Hasta tutukluların ağırlaşan durumu yanı sıra cezaevlerinde artan tecrit, sağlık hakkına erişimde engelleme ve birçok sosyal faaliyetlerin engellenmesi gibi ihlallerde devam ediyor. Uzun yıllardır cezaevlerini takip eden gazeteci-yazar Hüseyin Aykol’la cezaevlerindeki ihlaller ve hasta tutuklular üzerinde uygulanan politikaları konuştuk.
‘CEZAEVLERİ TECRİT MANTIĞIYLA KURULDU’
İnsanların hapsedilmesinin tarihin çok eski dönemlerine dayandığını belirten Aykol, cezaevlerinin yapımının “tecrit” mantığıyla kurulduğunu dile getirdi. Aykol, “Sizi insani olarak en fazla anneniz, babanız, kardeşiniz, eşiniz, çocuklarınız görebilir. Devletler, sosyal hukuk devletine dönmeden önce içeride sizin yaşamanızı sağlayanlar ailenizdir. Yemek getirirler, sağlık sorunlarınız için doktor getirirlerdi. Eskiden hapsetme sadece devletin sizi bir yere koyması, çıkmanızı engellemesi şeklindeydi. Nitekim Türkiye’de de benim bildiğim 1960’lardan sonra cezaevlerinde yemek çıkmaya başladı. Ondan öncesi aileniz yemek getirirdi. Uzak bir yerde iseniz, sizin para verdiğiniz kişiler ya da akrabalarınız yemek getirirdi” dedi.
Türkiye’de 1970’ler sonrasında siyasilerin hapsedilmesinin yoğunlaştığını ve 1980 Askeri Darbesi ile birlikte 650 bin kişinin cezaevlerine hapsedildiğinin altını çizen Aykol, sonrasında cezaevlerinde kişilerin aileleriyle iletişimlerini, dışarıyla bağlarını koparma adına artık yemeklerin cezaevleri tarafından verildiği ve sağlık hakkının sağladığını aktardı.
‘OTOKRATİK REJİMLERDE CEZAEVLERİ DOLDURULUR’
Cezaevlerinde tutuklu sayılarının artışının darbelerle, otokratik rejimler ve adalet sisteminde yaşanan çöküşlerle arttığına vurgu yapan Aykol, “12 Eylül’den sonra devlet şunu düşündü; cezaevlerinde tek tip elbise giydiremiyor, pişman edemiyor’ o nedenle -ki kendi buldukları şeyde değil özellikle Avrupa’da uygulanan insanları tecrit etmeyi esas aldılar. Siz 40 kişilik bir odada E Tipi Cezaevi’nde 30-40 kişilik gardiyan saldırısına karşı gelirsiniz. Oysa F Tipleri ile en fazla 3 kişi ya da tek kişi odalarda kalıyor. Böyle bir durumda 30-40 gardiyan gelir, canınıza okur, gider. Bu anlamda direniş yapsanız günlerce duyulmaz. F Tiplerine geçmek istediler. Geçmek istediklerinde cezaevlerinde siyasi tutuklular ölümüne direnişler sergilediler. Onlarca insan ölüm oruçların yaşamını yitirdi. F Tiplerine geçişte ‘hayata dönüş’ dediler -ölüme dönüştü- onlarca insan öldürüldü. Tecrit hali var, giderek daha da derinleştiriliyor. Bütün burada siz sağlığınızı da yitiriyorsunuz” diye konuştu.
S TİPLERİ
F tiplerindeki tecridin bugün yapılan S tipi cezaevleriyle derinleştirildiğini kaydeden Aykol, “F Tipleri iki katlıydı, S Tipleri şimdi tek katlı ve içeride tuvalet yer alıyor. Onların istediği bir saatte güneşin değip değmediği belli olmayan yerde tek başınızasınız. Cezaevlerinde baskılar yoğunlaştıkça, hasta tutuklulara yönelik uygulamalarda artıyor. Kenan Evren’in o meşhur ‘Asmayıp da besleyelim mi’ sözündeki ‘asmayalım’ olayı şimdi fiili idamlarla devam ediyor. Sağlığına kavuşturulması gereken insanlar, sağlıklarına kavuşturulmuyor” dedi.
