olan ülkeler, şeffaflık ve bilgiye erişim konularında uzun süreli bir geleneğe sahip. Kamuda yolsuzlukla mücadele için kamu sözleşmesi fırsatlarına tüm firmaların erişebilir olması gerekiyor.
Türkiye’de ise kamu ihalelerine bakıldığında şeffaflığın giderek azaldığı görülüyor.
Küresel düzeyde yapılan çalışmalar, dünyada enerji, yapım işleri, inşaat, madencilik, ilaç gibi sanayilerin yolsuzluğa karşı en açık sektörler olduğunu gösteriyor. Bu sektörlerdeki şirketlerin devletle ilişkileri, aldıkları ihaleler, özellikle de izin ve ruhsat aşamalarının bürokratik olması bunda etkili.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün raporlarına göre Türkiye’de Kamu İhale Kurumu kapsamında olan kamu alımları arasında açık ihalelerin oranı geçen sene itibarıyla yüzde 59’a düştü. Öte yandan bu kapsam dışına çıkarılan TOKİ projeleri gibi mega projeler de söz konusu. Bu projeler de tamamen şeffaflıktan uzak bir biçimde ihale ediliyor.
Kapalı ihalelerin istisna kapsamında gerçekleştiğini, ancak istisna olabilmesi için bu oranın yüzde 3-5’i geçmemesi gerektiğini vurgulayan Özarslan, “Pandemiyle ilgili birçok husus da istismar edildi. Birtakım belediyeler, kamu kurumları, bakanlıklar, ilgisiz ihaleleri aciliyet halinin içerisine soktular. Bir ihaleyi sizin seçeceğiniz insanlar arasından yapmak istediğinizde çok ideal bir şey bu gerçekten. Çok kullanışlı bir gerekçe. O kullanışlı gerekçenin hep içine sokularak birçok ihale kapalı kapılar altında yapılıyor. Ne sivil toplumun denetimi var ne medyanın denetimi söz konusu olabiliyor” diyor.
Kamu yönetimi ve hesap verebilirlik
Kamuda yolsuzlukla mücadele için kamu harcamalarını denetleyen kurumların etkinliği ve liyakat de önem taşıyor.
CHP’li siyasetçi Utku Çakırözer, Türkiye’de güçler ayrılığını ortadan kaldıran ve tüm yetkileri tek bir kişide toplayan yönetim rejiminin yolsuzluğun artmasında ve yolsuzlukların üzerinin örtülmesinde etkili olduğu görüşünde.
Sayıştay’ın kamu kurumları üzerindeki denetim gücünü yitirdiğine dikkat çeken Çakırözer, Sayıştay raporlarına yansıyan çok önemli bulgular olmasına rağmen sorumlu kamu kurumlarının çoğu zaman hesap vermediğini ifade ediyor. Çakırözer “Tabii bunların hepsi bu tek adam yönetiminden kaynaklanıyor. Bankalardan tutun da bu bankaları denetleyen kurumlar ya da aklınıza gelebilecek tüm kritik kamu kurumlarının başındaki isimler, liyakate göre değil, lidere olan, tek adama olan sadakatine göre belirleniyor. Böyle olunca da doğal olarak liyakat olmadığı için kamuda işler etik kurallar çerçevesinde yürütülmüyor. Bu, hangi kamu kurumuna bakarsanız hepsine sirayet etmiş durumda” ifadelerini kullanıyor.
Öte yandan Türkiye’de son dönemde Meclis’e gönderilen yasalarla yedi kez mali af çıkarıldığına değinen Çakırözer, “Türkiye’nin FATF (OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü) tarafından kara para ile mücadele konusunda gri listeye alınmasının en önemli sebeplerinden biri de bu. Birbiri ardına çıkarılan mali aflar. Çünkü çok büyük miktarda para, kaynağı bilinmeden, sorgulanmadan devlet tarafından resmen alındı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu kanunlar geçerken, muhalefetin ya da sivil toplumun eleştirileri iktidar tarafından tamamen kulak arkası yapıldı” diyor.
Türkiye’de yolsuzluk algısını güçlendiren bir başka düzenlemenin de bu yıl içinde Meclis’ten geçtiğini ifade eden Çakırözer, “Artık TMSF denetimindeki, yönetimindeki şirketlere atanan kayyumların hiçbir yargısal bağışıklığı kalmadı. Yani zarara uğrattığı, rüşvet aldığı, yolsuzluk yaptığı, yakınına paraları transfer ettiği o şirketlerle ilgili hiçbiri savcılar tarafından sorgulanmayacak. Bu çok vahim” diyor ve ekliyor: “Bu kayyumlar dediğimiz insanlar kim? Tek adam yönetimi tarafından atanan isimler. O yüzden tek adam yönetimi ve onun etrafında çevrelenen bu denetimsiz yapı, Türkiye’de yolsuzluğun artmasına, kapsamının genişlemesine neden olan bence en önemli etken.”
Türkiye’de yürütmenin kurumların üzerindeki baskısının hesap verebilirliği ortadan kaldırdığına vurgu yapan Oya Özarslan da üst düzey kamu görevlilerinin hesap verme kültürünün olmadığına, bu kişilerin mal varlıkları şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmadığı için sivil toplum ve medya tarafından servet transferi takibinin yapılamadığına dikkat çekiyor.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – PELİN ÜNKER