Galatasaray Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi, Berkeley California Üniversitesi, Stanford Üniversitesi, Brown Üniversitesi gibi köklü üniversitelerde eğitim gören ve akademik çalışmalara imza atarak öğretim üyeliği yapan Vedat Milor “Mesleğinizi tam olarak nasıl tanımlarsınız?” sorusuna “Yeme içme benim için daha çok araç oluyor. Kültürel, sosyolojik gözlemler, farklı ülkelerin kıyaslanması ve anlatılması demek. Ama bu durum bende hobi olarak başladı. Yoksa uzun zaman öğretim üyeliği yaptım sosyoloji ve kamu yönetimi bölümünde. NTV’deki program başladıktan bir süre sonra ikisini bir arada yapamadığım için istifa ettim, yani emekli öğretim üyesiyim diyebilirim” diyerek cevap verdi.
‘Gurmelik bedava yemek yemek değil’
Türkiye’de gurmelikle ilgili yanlış tanımlamalar olduğunu söyleyen Vedat Milor bu konuya “Tam sorsanız ne olduğunu bilmezler. Bizde gurme diyen bir kitle türedi. Bedava yemek yemek olarak anlıyorlar. Yapabilirlerse de Instagram’dan takipçi satın alıp lokantalardan para almaya çalışıyorlar. Ben lokantayla maddi bir ilişkiye girmeyeceksin, hatta mesafe bırakacaksın diye bir yol çizdim kendime. ’Gurmante’ yemek yemeyi seven anlamına geliyor aslında. O daha uygun geliyor bana. Gurmenin ne olduğu tam anlaşılmıyor bizde” diyerek açıklık getirdi.
‘Bu kadar sene sonra içimde kalmıştı, söyledim, rahatladım’
1990 yılında ABD’de sosyoloji doktorası yaptığı sırada Türkiye Fransa, Güney Kore’de ekonomik planlama üzerine yaptığı doktora tezinin Amerika’da en iyi tez seçildiğini söyleyen Vedat Milor o dönemde hiç kimsenin bu durumu haber yapmadığını dile getirdi.
“Türk gencinin doktora tezi Amerika’da en iyi tez seçildi ve önemli bir şey yaptım’ dedim. Türkiye’de hiç kimse bunu haber değeri olarak görmedi ve yayınlamadı. Kimse öğrenemedi. İsterdim ki bir gazete yayınlasın” diyen Milor o dönemdeki duygularını şöyle anlattı:
“Genç öğretim üyesi olmak üzereyim, planlaması nasıl olmalıdır, Türkiye’ye nasıl faydası olur vs hiçbir değer görmedi. Fakat ‘Menemen soğanlı mı soğansız mı olur?’ diye soruyorsunuz, ankete 500 bin kişi katılıyor. Bu da bizim enteresan bir durumumuz. Baktım ki ne yaparsanız yapın değeri yok. Sonra garip garip haberler çıkıyor. ‘Falanca gelmiş Türk erkeklerini yakışıklı bulmuş’ çok büyük haber olur ama Türk gencinin tezinin Amerika’da en iyi tez seçilmesinin haber değeri yok. Bu kadar sene sonra içimde kalmıştı söyledim rahatladım.”
‘Yemek mi yiyoruz, işkenceye mi geldik?’
Lokantalardaki ortamları eleştiren ve iyi bir lokanta olsa bazı sebeplerden dolayı oraya gitmediğini belirten Vedat Milor konuyla ilgili rahatsızlıklarını da paylaştı. “Bazı rahatsızlıklarımın da etkisiyle daha az lokantaya gitmeye çalışıyorum. Yemek yenilen ortamda gürültülü müziğin ve televizyonun açık olmasından ve sigaradan rahatsız oluyorum. Bu sebeplerden dolayı iyi lokanta olsa bile gitmiyorum. Eve geliyorum başım ağrıyor, sigara sinmiş. Yemek mi yiyoruz işkenceye mi geldik. Nasıl iyileşir bilmiyorum ama bu bir kültür meselesi” diyen ünlü isim yemek yerken çalınan müziğin de hafif müzik olması ve yemeği desteklemesi gerektiğini söyledi.
Lise döneminde sinemadan çok büyülendiğini ve o dönemde sinemacı olmak istediğini de paylaşan Vedat Milor bu fikirden ailesinin vazgeçirdiğini dile getirdi. “Galatasaray Lisesi’ne giderken Sinematek’e giderdim sürekli. Filmlerin konularını anlatan özetler verirlerdi elimize.Sinema beni çok büyülemişti” diyen Milor Sinemacı olmaktan neden vazgeçtiğini şöyle anlattı:
“İyi bir okuyucuydum. Özellikle klasikleri okurdum. Rus, Türk klasikleri ve dünya edebiyatı okudum. Liseyi bitirdikten sonra sinema yönetmeni olmak istedim ama ailem istemedi. ‘Aç kalırsın’ diye beni ikna ettiler. Doğru hakikaten de. Mesela şu an genç yönetmenler var, görüyorum çok zorluk çekiyorlar fon bulmakta ve fikirlerini hayata geçirmekte. Bu şekilde ikna ettiler, ‘Daha garanti iş yap’ dediler. Ne yapabilirim diye konuşurken ‘İş idaresi yap’ dediler ama ben kendimi bir şirkette göremiyordum. Bu alanda burs garantisi almama rağmen istemedim. Vehbi Koç anneannemin arkadaşıydı, aynı apartmanda oturuyorlardı. Yemek yerken ‘iyi bir yerde ekonomi okursun, iş garantin olur’ dedi ama ben ‘kusura bakmayın istemiyorum’ dedim. Sonra toplumla ilgili olduğu ve o konuda yazmayı çizmeyi sevdiğim için sosyoloji doktorası yapmayakarar verdim ve akademik alana yöneldim. Mümkün olduğu kadar çok okumak istedim çünkü baktım hayat zor, insanlarla uğraşmak zor. İnsanların beklentileri her zaman zor. Sizintepenizde biri var sürekli bir sorun. Dünya Bankası’nda çalışırken de gördüm siz başarılıysanız sizin arkadaşınız altınızı oymaya çalışıyor. Bunu gördüm. Akademi iyi dedim ve tamamen o alana yöneldim.”