KOŞULLAR HASTALIKLARI ARTTIRIYOR
Hasta tutuklara dair “hasta olmuş, ölmüş” diyen bir devlet yaklaşımı olduğuna dikkat çeken Aykol, ekledi: “Tamamen cezaevi koşullarıyla ilgili hastalıklar artıyor. Odaların çoğu doğru-dürüst güneş görmüyor, spor yapamıyor, verilen yemekler yetersiz, yenilemiyor, kantin çok pahalı, bulaşıcı hastalıklar koşullar nedeniyle yayılıyor. Koşullar nedeniyle hasta olmamak büyük başarı ki 30 yıl yatanların çoğu hasta olarak çıkıyor.”
‘7 KAPI 7 KİLİT’
Adalet, Sağlık ve İçişleri bakanlıkları arasında cezaevlerinin güvenliği, yönetimi ve tutukluların sevklerine dair imzalanan 3’lü protokolün uygulamalara yansımasına dikkati çeken Aykol, şöyle anlattı: “Bir kişiye ceza verilmesi ve cezaevlerine konulmasına Adalet Bakanlığı bakıyor. Kişinin içeriden kaçmaması, yemeklerin ve sağlık hakkına içeride erişmesi Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Dış güvenlik ise Jandarma yani İçişleri Bakanlığı’na bağlıdır. Bu iki kurumda birbirine güvenmiyor, sevmiyor. Biz F Tiplerine ‘7 kapı, 7 kilit’ deriz. Bulunduğunuz koğuştan dış kapıya gelene kadar en az 7 yerden geçersiniz. 7 ayrı gardiyan görür. Odanızdan alan gardiyanla başka koridora geçtiğinizde farklıdır. Onlarda birbirine güvenmeme anlamında ayrı kilitlerin sahibidir. O 7 kilitten ve 7 kontrolden geçersiniz. Siz dış kapıya geldiğiniz de jandarma, ‘7 ayrı görevliye ben güvenmiyorum, ben de arayacağım’ diyor. X-ray’dan geçmenize rağmen üzerinizi aramaya çalışır. Son zamanlarda ağız açtırmalar yapılıyor. Siyasiler bunu kabul etmedikleri için Jandarma ‘götürmüyorum’ diyor. Yapması gereken bir işi yapmaktan kurtuluyor. Bir şekilde hastaneye ulaştığınızda doktor dosyanıza bakıyor ya da soruyor ‘terörden mi’ diye, ondan sonra ise ‘teröristtir, muayene etmem’ diyor. Cezaevindeki gardiyanlarda, dışarıdaki güvenliği sağlayan Jandarma ve hastane doktorunda da işini yapanlar var bir de düşmanca yaklaşanlar. Oysa herkesin görevi var, devletin verdiği görevi yapmak zorundalar.”
‘ATK’YE GÖTÜRÜLME EZİYET’
Hasta tutukluların “infazının ertelenmesi” prosedüründe devreye giren ATK’nin de tam bir işkence sürecine dönüştüğünü sözlerine ekleyen Aykol, özellikle uzak bir kentten İstanbul’daki ATK’ye götürülüşün tutuklular için eziyet olduğunu anlattı. “Gidilen ringde bir kişinin böbreğinde taşı varsa, yolda onu düşürür” diyen Aykol, şöyle devam etti: “Sizi böyle bir araçla ATK’ye İstanbul’a götürüyorlar. Bir kişi Diyarbakır’dan ATK’ye İstanbul’a götürülüyor. Mahpusun üzerinde para yok. Jandarmalar yemek yiyor, çay içiyor mahpus ise üzerinde para olmadığı için bir şey yiyip, içemiyor. Akşamları dışarıda seyahat edilemiyor. Kentlerde bulunan cezaevlerinde konaklanıyor. Cezaevi de yemek bitti, diyor. Orada da yemek yememiş, zor koşullarında gidiliyor. Usulen bakılıyor ve verilmiyor. Oradan çok az ‘cezaevinde kalamaz’ raporu çıkıyor. Bu rapor olumlu olsa bile bu seferde İçişleri Bakanlığı’ndan ‘tehlikeli’ şeklinde itirazlar geliyor. Aysel Tuğluk bunlara bir örnek, Kobanê Davası’ndan tahliye oldu ancak hükümlü olduğu dosyasından olumlu bir yanıt gelmeyecek gibi çünkü tutuksuz yargılanmasına dahi devletin en az 5 kanadından itiraz var. Orada da birkaç koldan itiraz gelebilir.”
‘ÖLECEĞİNDEN EMİN OLUNANLAR BIRAKILIYOR’
ATK’den olumlu sonuç gelse bile bu kez de hasta tutuklular için “eylem yapabilir”, “güvenlik açısından tehlikeli” denilerek, infaz erteleme ya da tahliyelerin engellendiğini söyleyen Aykol, “Deniliyor ki; biz bunu içerde tutalım, içeride ölsün. İnanın esas acı olan biri de şudur; ATK’nin kabul ettiği ağır hasta tutukluların çoğu da tahliyesi ardından hemen ölüyor. Çok emin oldukları insanları tahliye ediyorlar. Bu yıl 51 kişi öldü. Bir kısmı tahliye olduktan sonra yaşamını yitirenlerdir. İnsan hakları derneğinin çalışmalarından biliyorum mesela yakını tahliye olan aileler bize sorarlar ‘bu 6 ay yetecek mi’ diye. Hep yalan söyleriz, ‘tedaviye yoğunlaşalım, gerisi kolay’ deriz ama içimiz cız eder. Çünkü biliyoruz ki, tahliye olanın öleceğinden emin olduğunda ancak bırakılıyor” ifadelerini kullandı.
DÜŞMAN HUKUKU
Hasta tutuklular sorununda düşman politikası uygulandığını söyleyen Aykol, “Ulusal devlette bir iç ve düşman lazım. Dış düşman bol zaten. İçerde de azınlıklara bir düşmanlık yapılır ki, güvenlik politikası tartışılmasın. Bu eskiden azınlıklardı, Ermenilerdi, Rumlardı. Biraz gelişince komünistlerdi. Onları bir şekilde devlet ezdi, yok etti, sıfırladı ya da onları kontrol edebileceği hale getirdi. Türkiye’de devlet aklı Kürtlere düşman hukukuyla bakıyor. 1920 ve 1930’lu yıllarda dönemin bir bakanı Kürtlere ‘siz ancak kölemiz olarak yaşarsınız’ diyor. Kürtlerin tarlalardan çalışmasına izin veriliyor, ‘Türkü söylemeyin, aranızda Kürtçe konuşmayın’ deniyor. Bu adaletin Kürtleri düşman algılaması ile ilgilidir. Hastalardan pek çok kişi bırakılabiliyor. Aysel Tuğluk ve Çevik Bir kararında da bu durum var. İkisi de demans, günlük yaşamdaki sonuçları aynı, çevreden yardımsız yaşayamaması ve tedavi edilebilir değiller. Ancak diyorlar ki; Aysel Tuğluk düşmanımızdır, illa ki cezaevinde kalması lazım, şeklinde yaklaşım var” değerlendirmesinde bulundu.
‘YARGILANACAKSINIZ’
Hasta tutuklulara uygulanan politikanın da iktidardan bağımsız olmadığını dile getiren Aykol, AKP ile suç işleyen bürokratlara, doktorlara, gardiyanlara da uyarıda bulunarak, “AKP-MHP’nin kurduğu hükümetin gideceği görülüyor. AKP’de Fethullahçıların yaşadığı şeyi yaşayacak. Akıllılar ve parası olanlar yurtdışına kaçacak, yapılan kötülüklerden yargılanacaklar olacak. Parası olmayan, yurtdışına kaçamayanlar yargılanacak. Gardiyanlar, doktorlar açısından da böyle, bürokrasinin kendisine gelmesi gerekir. Biz uyarımızı yapmış olalım. Devlet görevlileri, bürokratlar yarın suç işleyenler olarak yargılanacaksınız. Yapmayın” çağrısında bulundu.
KÜRT SORUNU
“Kürt sorunu çözülmeden hasta tutsaklar sorunu da çözülmez” diyen Aykol, sözlerini şöyle noktaladı: “Hasta tutsaklarda Kürt sorunun bir parçasıdır. Hasta tutsakları da aşan bir şekilde ölüye saygısızlık var. Mezarlara saldırı, cenazelerin ailelere verilmemesi, verildiğinde de saygısız bir şekilde torba da verilmesi var. Bunlara bile gelmedik. Hasta tutsaklar çok kolay çözülecek bir sorundur. HDP, solcular, sosyalistler bu konuda bir şeyler yapıyor ama iktidara gelmeyi bekleyen, uman Millet İttifakı’nın bu konuda bir şeyler yapması gerekiyor. AKP, hasta tutsakları serbest bırakılması konusunda yeni bir teklif hazırlayacağını söylüyor. CHP’nin bunu genişletmesi güzel olur. Adalet nöbetlerine katılmak, ısrarla gündem de tutmak gerekiyor. Çünkü gündemden düşünce sanki yokmuş gibi oluyor. Gazeteciler, yazarlar daha fazla haberlerle mahpusları güncelleştirebilirler.”
KAYNAK: MEZOPOTAMYA AJANSI – BERİVAN ALTAN